Unutulan Çocuklar

Unutulan Çocuklar

Ülkemizde okulların açıldığı gün ve karnelerin dağıtıldığı gün toplumsal olarak hepimizin gündeminde önemli bir yer tutar. Her yıl okulların açılması ve karnelerin verilmesi en üst düzeyde bürokratik ve siyasi ritüellere sahne olur. Bu ilgi ve ritüeller söz konusu sınavlar olduğunda bir üst perdeye taşınır. Ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavları basın yayın araçlarının da yoğun ilgisi ile yılın önemli bir kısmında gündemimizi işgal eder. Çeşitli basın yayın araçlarında aşağıdaki türden haberleri rutin olarak görebiliyoruz:

  • “… Belediye Başkanı …, TEOG Türkiye birincisi olan …’i altınla ödüllendirdi.”
  • “… Valisi …, TEOG Türkiye birincileri arasına giren 22 öğrenciyi, çeyrek altın ve çeşitli hediyelerle ödüllendirdi.”
  • “İlçemizde TEOG sınavında 120 sorunun tamamını doğru cevaplayan … Ortaokulu öğrencisi …, Kaymakam … tarafından ödüllendirildi.”
  • “TEOG sınavında tam puan alan öğrenciler … İl Milli Eğitim Müdürü …’ı makamında ziyaret ettiler.”

Özel öğretim kurumlarının konuyu ele alış biçimi ise konunun başka bir boyutu. Bugünlerde önünden geçeceğiniz neredeyse her özel öğretim kurumunun duvarında onlarca Türkiye birincisi çıkardıklarının afişlerini görebilirsiniz. Televizyonlarda YGS, sonra LYS ve puanları, daha sonra ise yerleştirmenin ve tercihlerin nasıl yapılacağına dair çok sayıda program yayınlanıyor. Okulların açılmasından karne dağıtımına, sınavlardan program tercihlerine yeryüzünde bu konuların bu ölçüde ve yoğunlukta ele alındığı, toplumun ve medyanın gündeminde yer aldığı başka bir örnek bulmak oldukça güç. Okula dair konuların, sınavların ve bir üst öğretime geçişin ele alınış şeklinin aileleri ve öğrencileri nasıl etkilediği başlı başına bir araştırma konusu olabilir. Ancak bu kadar birincilere, şampiyonlara odaklanan; TEOG, YGS ve LYS gibi sınavların sonuçlarını ve bu sonuçlardaki sıralamayı bu kadar öne çıkaran bir yaklaşım biçimi kaçınılmaz olarak eğitimin odağına sınavların yerleşmesine neden olmaktadır. Başarıyı ele alış biçimimiz bir dizi soruyu akla getirmektedir:

  • Sınavları ve sonuçları tartışırken unuttuğumuz bir kesim yok mu?
  • Odağa aldığımız sınavlar, sınav puanları ve yerleştirme sonuçları öğrencilerin ve velilerin yüzde kaçı için gerçekten bir anlam ifade ediyor?
  • Eğitim sistemi içindeki aktörler bu odaklanmayla birlikte neleri önceliyor ve neleri göz ardı ediyor olabilirler?
  • Üst perdeden şampiyonları, birincileri, yirmi birinci yüzyıl becerilerini, Endüstri 4.0 becerilerini konuşurken, en temel düzeyde yoksunlukları konuşmayı unutuyor olabilir miyiz?

Bu sorulara benzer pek çok soru sorulabilir. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gerçekleştirilen sınavlar ve değerlendirmeler gösteriyor ki öğrencilerimizin bir kısmı en temel düzeydeki bilgi ve becerileri kazanmaktan yoksun kalıyor. Üstelik biz de bu öğrencilerle ilgilenmiyoruz. Ulusal düzeyde yapılan sınavların puanlarında bir yıldan diğerine artış veya azalma doğrudan başarı artışı veya düşüşü olarak değerlendirilemez. Bu nedenle ulusal değerlendirmelerde daha çok öğrencilerin belirli düzeylerdeki sorulara ilişkin doğru cevap oranları bize bir fikir verebilir. Geçmiş yıllardaki değerlendirmelere baktığımızda matematik, fen bilimleri ve Türkçe gibi alanlarda temel düzeyde bazı soruların dahi öğrencilerin kayda değer bir kısmı tarafından doğru cevaplanamadığı görülmektedir. Ancak uluslararası değerlendirmeler yapısı itibariyle referans noktalarını esas alarak bir değerlendirme yapmaya olanak sağlamaktadır. Örneğin, TIMSS sonuçlarına göre Türkiye’de 8. Sınıf düzeyindeki öğrencilerin %6’sı ileri düzeyde matematik yeterliğine, %8’i ise ileri düzeyde fen bilimleri yeterliğine sahiptir. Bu oran TIMSS’e katılan tüm ülkeler için matematikte %5, fen bilimlerinde %7’dir. Diğer yandan Türkiye’de 8. Sınıf düzeyindeki öğrencilerin %58’i matematikte, %41’i ise fen bilimlerinde temel düzey ve altında yeterliğe sahiptir. Temel düzey ve altında kalan öğrenci oranı TIMSS’e katılan tüm ülkeler için matematikte %48, fen bilimlerinde %36’dır.

Bu bilgiler bazı öğrencilerin en temel düzeyde yeterlikleri dahi kazanmamış olmasının yalnızca bizim sorunumuz olmadığını gösteriyor. Ancak bu bilgiler aynı zamanda bizim ülke olarak belirli sayıda öğrenciye (uluslararası ortalama oran veya bu oranın biraz üzerinde) ileri düzeyde yeterlik kazandırabilirken, öğrencilerin kayda değer bir kısmını temel düzey veya temel düzey altında bıraktığımızı gösteriyor. Yukarıda söz edilen, başarıları ve birincilikleri üzerinde konuştuğumuz, başarılarını kutlama adına ritüeller oluşturduğumuz kesim ileri düzeydeki öğrenciler. Unuttuğumuz kesim ise temel düzeyde veya temel düzeyin altında kalanlar (ya da bıraktıklarımız). Eğitimcilerin, bürokrasinin ve siyasetin en az ileri düzeyde başarı gösteren öğrenciler kadar nüfusun yaklaşık %50’sini oluşturan unuttuğumuz kesime de ilgi göstermesi gerekir. Performansı düşük olan öğrencilerle ilgilenmek ve onların bilgi ve becerilerini geliştirmek hem bu kesimde yer alan bireylerin kişisel olarak gelecekteki refahının ve iyi olma hallerinin makul bir düzeye yükseltilmesi açısından hem de toplumsal ve ekonomik yararları veya getirileri açısından önem taşımaktadır.

Temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrencilerin performansının geliştirilmesi için başlangıç olarak makro düzeyde bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrenciler dediğimizde insandan söz ediyoruz. Yüzde elli bir istatistik değil, sadece bir yaş grubunda 600-650 bin civarında insanın yaşamından, geleceğinden, refahından veya yoksunluklarından söz ediyoruz. Bu nedenle birincileri ve şampiyonları konuştuğumuz kadar, temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrencilerin performansının nasıl geliştirilebileceğine de odaklanmalıyız. Endişe duymamız, üzerinde çalışmamız, daha iyi öğrenmeleri için çözüm üretmeye çabalamamız gereken asıl grup öğrenme yetersizlikleri olanlardır.

Temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrencilerin performansının geliştirilmesi için mikro düzeyde birkaç temel konuda yaklaşım, yöntem ve uygulama değişikliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değişiklikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Erken yıllarda destek sağlamak. Temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrenciler mevcut ortaöğretime geçiş sistemi içinde TEOG sınavı sonrasında yarıştan kopmaktadır. Akademik olarak beklentilerin tükenmesi yanında makul bir yaşam standardına erişmelerini sağlayacak seçeneklerin veya telafi mekanizmalarının da sunulamaması bir kırılma noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle ilkokulun ilk yıllarından başlayarak performans düzeyi düşük öğrencilere destek sağlanması gerekir. Daha üst sınıf düzeylerinde performans düzeyi yüksek ve düşük öğrenciler arasındaki fark daha fazla açıldığından, telefi edici ve destekleyici müdahalelerle aradaki farkı azaltmak daha da güçleşmektedir.
  • Eğitim öğretimin test ve sınav odaklı bir yaklaşım yerine öğrenci merkezli bir yaklaşım eksenine doğru evrilmesini sağlamak. Son 10-15 yıllık dönemde öğrenci merkezli eğitim, bireyselleştirilmiş eğitim programları ve öğrencinin ilgi ve ihtiyaçlarına göre eğitim gibi söylemler öğretim programlarında ve eğitim politikalarında yaygın olarak kullanılsa da, bu söylemlerin eğitim öğretim uygulamaları üzerinde etkisinin oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir. Uygulama sürecinin karmaşıklığı ve uygulamada karşılaşılacak durumların öngörülemez olması yanında uygulama sürecine ilişkin bilgi ve beceri kıtlığı da eğitimcileri uygulamaları iyileştirmeye odaklanmaktan çok, öğretim programları ve sınavlar gibi görece olarak daha kolay değiştirilebilir ve kısa sürede sonuç alınabilir alanlara yöneltmektedir. Böyle bir yaklaşım çoğunlukla okul düzeyinde test yoğunluklu bir öğretim uygulamasının benimsenmesine neden olmakta ve sınavlarla ilgili söylem ve kaygıların yoğunluğu bu uygulamalara bitek bir zemin sağlamaktadır. Diğer yandan veliler de çoğunlukla test ağırlıklı uygulamaların yararlı olacağına inanmakta ve döngüsel olarak bu inanç okuldaki uygulamalar için pekiştirici bir gerekçe oluşturmaktadır. Oysa test yoğunluklu öğretim uygulamaları özellikle öğrenme düzeyi daha düşük ve öğrenme hızı daha yavaş olan öğrenciler için öğrenme amacıyla kullanılabilecek değerli zamanın heba edilmesine neden olmaktadır. Ayrıca testlerde belirli sıklıklarla tekrarlanan başarısızlıklar öğrenilmiş çaresizlik duygusunu pekiştirerek uzun dönemde performansı kalıcı bir şekilde olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle test ve sınav odaklı bir yaklaşım yerine öğrenci merkezli bir anlayışla öğrencilerin somut öğrenme yaşantıları edinmelerini sağlayacak bir öğretim anlayışına yönelmek performansı düşük öğrencilerin daha iyi öğrenmesine katkı sağlayacaktır. Ancak bir tarafta sınav gerçekliği ile yüzleşirken, diğer taraftan test ve sınav odaklı bir yaklaşımın merkezi-kademeler arası geçiş sınavlarında da başarıya hizmet etmediğinin anlaşılması ve okul-veli-öğrenci ekseninde bu anlayışın değişmesi okul düzeyinde iyi bir iletişim ve planlı bir değişim ile gerçekleşebilir.
  • Velilerin ve öğrencilerin beklentilerini dikkate almak. Performans düzeyi düşük olan öğrencilerin velilerinin genellikle sesi en az duyulan kesim olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum çoğu zaman sesini en çok duyuran ve daha yüksek beklentilere sahip velileri daha çok dikkate almak gibi bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Göz ardı ettiğimiz veya unuttuğumuz öğrencilerin önemli bir kısmının velileri için temel sorun çocuklarının diğer öğrencilerle rekabet ederek birinci olması veya şampiyon olması değil, makul bir yaşam standardı veya makul bir geleceği temin edebilecek düzeyde öğrenmesidir. Bu öğrenmeyi sağlayabilmek için okulda öğrencinin öğrenme kapasitesine ve hızına uygun bir şekilde destek sağlanması gerekmektedir. Bir taraftan öğrencileri akademik olarak desteklerken, diğer taraftan öğrencilerin potansiyelleri ve hangi alanlarda hangi fırsat ve olanaklardan yararlanabilecekleri konusunda etkili bir rehberlik sunulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğrencileri ayrıştırmadan sınıf içinde katılımı ve akran öğrenmesini desteklemek. Eğitim ekosisteminin aktörleri söylem olarak yapılandırmacı yaklaşım, kapsayıcı eğitim, her öğrencinin öğrenebileceği, aktif öğrenme gibi söylemleri benimsemiş olmalarına karşın, bu söylemlerin sınıf içi uygulamalara yansıması oldukça sınırlı kalmaktadır. Yapılandırmacı yaklaşımdan hareketle “öğrenmenin sosyal bir etkinlik” olduğunu kabul ettiğimizde, bu kabul öğretim uygulamalarında öğrenciler arasında etkileşimi ve farklı öğrenme özelliklerine sahip öğrencilerin etkileşimini mümkün kılacak bir öğrenme ortamı oluşturmayı gerektirir. Performans düzeyi düşük öğrencilerin bir şubeye toplanması bu etkileşimi imkansız hale getirir. Yine kapsayıcı eğitim öğrencilerin ayrıştırılmasını değil, farklı öğrenme kapasitesine ve hızına sahip öğrencilerin bir arada ve birbirinden öğrenmelerini sağlayacak şekilde şubelere dağılımını gerektirir.
  • Etkili bir izleme ve değerlendirme ile öğrencilerin öğrenme eksiklerini belirleyerek öğretim sürecini sürekli olarak yeniden planlamak ve geliştirmek. Eğitim öğretim sürecinde öğretmenin sınıf içi uygulamaları veriye dayalı olarak sürekli geliştirilebilir. Temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrencilerin performansının geliştirilmesi için biçimlendirici değerlendirmeyi etkili bir şekilde kullanabiliriz. Öğretmen ölçme ve değerlendirme ile elde ettiği bilgileri kendi uygulamalarını gözden geçirmek için kullanabilir. Sınıf içinde öğrencilerin öğrenme eksiklerini belirleyerek, öğrenme eksiklerine bağlı bir öğrenme desteği sağlamak pek çok öğrencinin yol alabilmesi için önündeki küçük bir tümseği aşması anlamına gelebilir. Öğretmenin rolü önündeki engeli aşmasında öğrenciye küçük destekler sağlamaktır. Bu destek bazen bir kavramın yeniden öğretimi, bazen bir usta rolünde bir işin nasıl yapıldığının gösterimi, bazen de sadece önündeki engeli aşması için öğrenciyi cesaretlendirmek olabilir.
  • Öğrencinin akademik öğrenme dışındaki ihtiyaçlarını da dikkate alarak, onu bir insan olarak desteklemek. Akademik öğrenme bir insanın gelişiminin oldukça sınırlı bir boyutudur. Öğrencinin gelişimini bir insan olarak duygusal, estetik, toplumsal ve fiziksel boyutlarıyla bütünlük içinde ele almamız gerekir. Bireyin akademik öğrenme dışında kalan ihtiyaçlarının ve gelişiminin göz ardı edilmesi uzun dönemde hem akademik başarıyı hem de genel olarak iyi olma halini olumsuz etkiler. Bu nedenle okulların ve öğretmenlerin akademik kaygılarla sanat, spor, sosyal ve kültürel alanlardaki dersleri ve etkinlikleri ihmal etmemeleri gerekir. Bireyin gelişiminin bütün olarak ele alınması ve desteklenmesi, akademik boyutuyla duygusal, estetik, toplumsal ve fiziksel boyutların dengeli bir şekilde gelişmesini sağlayacaktır.

Yukarıda değinilen değişikliklerin çoğunluğu ilave bir maliyet gerektirmez. Aslında yeni bir mekana ya da yeni bir okula da ihtiyacımız yok. Sadece mevcut okul ve sınıf içinde ne yaptığımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Bütün öğrencilerin belirli bir düzeyde öğrenmesini sağlayan okullar, diğer okullarda fiziki mekanlarıyla ayrışmaz, daha çok eğitim öğretim anlayışları ve uygulamaları ile ayrışır. Siyasetin ve bürokrasinin söylemlerinde ve eylemlerinde unuttuğumuz öğrencilerin farkında olduğumuzu ve önemsediklerini göstermelerine ihtiyacımız var. Söylem ve eylem ekseninde bu değişiklik bir katalizör etkisi yaratabilir. Ancak; okul, müdürü kadar okuldur. Öğretmen ise öğrencinin gelişimini sağlayacak yegane aktördür. Bu nedenle temel düzey ve temel düzey altında performans gösteren öğrencilerin performansının geliştirilmesi okul ve sınıf düzeyinde ne yapıldığına bağlıdır. Unuttuğumuz %50 için bir şeyler yapmak, hem bireylerin hayatında hem de toplumun sosyal ve ekonomik geleceğinde fark yaratabilir.

Giderek daha fazla test ve sınav konuştuğumuz bir sarmalda çocuklarımızın bir kısmını; onların geleceğini ve kendi geleceğimizi unutmayalım.