İnsanın Doğadan Öğreneceği Çok Şey Var
Ders kitaplarına, öğretim programlarına, okullara ve eğitime abartılı anlamlar yüklenmesi yeni bir olgu değil. Bu abartılı anlam yüklemelerin arkasında çoğu zaman belirli bir davranışın, tutumun ve değerin insanların bir içeriği okuması, dinlemesi veya söz konusu davranışın, tutumun ve değerin adını taşıyan bir dersin alınması yoluyla kazandırılabileceği varsayımı yer alıyor. Bugüne kadar keşfedebildiğimiz canlılar dünyasında çocuklarına yaşamını sürdürmesi için gerekli bilgi, beceri, davranış, tutum ve değerleri kazandırmak için adı okul olan bir kurum inşa eden ve doğal ortamından ayırıp yıllarca eğitim veren tek canlı insan. Eğitim düzeyinin artmış olmasının, hatta insanların üniversite eğitimi almış olmalarının, insanların hemcinsleri ve diğer canlılarla ilişkilerinde çevrelerine daha saygılı ve daha sürdürülebilir bir yaklaşım geliştirmelerine ve doğanın kendi sorunlarına çözümler üretme yollarından dersler çıkarmalarına ne kadar katkı sağladığı oldukça kuşkulu görünüyor.
Bazen öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki, bu olaylar eğitim adına yapılan her şeyi, ana akım eğitim öğretim varsayımlarını ve uygulamalarını temelden sorgulamayı zorunlu kılıyor. Böyle bir olayı yakın zamanda yaşadık. Jeologların 12 bin yıllık geçmişi olduğunu ifade ettikleri Dipsiz Göl, define aramak gibi bir gerekçe ile kurutuldu. Bu göl canlı ekosisteminin de bir parçasıydı. Canlı ekosisteminin ayrılmaz bir parçası olan bir yaşam alanı insan eliyle yok edilebiliyor. Sadece bir göl kurutulmuyor; bu gölün içindeki yaşam yok oluyor, çevresindeki canlı yaşamı kalıcı bir şekilde zarar görüyor. Bu zararın boyutlarını konunun uzmanları daha iyi değerlendirebilir, ama canlı yaşamının bir kısmının yok edildiği ve bir kısmının da ciddi zarar gördüğü kesin. Doğaya ait bir hazineyi kaybettiğimiz de kesin. Bizim eğitimi sorgulamamıza neden olan şey, bu olayın nasıl gerçekleştiği ile ilgili. İnsanın define aramak gibi bir nedenle bu kadar kıymetli bir hazineyi yok etmesi, canlı varlığına yönelik bu derece ağır bir eylem, bir kişilik bir eylem olsaydı, bir bireyin akıl dışı davranışı olarak görülebilirdi. İnsanın aklı böyle bir şeyin gerçekten olmuş olabileceğini dahi algılamakta zorlanabilir. Ancak söz konusu yok edişin, bu hazineyi korumak için eğitim almış ve bu hazineyi korumak için görevlendirilmiş kişilerin ve kurumların izni ve nezareti ile gerçekleşmiş olması, yani kurumsal ve kolektif eylemle gerçekleşmiş olması, okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm kademelerde eğitimi ve bu eğitimde insanın doğa ile olan ilişkisinin nasıl kurgulandığını temelden sorgulamamızı zorunlu kılıyor. Bunca yıllık okul eğitiminin sonunda hala, Dipsiz Göl özelinde, insan ile doğa arasındaki ilişki nasıl bu kadar yıkıcı olabilir?
Görsel Kaynak: https://www.ntv.com.tr/
Kuşkusuz ki bu olayda yönetsel ve hukukî süreçlerin nasıl işlediği de ayrı bir sorun. Biz burada bu konunun eğitim öğretim boyutunda sorgulamalarımızdan hareketle, daha geniş bir perspektifte eğitim öğretim sürecinde insanın doğa ile ilişkisini biyomimikri disiplini çerçevesinde nasıl ele alabileceğimizi irdeleyeceğiz. Biyomimikri henüz Türkiye’de büyük ölçüde dikkatlerden uzak kalan, ama pek çok ülkede hem eğitimde, hem de bilim ve teknolojide hızla yaygınlaşan ve uygulama alanı bulan bir kavram. Bu kavramın bir sözcük olarak ilk kullanımı 1982 yılı olarak belirtilmekle birlikte, Janine M. Benyus’un “Biomimicry: Innovation Inspired by Nature (Biyomimikri: Doğadan İlham Alan Yenilik)” kitabının 1997 yılında yayımlanması biyomimikrinin bir çalışma alanı olarak gelişiminin başlangıcı kabul edilir 1.
İnsanın üretim yaparken doğayı tüketişi, tüketimi ile doğaya verdiği zararın boyutları bir yana, insanın define bulmak gibi bir gerekçe veya çıkar için doğaya karşı eylemlerinin geldiği nokta, eğitim öğretimde insan-doğa ilişkisine dair bir kırılma noktası olabilir. Mevcut paradigma ile devam edilmesi halinde yeryüzü diğer canlılarla birlikte insan için de yaşanabilir bir yer olmaktan hızla uzaklaşıyor. Doğada canlıların nasıl ürettiği, nasıl tükettiği ve karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden nasıl geldiklerine derinlemesine bakmak, insanın diğer canlılara ve hemcinslerine karşı davranışlarını esaslı bir şekilde değiştirebilir. Tam bu noktada biyomimikri eğitim öğretimin yönetiminde, içeriğinde, uygulamalarında ve süreçlerinde yeni bir paradigmaya geçişin kapısını aralayabilir.
Dipsiz Gölü insandan başka bir canlı kurutamazdı. İnsanın doğa ile ilişkisi daha çok doğada olan şeyleri tüketmenin daha düşük maliyetle, daha kitlesel ölçekte ve daha büyük bir hızla gerçekleştirilmesi üzerine kurgulanmış gibi gözüküyor. Bir yandan da doğayı tüketmede en büyük payı olanlar, doğanın korunması ve doğa ile ilişkiler üzerine “tembel romantizm” türü söylemler üretmeye devam ediyor. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında ve içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk 19 yılında eğitimin gelir eşitsizliğini azaltması, daha insancıl ve daha demokratik bir toplum oluşturması, insanlığın çatışmalarını yapıcı bir şekilde çözümlemesi, sürdürülebilir bir çevre bilinci geliştirmesi gibi yüksek beklentiler oluştu. Bu beklentiler halâ devam ediyor ve etmeli. Ancak eğitim öğretim süreçlerinde bugüne kadar yaptıklarımızla bu beklentilerin gerçekleşmediği de apaçık ortada. Çoğunlukla bu beklentilerin karşılanması adına iki seçenekten biri tercih ediliyor: öğretim programlarına yeni dersler ekleniyor veya mevcut derslere yeni kazanımlar/içerikler ekleniyor. Yukarıda sözü edilen Dipsiz Göl vakası sadece bir örnek. Ama sadece bu örnek üzerinden gittiğimizde bile, eğitimli olmanın bu gölü korumak için daha fazla bilinç ve duyarlılık geliştirmesi beklenirdi. Oysa kurumsal izinler ile ağır iş makinelerini kullanabilme becerileri bir araya gelerek muazzam bir tahribat gücü sergiledi. Çevreyi ve doğayı korumak gerektiğini okulda öğrenen tek canlı olmasına rağmen, yeryüzünde Dipsiz Göl’ün başına gelenleri yapabilecek veya kasıtlı olarak yapacak insandan başka bir canlı yoktur.
Türkiye’de zorunlu eğitimi tamamlayıp da “… sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el unmaz” dizesini okumayan veya duymayan olabilir mi? 1968 Öğretim Programı dâhil olmak üzere, çevrenin ve doğanın korunmasına yönelik hedef davranış veya kazanımların yer almadığı bir öğretim programından söz edilebilir mi? Bu öğretim programlarında çevre ve doğaya ilişkin daha fazla içerik yer alsaydı acaba sonuç farklı olabilir miydi? Olamadı… Öyleyse sorunu öğretim programlarına yeni içerikler veya dersler eklemenin ötesinde ele almaya ihtiyacımız var. Bu konuda yeni bir yaklaşım ve bakış açısı kazandırmada biyomimikri kavramı bize ipuçları sağlayabilir.
İnsan en etkili ve sürdürülebilir buluşlarını doğadan ilham alarak gerçekleştirdi. Her ne kadar biyomimikri bir disiplin olarak yakın geçmişte çalışılmaya başlanmış olsa da insan yüz yıllardır doğanın kendi sorunlarına nasıl çözümler ürettiği, doğada sistemlerin, tasarımların, süreçlerin nasıl işlediğini örnek alarak, bunları taklit ederek kendi güçlüklerinin üstesinden gelmeye çalıştı. İlk uçuş denemelerinde kuşların kanatlarındaki tasarımın, güneş enerjisinden yararlanmada yaprakların güneş enerjisini nasıl aldığı ve dönüştürdüğünün, yapıştırıcıların geliştirilmesi ve daha güçlü fiber materyallerin geliştirilmesinde doğadaki tasarımların, örümcek ağlarının örnek alınması, uzay araştırmalarında ve seyahatlerinde doğadaki tasarımlardan ilham alınması, yapay zeka uygulamalarında canlıların nasıl öğrendiği ve davrandığından hareketle modellemelerin yapılmasına kadar pek çok alanda doğa insan için model, ölçü ve mentor olarak işlev gördü 2, 3 . Yakın geçmişte pervaneler doğadaki anaforlar veya burgular örnek alınarak yeniden tasarlandı. Doğayı örnek alarak geliştirilen pervaneler, geleneksel pervanelere göre %85 daha az elektrik enerjisi tüketiyor 4. Bu pervanelerin kullanım alanlarının yaygınlığı dikkate alındığında, basit gibi gözüken bu gelişmenin küresel ölçekte muazzam bir enerji tasarrufu sağlayacağı açık.
Doğadaki canlılardan ilham alarak tasarımlar yapmak, çözümler üretmek, yeni teknolojiler geliştirmek insanın bilim, mühendislik, tıp gibi alanlarda sıkça başvurduğu bir yaklaşım. Ancak insanın yaşanabilir bir dünyanın sürekliliğini sağlaması, sorunlara sürdürülebilir çözümler üretmesi, insanın diğer canlıların varoluşlarını, öğrenme, enerji, beslenme, barınma ve birlikte yaşama gibi alanlardaki güçlüklerini nasıl aştıklarını anlamak için merakla doğaya bakmayı, doğayı örnek almayı ve doğayı bir öğretmen olarak görebilmeyi deneyimlemesine bağlı.
İnsanın öğrenirken de doğadan öğreneceği çok şey var. Doğadan öğreneceklerinin başında doğayı örnek alarak kendi sorunlarına sürdürülebilir çözümler üretmek; teknolojik, ekonomik, örgütsel ve toplumsal sorunlarının üstesinden gelmek için doğanın kullandığı tasarımları ve süreçleri ilham kaynağı olarak kullanabilmek geliyor.
Eğitim öğretim süreçlerini doğanın kanunları, stratejileri ve ilkelerini esas alarak bir yeniden yapılandırma ihtiyacı olduğu açık. İnsanın doğa ile ilişkisi avcı ve toplayıcı toplumlardan endüstri 4.0’a kadar sürekli değişti. Bu süreçte gelişme olarak adlandırdığımız ya da teknolojik ilerleme olarak gördüğümüz pek çok değişim insanın doğaya hakim olması ve doğayı yenmesi gibi bir arzu ve anlayış ile gerçekleşti. Biyomimikri ise insan doğa ilişkisini tamamıyla doğanın kanunları, stratejileri ve ilkelerini temel alarak yeni bir zeminde ele alıyor. Biyomimikri doğanın kanunları, stratejileri ve ilkelerini şu şekilde özetler 5, 6:
- Doğa güneş enerjisi ile işler.
- Doğa sadece ihtiyacı olan enerjiyi kullanır.
- Doğa biçim ile işlevi örtüştürür.
- Doğa her şeyi geri dönüştürür.
- Doğa işbirliğini ödüllendirir.
- Doğa çeşitliliğe dayanır.
- Doğa yerel odaklanmaları talep eder.
- Doğa kendi içindeki fazlalıkları kontrol altında tutar.
- Doğa gücün ve enerjinin sınırlılıkları ile baş eder.
- Doğa her şeyi tabandan yukarıya doğru inşa eder.
- Doğa maksimizasyondan daha çok optimize eder.
- Doğa uyum sağlar ve evrilir.
- Doğada ilişkiler simbiyotiktir.
- Doğada bütün parçalar toplamından daha fazlasıdır.
Öğretim kurumlarının örgütlenmesinde doğadaki biçim ile işlev uyumu yol gösterici olabilir. Doğanın kanunlarını, stratejilerini ve ilkelerini anlamak doğa ile olan ilişkimizi esaslı bir şekilde değiştirebileceği gibi, eğitim öğretimde örgüt yapısı ve yönetimden öğrenme içerik ve uygulamalarına kadar geniş bir alanda yeni bir çığır açma potansiyeline sahip. Eğitim kurumlarının yapısı ve yönetimi çoğunlukla işlevler ile uyumlu bir şekilde yapılandırılmadığı için verimli işlemiyor. İşlevler değişiyor ama yapı bununla uyumlu bir şekilde değişmiyor. Çünkü çoğunlukla yapı işlevden bağımsız olarak tasarlanıyor. Bu tasarım ise doğadaki temel matematiksel kanunlar ile uyumlu değil. Örgüt tasarımında bir yapı/iskelet oluşturuluyor ve bu iskeletin üzerine sürekli yeni ağırlıklar, yeni yükler konuyor. Örgütün yapısı ve iskeletinin ilave edilen ağırlığı ve karmaşıklığı kaldıramayacağı matematiksel olarak öngörülebilir bir durum 7. Örneğin, eğitim sisteminde yaklaşık 100.000 öğretmen varken tasarlanan yapının ve iskeletin öğretmen sayısı 1.000.000’a çıktığında üzerine eklenen bu kadar ağırlığı ve yeni işlevleri kaldırması mümkün değil. Okul düzeyinde sınıf düzeyinde de yeni işlevler eklenirken, bu işlevleri yerine getirecek yapısal unsurlar yeniden tasarlanmıyor. Mevcut yapının okul düzeyinde içerik geliştirmeden ölçme ve değerlendirmeye kadar pek çok işlevi mevcut yapı ile gerçekleştirmesi bekleniyor. Oysa doğadaki sistemler bu şekilde davranmıyor.
Doğa gelişmeye tabandan başlar. Bir canlının iskeletinin kaldıracağından fazla ağırlık eklemez üzerine ya da bir bitkinin kaldıracağından fazla dal oluşmaz gövdenin üzerinde. Karınca veya termit kolonilerindeki milyonlarca canlı, arı kovanlarındaki çok sayıda arı işleyişte bir kaos yaşamaz. Diğer pek çok canlı türünün topluluk halinde yaşamında bir uyum ve sistematik vardır. Canlılar dünyası mühendislik alanlarında gözle görülür bir etki yaratıyor. Ancak biyoloji aynı zamanda toplumsal ve örgütsel sorunların çözümünde, okullar dâhil olmak üzere örgütlerin etkililiğinin artırılmasında araçlar, süreçler ve çözümlere ilham kaynağı olma potansiyeline sahip. Çünkü doğanın araçları, süreçleri ve çözümleri insan yapımı olanlara göre çok daha kalıcı ve sürdürülebilir niteliklerle donanmış 8.
Canlılar dünyası model, ölçü ve mentor olarak öğrenmeyi anlamlı ve sürdürülebilir hale getirebilir. Canlılar ile etkileşim öğrencilerde merakı, sürdürülebilir tasarımlar ve çözümler üretme becerisini geliştirebilir. Einstein’ın tabiri ile “doğanın daha derinliklerine baktığınızda her şeyi daha iyi anlarsınız” 9. Her şeyi daha iyi anlamak, doğayı model, ölçü ve mentor olarak alabilmek için eğitim öğretim süreçlerinde ne yaptığımızı temelden sorgulamaya ihtiyacımız var. Çocukları bir anlığına da olsa doğa ile baş başa bıraktığınızda, bir patikadan yürüdüklerinde, bir sahile adım attıklarında veya doğadaki canlılarla etkileşim ortamı bulduklarında doğal bir merak oluşur. Bu merak çocuğun zihninde sorular canlandırır, kendiliğinden denemeler yapar, bu denemelerde keşfeder ve yaratıcı fikirler geliştirir. Olup biteni, senaryosunu kendisinin oluşturduğu ve sürekli olarak yeniden uyarladığı bir oyun içinde anlamlandırmaya başlar.
Çocukluğumuzda arıların poleni nasıl topladıkları ve bacaklarında nasıl taşıdıklarını, kuşların yavrularını nasıl beslediklerini, karıncaların kışlık yiyeceklerini taşımak için tek başına taşıyamadıkları yiyecekleri işbirliği yaparak nasıl taşıdıklarını, ateş böceklerinin ışıklarının nasıl oluştuğunu bitmek tükenmek bilmeyen bir merakla gözlemlemeye ve anlamaya çalışırdık. Canlılardan bazılarının barınaklarının neden yer altında, bazılarının neden ağaçların dalları arasında, bazılarının ise neden suyun içinde olduğunu anlamaya çalışırdık. Suyun içinde olan canlıyı bir süre su dışına çıkardığımızda ne olduğunu anlamaya çalışırdık. Canlıların kendi güvenliklerini nasıl sağladıklarını gözlemlerdik. Doğanın gücün ve enerjinin sınırlılıkları ile nasıl baş ettiğini; bitkilerin toprağın yapısına, kuraklığına veya sulaklığına, farklı yükseltilere göre nasıl çeşitlendiğini gözlemlemek ve anlamak doğal olarak oluşan merakımızın sonucuydu. Bunların her biri doğanın derinliklerine, daha derinliklerine bakmayı sağlayan çabalardı. Kimse bunları öğrenmemiz için bir şey yapmamıştı ya da bizi belirli bir zaman dilimi, belirli bir içerik ve belirli bir işlem sırası ile sınırlandırmamıştı. Bütün bunları yaparken, yetişkinlerden çok akranlarımızla birbirimize sorular sorduk, keşfettiğimiz anlamları akranlarımızla paylaştık. Okul merakı, ilgiyi ve her çocuğun kendi dünyasını anlamlandırmasını öğrencilerin bunları yapmasına, diğer canlılarla bağ kurmasına izin verdiği ölçüde destekleyebilir.
Okul insan doğa ilişkisini sürdürülebilir bir dünya ve sürdürülebilir bir yaşam için sağlıklı bir şekilde geliştirmek istiyorsa, çocukla doğanın ilişkisinin sürekliliğine imkân tanımalıdır. Bu ilişki merak-deneme-yaratıcılık-oyun döngüsü içinde canlılığını ve sürekliliğini koruduğu sürece, okul insan ile doğa arasındaki ilişkiyi engellemediği sürece bu ilişkisi sağlıklı bir zeminde gelişebilir.
Biyomimikrinin eğitim öğretim süreçleri ile bütünleştirilmesi doğada ne olup bittiğini anlamak ve sorgulamakla başlar. Başlangıç noktası insanın karşılaştığı güçlükler ve sorunlarla doğanın nasıl baş ettiğini sorgulamak, bu durumda doğa ne yapardı veya ne yapıyor sorusuna cevap aramak olabilir. Canlıların 3,8 milyar yıldır bu dünyada var olduğu, bu dünyada varlıklarını sürdürmek için “kolektif olarak kayaları ve denizleri yaşanabilir bir yer haline getirdikleri…, bizim yapmaya çalıştığımız her şeyi fosil yakıtları kullanmadan, gezegeni kirletmeden, geleceklerini tehlikeye atmadan yaptıklarını” biliyoruz 10. Sorunların çözümü ve sürdürülebilir bir yaşam için bundan daha iyi bir model olabilir mi? Bu noktadan hareketle eğitim öğretimde canlı yaşamının bir model olarak alınması gerekir. Doğayı model alarak gözlemlemek ve ölçümlemeler yapmak, doğanın kanunlarını, stratejilerini ve ilkelerini yol gösterici veya mentor olarak almak, canlılar dünyasının bir parçası olarak insan olmaya dair yeni bir anlayış oluşturmayı sağlayabilir. Teknoloji, doğadaki canlı yaşamın sürdürülebilirliğini nasıl sağladığından ilham alarak yaşamı daha önce hiç olmadığı kadar zenginleştirebilir ya da doğayı tüketmeye ve doğaya hükmetmeye çalışarak bu teknolojiyi geliştiren insanın kendi yok oluşunu hızlandırabilir.
Dipnotlar:
- Benyus, J. M. (2002). Biomimicry: innovation inspired by nature. New York: Perennial. ↩
- Benyus, J. M. (2019). An introduction to Biomimicry, https://nextnature.net/2019/01/biomimicry-primer adresinden erişildi. ↩
- Mendez, E. ve E. (2019). MarcumDeep Learning with Biomimicry. https://jods.mitpress.mit.edu/pub/d8an1bja adresinden erişildi. ↩
- Rogers, K. (2019). Learning from Nature: SEI’s Biomimicry Curriculum Sparks Innovation in the Classroom. https://greenschoolsnationalnetwork.org/learning-from-nature-seis-biomimicry-curriculum-sparks-innovation-in-the-classroom/ adresinden erişildi. ↩
- Benyus, J. M. (2002). A.g.e. ↩
- Priesnitz, W. (2019). Unschooling is Education Inspired by Nature. http://www.lifelearningmagazine.com/1102/education_inspired_by_nature.htm adresinden erişildi. ↩
- Woolley-Barker, T. (2016). Want to build an organization that lasts? Create a superorganism. https://biomimicry.org/create-a-superorganism/ adresinden erişildi. ↩
- Woolley-Barker, T. (2016). A.g.e. ↩
- Priesnitz, W. (2019). A.g.e. ↩
- Benyus, J. M. (2002). A.g.e. ↩