Sınavlar Eğitim-Öğretime mi, Eğitim-Öğretim Sınavlara mı Uyum Sağlayacak?

Sınavlar Eğitim-Öğretime mi, Eğitim-Öğretim Sınavlara mı Uyum Sağlayacak?

Eğitim-öğretim yılına liselere geçiş ve üniversiteye geçiş sınavlarının nasıl değişeceğini tartışarak başladık. Eğitim-öğretim yılı başlamış, ortaöğretime geçiş sınav takvimi açıklanmış ve örnek sorular da yayınlanmıştı. Bu sınavların her birinin hangi dersleri kapsayacağı, kaç soru sorulacağı, sınavların kaç oturumda yapılacağı, sınav sonuçlarına göre yerleştirmenin nasıl yapılacağı gibi konular en az birkaç ay belirsizliğini korudu. İlgililer ve yetkililer tarafından açıklamalar yapıldı. Sonra aradan henüz birkaç hafta geçmişken yeni açıklamalarla yeniden değişiklikler olduğu duyuruldu. Bu arada oluşan belirsizliklerin sınıfa, öğretmene ve öğrenciye nasıl yansıdığı gözden kaçtı. Okul yöneticileri ve öğretmenler bir yandan olası düzenlemelere göre nasıl bir sınav hazırlık programı oluşturacaklarının telaşına düşerken, velilerden ve öğrencilerden gelen soruları da geçiştirmeye çalıştı.

Türk Eğitim Derneği olarak 2005 yılından bu yana sınavlar ve geçiş sistemi ile ilgili yaptığımız değerlendirmelerde sınavın içeriği, şekli, süresi ve puanların nasıl hesaplanacağı üzerine odaklı, dar bir bakış açısı ile oluşturulan her çözümün kendi sorunlarını yarattığına dikkat çektik. Sınavların nasıl yapıldığından önce niçin yapıldığının konuşulması, eğitimde öğrenme ve fırsat eşitliğinin geliştirilmesi gerektiğini belirttik. Bu tartışmaların yaşandığı süreçte de görüşlerimizi paylaşırken, temel sorunun sınavların şekli ve içeriği ile ilgili olmadığına, eğitimin kalitesi ve fırsat eşitliği ile ilgili olduğuna vurgu yaptık. Burada amacımız topu oyun sahasının dışına atmak değil, oyunun sahanın içinde oynanmasına katkı sağlamaktı.

Sınavları, yöntem olarak belirli geçerlik ve güvenilirlik ölçütleri çerçevesinde uyguladığınızda, aslında testlerin değişmesi ile sonucun çok da değişmediğini görebilirsiniz. Üniversiteye giriş sınavlarında birinci aşamadaki sınavdan (YGS) alınan puan ile ikinci sınavdan (LYS) alınan puan arasındaki ilişkinin yüksek olması, uluslararası değerlendirmelerde (öğrenciler aynı olmadığı halde, doğru örneklem alındığında) PISA performansı ile TIMSS performansı arasındaki ilişkinin yüksek olması gibi örneklerde bu durumu görebiliriz. Bunların her biri birer testtir. Bunların sonuçlarının nasıl kullanılacağının kararı, eğitim öğretim süreçleri üzerinde nasıl bir etki göstereceklerini belirler. Test sonuçlarına dayalı olarak sıralama yapıldığında, sınav içeriğindeki veya sınavın şeklindeki değişiklikler öğrenci için sıralamadaki yeri bakımından sonucu çok da etkilemeyebilir. Ancak sınavın içeriğinde, kapsamında veya şeklinde yapılan her değişiklik ne öğrenildiğini, nasıl öğrenildiğini ve nasıl öğretildiğini büyük ölçüde etkiler.

Türkiye’de öğrencilerin öğrenme performansı hakkında bilgi edinebileceğimiz sınırlı sayıda değerlendirme var. Bunlardan birinci gruptakiler PISA ve TIMSS gibi uluslararası değerlendirmeler. Bu değerlendirmeler uluslararası başarıyı ölçüt alarak veya uluslararası alanda belirli öğrenme düzeylerini ölçüt alarak ülkeler arasında karşılaştırma yapmayı amaçlar. PISA ve TIMSS gibi değerlendirmelerin önceliğinin küresel ölçekte ekonominin ihtiyacı olan insangücü yetiştirilmesine katkı sağlamak olduğu ortadadır. Üç ya da dört yılda bir yapılan bu uluslararası değerlendirmeler ülkelerin belirli alanlardaki performansları hakkında fikir edinmelerine katkı sağlamakla birlikte, küresel ölçekte eğitimin içeriğinin standartlaşmasını da beraberinde getirmektedir. PISA ve TIMSS bulgularına göre Türkiye’de derslerde öğretilen konular, bu değerlendirmelerde kapsanan konularla büyük ölçüde uyumlu gözükmektedir. Ancak aynı konuların öğretiliyor olması, aynı sonuçların alınabileceği anlamına gelmemektedir. Bu tür uluslararası değerlendirmeler paradigmal ve yöntemsel bakımdan kısıtlılıklarına karşın, eğitim sistemlerinin öğrenme çıktıları ve diğer temel değişkenleri açısından değerli bilgiler sağlamaktadır. Türkiye’de siyaset, bürokrasi ve eğitim topluluğunun uluslararası değerlendirmelerin sonuçlarına ilişkin tepkileri, büyük ölçüde reddetme-savunma refleksi veya yerinme şeklinde olmaktadır. Oysa PISA ve TIMSS sonuçları öğrenmenin geliştirilmesine yönelik çalışmalarla olumlu yönde de değerlendirilebilir.

PISA ve TIMSS’de uygulanan testler sonuçları itibariyle bireysel olarak öğrenciler açısından bir sonuç doğurmamaktadır. Bu nedenle de eğitim öğretim süreçleri üzerinde doğrudan bir etkisinin olması da söz konusu değildir. Sonuçları öğrencilerle ilgili kararlarda kullanılan merkezi sınavlar ise doğrudan eğitim öğretim süreçlerinde ne öğretildiğini, nasıl öğretildiğini ve öğrenildiğini belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, sınavlarla ilgili bir değişiklik söz konusu olduğunda eğitim öğretim üzerindeki etkileri ile birlikte düşünmek gerekir. Sınav öğretim programına, öğretim programının çıktılarına ve öğretim programında tasarlanan yaklaşım ve yöntemlere uymuyorsa, sınıftaki öğretim ve dolayısıyla öğrencinin öğrenmesi sınav ile uyumlu hale gelerek öğretim programından uzaklaşır.

Ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavları, bu sınavlarda kullanılan soruların niteliği ile birlikte değerlendirildiğinde, sınırlı ölçekte de olsa öğrenme performansı hakkında bilgi verebilir. Ancak bu sınavların öncelikli amacı öğrenme performansını değerlendirmekten çok öğrencilerin bir üst öğretim kurumuna yerleştirilebilmesi için sıralama yapmaktır. Türkiye’de eğitim sisteminin temelde meşgul olduğu konu da bu yerleştirmenin nasıl yapıldığı konusudur. Sınavlarla ilgili her değişikliğin değişmez iki varsayımı var: “öğrencilerin stresinin azaltılması” ve “okul eğitiminin daha önemli hale gelmesi”. Bütün bu değişikliklerde değişmeyen gerçeklik ise öğrencilerin bir sınav sonucuna göre sıralanarak hangi liseye gideceklerinin veya hangi üniversitenin hangi programına gideceklerinin belirlenecek olması. Bu nedenle sınav önemlidir. Yine bu nedenle; sınavda ne sorulduğu, hangi konuların kapsandığı, soruların şekli eğitim öğretimle ilgili neredeyse her şeyi dikte eder hale gelmektedir.

İdeal olarak ölçme ve değerlendirme sürecinin öğrenme hedefleri ve çıktıları ile mükemmel bir şekilde uyumlu olması beklenir. Öğrencinin, velinin ve öğretmenin algısına göre “öğrencinin geleceğinin, hayatının geriye kalan kısmının belirleyicisi” bir sınavda bu uyum son derece önemlidir. Türkiye’de sınavın öğretim programı ile uyumu söz konusu olduğunda genellikle sınav sorularının öğretim programının kapsamı içinde olup olmadığına bakılır. Sınavın öğretim programında hedeflenen çıktıların ne kadarlık bir kısmını kapsadığına veya nelerin dışarıda bırakıldığına bakılmaz. Sınava bu kadar büyük önem atfedilen veya sınavın bu ölçüde belirleyici olduğu bir durumda, sınavda sorulmayan şeyler sınıftaki öğrenmenin de kapsamı içinde yer almayacaktır. Türkiye’de öğretim programlarında üst düzey bilişsel becerilerin ve eleştirel düşünmenin geliştirilmesinin amaçlandığı belirtilmektedir. Örneğin Fen Bilimleri dersinde “öğrencilerin, dünyayı anlamak için araştırmalar yapması ve bilimsel sürece doğrudan katılarak bilimsel bilginin nasıl geliştiğini anlaması …, öğrencilerin mühendislik ve bilim arasındaki bağlantıyı kurmalarına, disiplinler arası etkileşimi anlamalarına ve öğrendiklerini yaşantısal hâle getirerek dünya görüşü geliştirmeleri…” hedeflendiği ifade edilmektedir. İlköğretimin sonunda öğrencilerin “geleceğini belirleyen” bir sınavda dünyayı anlamayı gerektiren bir içerik yoksa, disiplinler arası etkileşimi anlamayı gerektiren bir soru yoksa veya mühendislik ile bilim arasında bağlantı kurmayı gerektiren bir beceri ölçümlenmiyorsa, sınıfta öğretilmesini beklemek de gerçekçi olmayacaktır. Testlerde yer almayan konular ve kazanımlar sınıfta da öğretilmez ve öğrenilmez. Bu konuları öğretmeye çalışan öğretmenler ise çoğu zaman “öğrencileri boş şeylerle meşgul etmekle” yargılanarak, talepleri karşılamak ile meslekleri adına doğruları yapmak arasında bir ikilem yaşarlar.

Testler çoğunlukla görece olarak daha kolay soru hazırlanabilecek ve yanıtların daha kolay puanlanabileceği konulara odaklanırlar. Bu durumda uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme basamaklarında öğrenme çıktılarının değerlendirilmesi göz ardı edilebilmektedir. Açık uçlu sorular veya daha üst düzey becerileri ölçen sorular sorulması gündemde olmakla birlikte, bu tür soruların hazırlanması ve değerlendirilmesi için gerekli alt yapının hazır olmadığı görülmektedir.

Sınavlarla veya sınavlarda kullanılan soru türü, içerikleri ve şekilleri ile ilgili her değişiklik sadece eğitim öğretim süreçlerini biçimlendirmekle kalmamakta, aynı zamanda sınava hazırlık yayınları, kursları, etütleri veya özel dersler de sınava göre şekillenmektedir. Sınav içeriği ile öğretim programındaki kazanım ve içerik uyumu ne kadar zayıfsa, okul dışındaki sınav sektörü o ölçüde güçlenmekte ve okul ikinci planda kalmaktadır. Bunun da ötesinde, sınav kapsamında yer almayan dersler ve eğitim öğretim etkinlikleri fiili olarak uygulanamaz hale gelmektedir. Burada not etmek gerekir ki, sınava dahil olmayan dersler ve eğitim öğretim etkinliklerinin önemli hale gelmesini sağlamanın yolu, okulda gerçekleşen her türlü sosyal, sportif, sanatsal ve kültürel etkinliği puana dönüştürerek sayısallaştırmak değildir. Sosyal, sportif, sanatsal ve kültürel etkinlikler ve bu etkinliklere katılım öğrenci için kendi içinde bir değer olup, bu etkinliklerin sayısallaştırılması aynı zamanda değerin dışsal hale getirilmesi anlamına gelecektir. Bu tür değerlendirmeler, bir seçme işleminde adaylar hakkında nitel öğelerin de dikkate alınması halinde kullanılabilir.

Kısa ve orta vadede ortaöğretime ve yükseköğretime geçişte merkezi sınavların varlığının devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu durumda okuldaki eğitim öğretim ile sınavların uyumunu sağlayacak önlemler alınması gerekmektedir. “Eğitim öğretimi sınava uydurmak” yerine, sınavın eğitim öğretim ile uyumlu hale gelmesi, okulda öğrenmenin desteklenmesine ve öğrenme çıktılarında performansın geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Bunu sağlamak için öncelikle öğretim programı-sınav uyumunun sağlanması gerekir. Öğretim programı öğrenme çıktıları olarak üst düzey becerileri, akıl yürütme, değerlendirme yapma gibi becerileri hedefliyorsa, sınav içeriğinin de bu becerileri kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekir. Öğretim programları ile sınav içeriğinin uyumlu hale getirilmesinde, soruların öğretim programı kapsamında olması yetmez. Aynı zamanda soruların öğretim programındaki konu, kazanım ve farklı düzeyde bilgi ve becerileri dengeli biçimde örneklemesi gerekir. Diğer taraftan sınıf içi öğretme ve öğrenme yaklaşım ve yöntemleri ile ölçme ve değerlendirme yöntemlerinin de öğretim programı ile uyumu sağlanmalıdır.

Sonuç olarak eğitim öğretimi sınava uydurmak yerine, “tasarlanan program = uygulanan program = ölçülen program” uyumunun sağlanması halinde okul ve sınıf öğrenmenin merkezi haline gelebilir. Tasarlanan program ile uygulanan program uyumu, sınavlarda neyi/nasıl ölçtüğümüzden etkilenmekle birlikte, programın amaçlandığı şekilde uygulanabilmesi aynı zamanda öğretmen yeterlilikleri ve okul ortamı ile ilgili niteliklere de bağlıdır. Uygulanan program ile ölçme ve değerlendirmenin içeriğinin uyumlu olması ise daha çok ölçme ve değerlendirme alanında standartların oluşturulması ve teknik kapasitenin oluşturulmasına bağlıdır. “Tasarlanan program = uygulanan program = ölçülen program” uyumu sağlanamadığı takdirde sınavlardaki değişikler, geçmişte ve bugünkü gerekçelerle belirli aralıklarla tekrarlanarak devam edecektir.