Beni Öğrenci Olarak Görmeden Önce İnsan Olarak Görün

“Beni Öğrenci Olarak Görmeden Önce İnsan Olarak Görün”

Bu söz ilköğretim sekizinci sınıfta okuyan bir öğrenciye ait. İlköğretim okulu öğrencileri, öğretmenler, veliler, yöneticiler ve sınıf öğretmenliği son sınıf öğrencilerinden oluşan yaklaşık 70 kişinin bulunduğu bir ortamda öğrenme ve öğretmenin nasıl geliştirilebileceği; temel eğitim seviyesinde okulların sorunları ve çözüm önerileri konuşuluyor. Zaman ilerledikçe konuşmaların odak noktası konuşan kişilerin konumlarına göre şekillenmeye başlıyor. Orada bulunanların kendi bakış açılarından söyledikleri ana hatları ile şunlar:

  • Okul yöneticileri finansal kaynakların yetersizliği, okullara özel bütçe ayrılmaması, yöneticilikte dört yıllık süre sınırlaması, öğrenci sayısının fazlalığı, velilerin eğitim düzeyinin düşük olması, maaş ve özlük haklarının yetersizliği gibi sorunlardan yakınıyor.
  • Öğretmenler sistemin merkeziyetçi olması, bazı okullarda sınıfların kalabalık olması, kaynaştırma öğrencileri ile ilgili güçlükler ve bu konuda kendilerine sağlanan desteğin yetersizliği, öğretim programı ve öğretim materyallerinin yerel koşullara uygun olmaması, öğrencilerin motivasyonunun düşük olması, öğrencilerin okula akıllı telefon getirmeleri, ailelerin çocuklarının eğitimi ile yeterince ilgilenmemesi ve TEOG ile ilgili kaygılarından söz ediyor.
  • Aileler ise çocuklarının kaçıncı sınıfta olduğundan bağımsız olarak sistem değişikliği, TEOG yani merkezi ortak sınavlar, aileler arası rekabet, çocukların ders dışı şeylerle ilgilenmesi gibi konularda kaygılarını paylaşıyor.
  • Sınıf öğretmenliği son sınıf öğrencileri öğretmenlik ataması ve mülakat ile ilgili kaygılarını dile getiriyor.
  • Öğrenciler ise daha farklı şeyleri konuşuyor. İlköğretim öğrencilerinin konuşmalarında okullarda tuvaletlerin temizliği, okulun genel olarak temiz, düzenli ve hijyen koşullarına uygunluğu, okulda oyun alanlarının yetersizliği, temiz içme suyu sağlanması, tam gün eğitim yapan okullarda beslenme, öğretmenlerin öğrencilere daha anlayışlı ve nezaketli davranmaları, anne babaların başarı için baskı yapması, okulda müzik, beden eğitimi ve görsel sanatlar derslerinde müzik, spor ya da resim yapmak yerine başka bir ders işlenmesi, okulda yetişkinlerin iyi örnek oluşturacak şekilde davranmaları, öğretmenlerin okul kapısı önünde sigara içmelerinin yanlışlığı gibi konular öne çıkıyor. Bütün bunları yaklaşık 70 kişinin bulunduğu salonda sayıları 4-5 kişiyi geçmeyen ilköğretim öğrencileri bir çırpıda söyleyiveriyor.

Yetişkinler kendi sorunlarını tartışmaya devam ederken, nihayet bir öğrenci son noktayı koyuyor: “Beni öğrenci olarak görmeden önce insan olarak görün”… Bu yetişkinlere bir başkaldırı olduğu kadar son derece akıllıca bir çağrı aynı zamanda. “Birazcık empati yapın” demek istiyor.

Burada gözlemlediğimiz tablo ile birlikte OECD’nin 2017 Nisan ayı içinde, PISA 2015 değerlendirmesinin devamı olarak yayımladığı öğrencilerin yaşam memnuniyeti ile ilgili rapordaki bulguları bir kez daha düşünmeliyiz. Bu rapordaki bazı bulguları şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Türkiye’deki 15 yaş grubu öğrenciler, OECD ülkeleri içinde yaşam memnuniyeti en düşük öğrenciler (10 üzerinden 6.12; OECD ülkeleri ortalaması 7.31).
  • Pek çok ülkede başarı düzeyi bakımından üst %25’lik dilimdeki öğrencilerin yaşam memnuniyeti alt %25’lik dilimdeki öğrencilerin yaşam memnuniyetinden daha yüksek olmasına karşın Türkiye’de 15 yaşındaki öğrenciler için durum bunun tam tersi. Daha başarılı olan öğrencilerin; yani üst %25’lik dilimdekilerin yaşam memnuniyeti daha düşük.
  • Türkiye’deki 15 yaşındaki öğrencilerin ders çalışırken kaygı düzeyleri OECD ortalamasının oldukça üzerinde. Türkiye’deki öğrencilerin %56’sı ders çalışırken çok gergin hissettiğini söylerken, bu oran OECD ortalamasında %36.6 düzeyinde.
  • Yine 15 yaşındaki öğrencilerin %89’u sınıfın en iyilerinden biri olmak istiyor. OECD ortalamasında ise bu oran %59 civarında kalıyor. Bu bulguyu öğrencilerimizin motivasyonunun yüksek olması şeklinde yorumlayabileceğimiz gibi, gerçekçi olmayan bir beklenti düzeyi olarak da yorumlayabiliriz.
  • Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin %61’i kendini okula ait hissederken, OECD ortalamasında bu oran %73 olarak rapor ediliyor.
  • OECD ülkeleri ortalaması ile kıyaslandığında Türkiye’de anne babalar 15 yaşındaki öğrencilerle okul hakkında daha az konuşuyor ve okulda güçlükle karşılaştıklarında onlara daha az destek sağlıyor.

Bu bulguları özetledikten sonra bir kez daha düşünelim. “Beni öğrenci olarak görmeden önce insan olarak görün” diyen öğrenci bize neler söylüyor olabilir? Bu öğrenci açıkça diyor ki, “sadece testlere ve akademik başarıya odaklanmayın. Okulu bir yaşam alanı haline getirin. Bu yaşam alanı içinde sağlıklı ve güvenli bir şekilde yaşayabileceğim, öğrenebileceğim, oynayabileceğim, spor yapabileceğim, sanatla meşgul olabileceğim ve temel ihtiyaçlarımı asgari insancıl koşullarda karşılayabileceğim bir ortam oluşturun“. Anne babalara “benim üzerimden diğer insanlarla ve diğer insanların çocukları ile rekabet etmeyi bırakın” diyor. Yetişkinlere “sizin okulla ilgili sorunlarınızı anlıyorum, ama kendi sorunlarınızı tartışmaktan benim insan olduğumu unutmayın” diyor.

Ne yazık ki, OECD’nin yukarıda özetlediğimiz bulguları biz yetişkinlerin değil öğrencilerin tespitlerinin daha akılcı ve daha doğru olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle öğrencilerle ilgili sorunları ve bu sorunların çözümlerini konuştuğumuz her yerde onları bugün olduğundan daha fazla dinlemeye ihtiyacımız var. Öğrenciler için ve öğrenciler adına daha iyi bir gelecek için kararlarımız ve eylemlerimizin neden olduğu sorunların en azından doğru teşhisinde ve doğru çözümler üretmede onların söz sahibi olmasını sağlamalıyız. Öğrenciler için “iyi” olanı yapalım, ama onlar adına değil, onlarla birlikte. Öğrencilerin dahil olmadığı bir bugünden onlar için daha iyi bir yarın çıkarmak hiç akılcı gözükmüyor. Birazcık empati yaparak, öğrencilerin geleceğini öğrencilerle birlikte düşünelim, birlikte konuşalım.