Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisinden İstihdam ve Eğitim Uzmanı Nuran Torun Atış ile Çocuk İşçiliği Üzerine
2021 yılı, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Yılı ilan edildi. Bizler de buna istinaden bu söyleşimizde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisinden İstihdam ve Eğitim Uzmanı Nuran Torun Atış ile çocuk işçiliği meselesini ele aldık. Çocuk işçiliği sorununa dikkat çekmek ve bu sorunu eğitim odağında ele alarak çocuk işçiliğiyle mücadele konusuna yönelik farkındalığı artırmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşimizi dünyadan ve Türkiye’den güncel veriler ve çocuk işçiliğiyle mücadelede eğitim sistemlerine düşen roller çerçevesinde yapılandırdık. İyi okumalar dileriz.
Söyleşimizden öne çıkan başlıklar
Söyleşimize başlamadan önce katılımınız için teşekkür ederiz. Bildiğimiz gibi Birleşmiş Milletler 2021 yılını, Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Yılı ilan etti. ILO da çocuk işçiliğiyle mücadele konusunda en başta gelen kurumlardan. Bu konuda öncelikle çocuk işçiliğinin nasıl tanımlandığı önem kazanıyor. Bize çocuk işçiliği tanımının ILO açısından hangi kapsamda ele alındığını açıklar mısınız?
Öncelikle ben de ILO Türkiye Ofisi adına teşekkür ediyorum TEDMEM’e. Çünkü çocuk işçiliği meselesi çok önemli, büyük ve toplumsal bir mesele. Bu meselenin çok geniş kitleler tarafından farkına varılması, çözümde ortaklaşılmasında bize söz söyleyecek mecra açtığınız için teşekkür ediyorum. Uluslararası Çalışma Örgütü, Birleşmiş Milletler sistemi içinde çalışma hayatına ihtisaslaşmış bir kuruluş. Bizim çerçeve olarak kabul ettiğimiz, Türkiye’nin de taraf olduğu öncelikle “BM Çocuk Hakları Sözleşmesi” var. Çocuk Hakları Sözleşmesi sizin de bildiğinizi tahmin ettiğim gibi “18 yaşından küçük herkes çocuktur” der. Fakat sizin de detaylı öğrenmek istediğiniz gibi, “peki bu çocukların çalışmaları hangi yaşta, hangi şartlar altında kabul edilebilir, meşru görülebilir?” sorusunun yanıtını verirken ILO, 138 sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi ve 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesini dayanak alıyor. Bu yasal dayanak çerçevesinde ILO’nun benimsediği çocuk işçiliği tanımı şu şekilde: Çocukları, çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, onların fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar veren, eğitimden mahrum bırakan veya eğitime ağır işlerle eş zamanlı olarak devam etme zorunluluğu oluşturan işler, çocuk işçiliği kapsamına girer. Burada çocuğun yaş sınırına dair de ILO sözleşmelerinden gelen bir tanımlama var. ILO diyor ki her ülke, 138 sayılı sözleşmeye göre kişilerin çalışabileceği asgari bir yaş belirlemelidir ve bu yaş 15’in altında olmamalıdır. ILO burada sadece bir şerh düşüyor: Gelişmekte olan ülkeler bu yaşı 14 olarak da belirleyebilir diyor. Türkiye’de asgari yaş, İş Kanunu’nda ve tamamlayıcı çalışma mevzuatımızda 15 olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de kanunen 15 yaşın altında kimse çalıştırılamaz. Öte yandan İş Kanunu’nun çok önemli olan 71. maddesi var. Bu maddede ILO’nun da bu konuda verdiği o esneklikten istifade edilerek bazı istisnalar getirilmiş ve buna göre, 15 yaşını bitirmiş ancak 18 yaşını tamamlamamış olan kişilere “genç işçi” adı altında bir kategori tanımlanmış. Yine aynı 71. maddede “hafif işler” olarak tanımlanan işlerde de 14 yaşını tamamlamış çocukların çalıştırılabileceği, 14 yaşını tamamlamamış çocukların da örneğin dizilerde, filmlerde, setlerde, bizim en çok günlük hayatta karşımıza çıkan kültür, sanat, reklam işlerinde, ancak ve ancak bedensel, zihinsel, sosyal ve ahlaki gelişimlerine ve eğitimlerine devam etmelerine engel olmaksızın çalışabileceklerine dair düzenleme yapılmış. Yani kategoriler var aslında. 14 yaşın altında çalışılabilecek olan çok hafif, reklam, dizi işleri var. 14 yaşını tamamlamış 15’ini doldurmamış olanların çalışabileceği hafif işler var. Bir de 15 yaşını doldurmuş ancak 18’ini geçmemiş olan “genç işçi” kategorisindekilerin çalışabileceği, tehlikeli olmayan işler var. Bunların hepsi yönetmeliklerle de düzenlenmiş. Çok fazla mevzuat detayına girmek istemiyorum fakat özellikle “genç işçiler” sanayide çok ağır, ciddi iş sağlığı ve güvenliği risklerine ve kimyasallara maruz kalarak, tarım alanı da buna dahil, çok uzun saatler çalışabiliyorlar. Bütün bunları denetlemek, düzenlemek için Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği ve Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılmasına Dair Usul ve Esasları Belirleyen Yönetmelik bu yaş gruplarının hangi işlerde çalışabileceklerini Türkiye’ye özel olarak belirlemiştir.
Sizin de ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğunuz gibi çocukların çalışabileceği işler belirli çerçeveler ve sınırlarla belirlenmiş. Peki, çocukların yaptıkları işlerin hepsi, ortadan kaldırılmak istenilen çocuk işçiliği kategorisine giriyor mu? Hangi işler bu kategoriye giriyor, örnek verebilir misiniz?
Bahsettiğim yönetmeliklerde aslında hafif iş nedir, tehlikeli iş nedir tek tek tanımlanmış. Örneğin, 16 ve 17 yaşındaki çocukların çalışabileceği işler şunlar: Kâğıt ve odun hamuru üretimi, selüloz üretimi, hububat depolarındaki işler, kuş ve hayvan tüyü kıllarının temizlenmesi, parafinden eşya imali işleri gibi işler tanımlanmış. Başka bir örnek; 15, 16, 17 yaşındaki çocukların tarımda çalışabileceği belirli alanlar belirlenmiş: Meyve-sebze konserveciliği, meyve-sebze kurutmacılığı, işlenmesi, el ilanı dağıtılması, pamuk, keten, yün, ipek vb. döküntülerinin toplanması gibi işler bunlar arasında. Bunun gibi çok liste var aslında. Öte yandan çocukların kesinlikle çalıştırılamaz denildiği işler de var. Mesela, radyoaktif maddelere ve zararlı ışınlara maruz kalma ihtimali olan işler, parça başı ve prim sistemi ile ücret ödenen işler, alkol, sigara ve bağımlılığa yol açan maddelerin üretimine dair işler, gürültü ve vibrasyonun yüksek olduğu ortamlarda çalışma gerektiren işler, aşırı sıcak, aşırı soğuk, çocukların termal konforunu bozacak ortamlarda yapılması gereken işler gibi çok çeşitli işler var. Yani aklınıza birçok örnek gelebilir.
Daha spesifik olarak örneğin, çocukların okullarına devam etmelerini engellemeyecek şekilde, yaz döneminde ücretli veya ücretsiz işlerde çalışmalarını ele alalım. Bu işler ortadan kaldırılmak istenen çocuk işçiliği tanımına giren işler mi?
Şöyle ki, uluslararası düzenlemeler ve ulusal hukukumuz aile yanında ücretsiz olarak çocuğun eğitimine mâni olmayacak şekilde hafif işlerde çalışmasına karşı kesin bir sınırlama yapmıyor. Burada aslında bütün detaylar içinde sınır, bir çocuğun temel eğitimini tamamlamış olması. Birincisi; çalışma, çocuğun okula devamına engel teşkil etmemeli. İkincisi; çocuğun yaptığı iş ahlaki, bedensel ve ruhsal gelişimine zarar vermemeli. Ulusal mevzuat bu çerçeveye uyacak çeşitli listeler belirliyor, biraz önce bahsettiğim listeler gibi. Ama sizin sorduğunuz anlamda işler, yerine göre kabul edilebilir işler olabiliyor, ancak buna cevap vermek için her işin vaka vaka değerlendirilmesi gerekiyor.
2021 yılının, Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Yılı ilan edilmesi bize bugün de çocuk işçiliğinin küresel boyutta hala ne kadar önemli bir sorun olduğunu gösteriyor. Dünyada ve Türkiye’de çocuk işçiliğinin boyutlarına ilişkin verilere göre öne çıkan bulgulardan, örneğin çocuk işçiliğinde cinsiyet, yaş ve eğitim profili, çocuk işçiliğinin en yoğun olduğu alanlar/sektörler gibi bulgulardan bahsedebilir misiniz?
ILO’nun 2020 yılında yeni bir raporu yayımlandı: “Çocuk İşçiliği Küresel Tahminler ve Eğilimler Raporu”. Bundan önceki rapor 2012-2016 arasındaki 4 yıllık dönemi kapsıyordu. Bu son yayımlanan rapor, 2020’nin başı itibarıyla mevcut verileri anlatıyor ve üzücü bir şekilde dünyada çocuk işçi sayısının arttığını gösteriyor. Son rapora göre dünyada 160 milyon çocuk işçi var. Bir önceki raporda bu sayı 152 milyon civarındaydı.
160 milyon çocuk işçinin 63 milyonu kız çocuğu, 97 milyonu erkek çocuğu. Bu verinin üzücü olan bir diğer yönü ise şu: Çocuk işçilerin sayısı dünyadaki toplam çocuk nüfusunun onda birine denk geliyor. Yani dünyada görebileceğimiz her on çocuktan bir tanesi maalesef çocuk işçi. Bu verilerin bir başka üzücü boyutu da 160 milyon içinde 79 milyon çocuğun ulusal mevzuata göre tehlikeli diyebileceğimiz işlerde çalışıyor olması.
ILO’nun bir önceki küresel çocuk işçiliği raporuna kıyasla maalesef 8 milyon ilave çocuk işçi ortaya çıkmış. Bölgesel olarak Sahra Altı, Asya Pasifik, Latin Amerika ve Karayipler bölgelerinde çocuk işçi sayısı mutlak olarak hep yüksek. Bu raporda özellikle Sahra Altı’nda ciddi bir yükselme görüyoruz. Diğer bölgelerde kısmen olumlu diyebileceğimiz bir düşüş gözlemliyoruz. Ancak maalesef bir önceki rapor dönemine göre oransal olarak baktığımızda çocuk işçi oranları azalmamış. Oransal olarak azalmadığı gibi mutlak sayısal olarak da artmış. Bu veriler aslında sürdürülebilir kalkınma hedefleri olsun, ILO’nun çocuk işçiliğiyle ilgili mücadele yılı gibi büyük kampanyalarla yapmaya çalıştığındaki gibi olsun, 3-5 yıl içinde çözmeye çalıştığımız, ulaşmaya çalıştığımız hedeflerden çok uzakta olduğumuzu gösteriyor maalesef.
Yaş dağılımına baktığımızda 160 milyon çocuk işçinin yaklaşık 90 milyonu 5-11 yaş grubunda. Bu çok üzücü. 5-11 yaş grubundaki çocuklar, siz de bir eğitimci olarak biliyorsunuz ki, eğitimden kopmaları bütün hayatlarına yansıyacak şekilde daha da yıkıcı etkiye sahip olan ve bedensel, ruhsal olarak ilaveten korunması gereken bir grupta yer alıyor. Türkiye’de mesela çıraklık eğitimine de dahil olan 15-17 yaş grubundaki çocuklar, her ne kadar bu konunun sorgulanan, tartışılan tarafları olsa da, kısmen daha iyi korunabilecek ve kendilerini de bireysel olarak daha iyi koruyabilecek düzeyde diyebiliriz. Temel eğitimi de bir şekilde tamamlamış çocuklardan bahsediyoruz. Ancak özellikle 5-11 yaş grubundaki çocuk işçi sayısının yüksek oluşu üzücü bir sonucu gösteriyor.
Bir önemli veri de okula devamlılık. ILO’nun 2020 yılı Haziran ayında yayımlanan küresel çocuk işçiliği raporuna göre dünya genelinde 5-11 yaş grubundaki çocuk işçilerin ¼’ünden fazlası okul dışında. Yani 5-11 yaş grubunda olan her 4 çocuk işçiden biri, hatta daha fazlası okul dışında. 12-14 yaş grubunda ise bu oran 1/3’e yükseliyor. Yaş grubu ilerledikçe eğitimden kopma oranları da artıyor ve okuldan kopma, bu çocukların bütün yaşamlarına yansıyan bir yoksulluk döngüsüne, kendini gerçekleştirememe ve yetişkinlik hayatında da insan onuruna yakışır işlere erişememe sonuçlarına sebep oluyor.
Türkiye’ye ait en son veriler ise TÜİK’in 2019 yılı için yaptığı araştırmasında yer alıyor. TÜİK tarafından 2019 yılının dördüncü çeyreğinde, Ekim-Kasım-Aralık döneminde yapılan hanehalkı işgücü araştırmasının bir parçası olarak çocuk işçiliği araştırması gerçekleştirildi. Bu araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye’de 5-17 yaş grubunda maalesef 720 bin çocuk işçi var. Bu çocukların %79’u 15-17 yaş gurubunda, daha büyük yaşlardaki çocuklar. Elbette bu işin sevindirici tarafı olmaz ama Türkiye açısından daha iyi diyebileceğimiz bir sonuç, çocuk işçilerin 5-11 yaş grubunda yığılmamış olması. Türkiye’de çocuk işçilerin %15,9’u 12-14 yaş grubunda ve bizim en kırılgan dediğimiz 5-11 yaş grubundaki çocukların oranı ise yaklaşık %4,5 civarında.
TÜİK’in verileriyle ilgili olarak aslında araştırma döneminden kaynaklanan bir soru işareti oluşuyor. Ekim-Kasım-Aralık dönemi mevsimlik tarım işçilerini ne ölçüde kapsıyor, bu dönemde yapılan bir araştırmanın verileri Türkiye’de çocuk işçilerin sayısının daha düşük çıkmasına neden olmaz mı?
Son verilere göre dünya genelindeki çocuk işçilerin %70’i tarım, %19,7’si hizmetler, %10,3’ü sanayi sektöründe çalışıyor. Buna karşılık TÜİK’in 2019 yılı için yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Çalışma Bakanlığı’nın kendisini de şaşırtan şekilde, Türkiye’de çocuk işçiliğinde sektörlerin dağılımı %45,5 sanayi, %30,8 tarım, %23,7 de hizmetler sektörü olarak ortaya çıktı. Bunun sebebiyle ilişkili olarak yönteme dair eleştiriler var; çünkü araştırmanın yapıldığı Ekim-Kasım-Aralık döneminde hanehalkı işgücü araştırmasının bir parçası olarak çocuk işçiliğine dair veri toplanıyor. Bu dönem aslında mevsimlik tarımsal faaliyetin daha sınırlı olduğu, belki en fazla zeytinde ve çok kısmi birkaç tane üründe bulabileceğimiz, belirli bölgelerde karşılaşabileceğimiz bir faaliyet dönemi. Aslında bu araştırma yaz döneminde yapılsaydı veya Nisan-Eylül döneminde olmuş olsaydı tahmin edilen sonuç, Çalışma Bakanlığı’nın da beklediği gibi tarım sektörünün ve mevsimlik tarımın ilk sırada ortaya çıkması şeklinde olurdu. Aslında Türkiye de gerçek koşullar altında dünya geneliyle paralel. Öte yandan şu da var ki Türkiye’de, çocuklar tarımda çok risklere maruz kalıyor ama oransal olarak küçük olmasına rağmen sanayide kayıt dışı şekilde, çırak olarak, yüksek risklere maruz kalarak tehlikeli çocuk işçiliği kategorisinde olan çocuklarımız var maalesef.
Türkiye öte yandan dünya genelinde en fazla geçici koruma altında olan insana ev sahipliği yapan ülke konumunda. Türkiye’de geçici koruma altında olan çocuklara ilişkin veriler var mı, çocuk işçiliğiyle ilgili olarak bu veriler neler söylüyor?
Geçici koruma altındaki çocukların sayısı ve buna ilişkin verileri Göç İdaresi Genel Müdürlüğü takip ediyor ama bu grup içinde çocuk işçiliği ne düzeyde, buna dair resmi bir veri yok maalesef. Sadece geçici koruma değil, uluslararası koruma kategorisini de hatırlamak lazım. Irak, Afganistan, Pakistan’dan ve Afrika’nın belirli bölgelerinden ülkemize gelen yarım milyon kadar da uluslararası koruma altında olan insan var ve bunların çocukları var. Bu kişilerin TÜİK hesaplamalarına da dahil edilmediği görülüyor. Oysa biz ILO Türkiye Ofisi olarak saha çalışmalarımızda (2015-2016 döneminden beri mülteci programı yürütüyoruz, tıpkı çocuk işçiliği programı gibi oldukça büyük bütçeli ve kapsamlı faaliyetler içeren mülteci programlarımız devam ediyor) görüyoruz ki mülteci çocuklar -ki bu çocuklar hukuken mülteci değiller ancak pratiklik olsun diye mülteci çocuklar olarak adlandıracağım- gerek mevsimlik tarımda ailelerinin yanında gerek sanayide ağır ve tehlikeli işlerde kayıt dışı, çırak olarak, gerekse Türkiye’de Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programında belirlenen çocuk işçiliğinin üç temel en kötü biçimi olan mevsimlik tarımda, küçük sanayide ve sokakta çalışmaktalar. Bu çocuklar özellikle sokakta çalışan, ufak tefek bir şeyler satan, dilenen çocuklar olarak karşımıza çıkıyor. Maalesef bu durum, mülteci çocuklar arasında çok sıklıkla karşımıza çıkan bir şey. Nitekim mülteci grubunda çocuk işçiliğinin daha yüksek olması çok beklenen, tahmin edilen bir şey. Çünkü çocuk işçiliğinin en temel nedenlerinden bir tanesi hane yoksulluğu. Aileler hayatta kalma stratejisi veya bir geçim yöntemi olarak çocuk işçiliğine başvurmak zorunda kalıyor ve bu nüfus grubunda yoksulluk daha yüksek, daha derin ve daha yaygın olduğu için çocuk işçiliği de maalesef mülteciler arasında daha yüksek.
Çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi mücadelesinde en başta çocuk işçiliğine neden olan etkenlerin bilinmesi önemli. Çocuk işçiliğine neden olan temel etkenler nelerdir?
Şöyle özetleyebilirim, aslında çok karmaşık bir problem bu, ama başlıca nedenlerine ilişkin olarak öncelikle Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programında da bahsedilen, ILO’nun kendi raporlarında da sıklıkla referans verdiği “hane yoksulluğu” çok temel nedenlerden bir tanesi. Yetişkinlerin işsizliği, sadece işsizliği değil, çalışan yoksulluğu da bu nedenlerden. Hanedeki yetişkinler çalışıyor ama insan onuruna yakışır işlerde çalışamıyor. Adil ücretlerle, güvenceli işlerde çalışılamadığı için o risk rejiminde hane sürekli yoksulluk içinde kalıyor. Bu nedenle çocuğun işçiliğine başvurmak durumunda kalınıyor. Bir diğer neden, işverenlerin ucuz işgücü talebi. İşverenler çocukları pazarlık gücü olmayan, çok ucuz bir işgücü havuzu olarak görebiliyor. Bir başka neden ise eğitime erişim zorlukları. Bu, mekânsal erişim zorluğu olabilir, finansal erişim zorluğu olabilir. Bir şekilde çocuğun okula gitmesi masraflı ve zor bir hale geldiğinde o çocuk aile tarafından işgücüne yöneltilmiş oluyor. Bir diğer neden de mevzuat ve uygulama açıkları. Burada Türkiye ciddi mesafe kat etmiş. Bu anlamda yapısal düzenlemelerde dünyayla kıyaslandığında oldukça iyi diyebileceğimiz bir yerde, ama hala eksiklerimiz var. Eğitim, mesela çok önemli bir alan. Mevzuatta tehlikeli işler listelerini veriyoruz, çocuk burada çalışır, şu işte çalışamaz diyoruz ama bunun denetlenmesi ve toplumsal kabulü anlamında daha çok yol alınması gerekiyor. Bu anlamda da bir mevzuat ve uygulama açığı var. Ayrıca bütün bunların yanı sıra aslında eğitim sisteminin doğrudan üzerinde çalışması gereken faktörlerden bir tanesi de kültürel, geleneksel faktör. Bu nedir? Ailelerin çocuklarını çalıştırmayı normalleştirmesi, normal görmesi. Bir önceki kuşak “ben de çalışmıştım, ben de şu işleri yaptım, onda ne var ki?” yaklaşımıyla çocuğu aynı döngünün içine sokabiliyor. Bu da önemli bir neden ama öncelikli olarak maddi nedenleri çözmemiz gerekiyor. Maddi nedenler, çok somut eşitsizlikler ve ekonomik problemleri çözmediğimiz sürece kültürel etkenlere tek başına odaklanmak çözüme götüremeyecektir bizi.
Çocuk işçiliğinin daha yüksek olduğu ülkelerde öne çıkan ortak özellikler var mı, bunlar nelerdir?
Çocuk işçiliğinin yoğun olduğu ülkelere baktığımızda bu ülkelerin genel olarak hammadde ticareti yapan, hammaddesini çıkarabildiği kendi toprağından kendi suyundan ne çıkarabiliyorsa onu ihraç ederek bir şekilde uluslararası ekonomik sistemde hayatta kalmaya çalışan, düşük verimlilikle, düşük teknolojili üretim yapan ve gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu yoksul ülkeler olduklarını görüyoruz. ILO’nun son raporundaki bölge sınıflandırmalarına göre çocuk işçiliği oranlarına bakarsak çok bariz bir fark görülüyor. Türkiye’nin de içinde olduğu Avrupa ve Orta Asya grubunda 5-17 yaş grubunda çocuk işçiliği %5,7 civarında. Ama bu oran Afrika bölgesinde %21,6. Hatta Sahra Altı’na indiğinizde %25’lere çıkıyor. Burada çok net bir ayrımı, diğer bütün o “gelişmişlik”, “kalkınmışlık” diyebileceğimiz sınıflamaların getirdiği farkları, çocuklar üzerine getirdiği baskıyı görebiliyoruz. Bu nedenle de çocuk işçiliği aslında küresel bir sistem sorunu ve eğitim sistemi veya Çalışma Bakanlığı’nın tek başına çözebileceği bir sorun değil. Özel sektör, kamu ve sivil toplumun uluslararası düzlemde dayanışma göstererek birlikte mücadele etmesi gereken toplumsal ve ahlaki bir sorun.
Türkiye özelinde küresel eğilimlerden farklı olan veya bu eğilimlerle benzeşen hangi etkenler öne çıkıyor?
Türkiye’deki etkenler küresel eğilimlerle çok benzeşiyor. Türkiye orta gelir grubunda bir ülke fakat biliyoruz ki çok yüksek teknoloji üretimi yapmıyoruz. Bizim işletmelerimizin çok büyük bir kısmı küçük-orta ölçekli işletmeler. Düşük teknolojilerle üretim yapıyorlar ve küresel piyasalarda bir fiyat rekabetiyle yer yer hayatta kalmaya çalışıyorlar. Burada işveren, ucuz işgücünü çok temel bir hayatta kalma ve büyüme stratejisi olarak benimsiyor. Bu çok önemli bir faktör. Çocuk işçiliği o yüzden tercih sebebi olabiliyor. Bunun yanında göç var. Bizim ülkemizde 1960’lardan bu yana devam eden çok çeşitli sosyal, politik, ekonomik nedenlerle kırdan kente göç, bölgeler arası göç ve 2011’den bu yana devam eden uluslararası düzensiz göç. Biraz önce bahsettiğimiz geçici koruma, uluslararası koruma meseleleri. Bütün bunların yanı sıra yetişkinlerin işsizliği gibi bir etken var. Türkiye’de kronik bir işsizlik problemi yaşıyoruz, hane yoksulluğu problemi yaşıyoruz. Bu sorunların hepsi bir araya geldiğinde aslında Türkiye’de çocuk işçiliğinin kök nedenlerinin dünyadaki kök nedenlerle ortaklıkları olduğunu söyleyebiliriz. Çok büyük farklılıklar var diyemeyeceğim. Tabii ki Türkiye’de sivil savaş ve çok büyük güvenlik sorunları yok ama yine de Türkiye’de yoksulluk ve göç, çocuk işçiliği meselesinin çok temel kök nedenlerinden.
Eğitim odağını biraz daha açacak olursak aslında çocuk işçiliğinin tanımı da kapsamı da bize bu meselenin çocukların eğitimiyle ne kadar ilişkili olduğunu gösteriyor. Çocuk işçiliği okullaşma ve eğitime katılım açısından çocukları ve ülkelerin geleceğini nasıl etkiliyor? Burada örneğin, çalışan çocukların devamsızlıklarıyla veya okul terkleriyle ilgili verilerden dünya geneli için bahsettik ama Türkiye için veriler ne söylüyor?
Öncelikle verilerden başlayalım. Türkiye verilerine baktığımızda, TÜİK’in 2019 araştırmasına göre çalışan çocukların %65,7’si eğitime devam ediyor. Erkeklerle kızlar arasında çok büyük bir fark yok (erkeklerde %65, kızlarda %66 gibi). Ancak yaş gruplarına göre baktığımızda, 5-14 yaş grubundaki çalışan çocukların %72’si, 15-17 yaş grubundaki çalışan çocukların ise %64’ü çalışırken aynı zamanda bir şekilde, bir eğitim kademesinde eğitimine devam ediyor. Tüm yaş grubunda geriye kalan ise, çalışan çocukların %34,3’ü okulda değil, okula devam etmiyor. %34,3 çok ciddi bir problem. Hele ki küresel salgından sonra yeniden güncellenmesi, üstüne düşülmesi gereken bir veri aslında. Bu oranın artmış olduğu tahmin ediliyor, biz de bu nedenle ILO Türkiye Ofisi olarak faaliyetlerimizin ciddi bir kısmında çocukları okula tekrar katabilmeye, özellikle mevsimlik tarımdaki ailelerin çocuklarını okula katabilmeye odaklandık. Şimdi bu durum, çocukta neye sebep oluyor? Türkiye’de çocuk işçiliğinde yer alan her 100 çocuktan 34’ü okula gidemiyor ve okul dışında kalıyorsa bu çocuklara ne oluyor? Bu çocuklar, biraz önce de bahsettik, kırılamayacak olan, kuşaklar arası aktarılacak olan bir yoksulluk döngüsünün içine giriyor, ruhsal ve bedensel gelişimlerini tamamlayamıyorlar. Burada kabahati sadece ne eğitim sistemlerine ne aileye atmak lazım. Eğitim sistemlerimizle işgücü piyasası arasında aktif, anlamlı bir ilişki olmalı. Yani bir ülkedeki ekonomik sistem, sen şu okuldan çıktığında sana işgücü piyasası gayet makul, insana yakışır işler vaat ediyor diyemiyorsa bu sefer ailelerin de eğitime inancı törpüleniyor zaten. “Göndersem ne olacak ki? Tamam ben çiftçiydim ya da kentte sanayide çalışan bir işçiydim. Çocuk liseyi bitirse ne olacak, bitirmese ne olacak? Bu çocuk zaten eninde sonunda benim gibi olacak, benden öteye gidemeyecek” duygusu. O sosyal hareketliliğin tıkanması, daha iyi bir hayata dair umudun bitmesi, zaten aileleri de çocukları eğitime göndermeme yönünde teşvik eden bir unsur haline geliyor. Çift taraflı çalışıyor bu sistem. Günün sonunda kırılamayan, kuşaklar arası aktarılan bir yoksulluk zinciri, becerilerini geliştiremeyen, kendini gerçekleştiremeyen kitleler oluşuyor, kutuplaşmış bir toplum aslında. Giderek de büyüyen bir kitle bu. Her geçen gün çocuk işçiler, çocuk işçilerin aileleri derken toplumsal eşitsizliğin daha da arttığı bir çağda, kırması ve aşması daha da zor duvarlarla karşılaşıyor bu insanlar. Bu grup büyüyor. Bu gurubun büyümemesi için sadece eğitim sistemine değil bütün topluma görevler düşüyor. Ekonomik sisteme ve bütün alt sistemlere roller düşüyor. Peki bu durum, ülkelerin geleceğini nasıl etkiliyor? Siz nüfusunuzu iyi eğitemez, onları sınırlı becerilerle, düşük ücretlerde çalışacakları yerde tutarsanız zaten yenilik de yapamıyorsunuz, yeni bir şey de üretemiyorsunuz, yüksek teknoloji de üretemiyorsunuz. Uluslararası piyasada yeriniz de bir yerden sonra sınırlanıyor. Sadece hammadde, düşük teknolojili ürün satan, çok az gelir kazanan ve kendi vatandaşına da nüfusuna da maalesef bu çok az kazandığını paylaştırabilen ülke konumuna düşüyorsunuz. Bunun kırılması için toplumun geneline yayılmış iyi eğitim, iyi fırsatlara erişim imkanları gerekiyor ve çocuk işçiliği maalesef bunun önünde çok temel bir engel. Bunu aşmamız gerekiyor.
Küresel salgın süreci çocuk işçiliğini hangi boyutlarda, nasıl etkiledi? Bu süreçte okulların kapanmasının çocuk işçiliğine etkileri ne oldu, dünya ve Türkiye açısından güncel veriler/tahminler nelerdir?
Okulların kapanmasının spesifik etkisine dair şu anda hazır, istatistiki bir veri yok. Ama ILO raporunda 2022 yılının sonuna kadar salgının etkilerinden dolayı dünya genelinde yaklaşık 9 milyon ilave çocuğun, çocuk işçi grubuna katılacağı tahmin ediliyor. Bu durum yetişkinlerin yoksulluğu, genel işsizlik ve hane yoksulluğunun yükselmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Okul kapanmalarına ilişkin ise kesin veri yok ama aslında biraz önce Türkiye üzerinde irdelediğimiz konu doğrultusunda tahminler var. Okul kapanmaları nedeniyle çocuk eğer okulda olamayacaksa hane için daha faydalı görülebileceğinden çocuk işçiliğine yöneltilebilir. Ama bunun sonuçlarının izlenmesi gerekiyor. Şu an salgından dolayı bunu söylemek için çok erken. Şimdilik, ILO 2022 sonunda ilave 9 milyon çocuk işçi diyor ama bunun nedenleri karmaşık. Nedenlerin biraz daha zamana yayılarak incelenmesi gerekiyor. Çift yönlü de çalışabilir bu. Şunu da söylemekte fayda var bir taraftan, hep yoksullukla ilişkisini kuruyoruz, bunu öne çıkaran bir araştırmadan bahsedeyim: Türkiye’de TÜİK’in 2020 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması var. Bu araştırma bize aslında bazı üzücü bulgular sunuyor. Çünkü diyor ki, Türkiye’de eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirin %50’si dikkate alınarak hesaplanan göreli yoksulluk sınırına göre yoksulluk oranı 2020 yılında 0,6 puan artarak %15’e yükselmiş. Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirin %60’ı baz alınarak yapılan göreli yoksulluk hesaplamasına göre ise yoksulluk oranında yine 0,6 puan artış var ve bu oran %21,9’a yükselmiş. Bütün bu teknik detayları şöyle bir tarafa bırakıp özetlersek diyor ki, göreli yoksulluk türleri olan bu hesaplamalar itibarıyla genel olarak Türkiye’de göreli yoksulluk, 2013-2014 yıllarındaki düzeye tekrar tırmanmış. O dönemden bu yana düzgün, istikrarlı bir düşüş varken salgınla birlikte göreli yoksulluk türleri tekrar %15 ve %22 seviyelerine yükselmiş. Söyleşinin başından beri konuştuğumuz gibi, hanehalkı yoksulluğu, çocuk işçiliğine yöneltir. Bu bulgular bize dolaylı olarak şunu söylüyor: Salgınla birlikte Türkiye’de çocuk işçiliği riski yükselmiştir. Bunu önümüzdeki yıllarda TÜİK’in yapacağı özel araştırmalarla veya sunacağı özel verilerle daha net görebiliriz.
Türkiye’de göreli yoksulluğun yanı sıra TÜİK verileri aynı zamanda şiddetli maddi yoksunluk içinde olan çocukların oranının da oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Bu durum da çocuk işçiliği açısından Türkiye’de aslında çok büyük bir risk olduğuna işaret ediyor. Peki Türkiye, özellikle de riskleri bu kadar yüksekken çocuk işçiliği ile mücadele konusunda ne aşamada? Bu konuda hangi çalışmalar yürütülüyor, neler yapılıyor?
Çocuk işçiliğiyle mücadele konusu Türkiye’de politika düzeyinde uluslararası iş birliği ile birlikte oldukça yapısal bir müdahale şeklinde ele alınıyor. Bunu neden söylüyorum, 1992 yılında ILO’nun Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Uluslararası Programı (IPEC) adında bir program başlatılıyor. Türkiye bu programa 1992’de dahil olan ilk 6 ülkeden bir tanesi. O zamandan beri Çalışma Bakanlığı ile ILO Türkiye Ofisinin iş birliğiyle birlikte Türkiye’de çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için çok çeşitli düzeylerde politika geliştirme, savunuculuk, kapasite oluşturma ve özellikle mevsimlik tarımda (fındık tarımıyla başlayan bir hikayemiz var) doğrudan aileye ve çocuğa ulaşan tedbirlerle genişleyen bir müdahale alanımız var. Burada elbette uluslararası kuruluş olarak ILO; norm belirleyen, teknik destek veren taraf olarak bulunuyor. Asıl işin merkezinde Çalışma Bakanlığı, Çalışma Genel Müdürlüğü var ve onların ILO’nun da teknik desteğiyle birlikte çok geniş sosyal diyalog süreçlerinden sonra ortaya çıkardığı bir Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı var. Bu program 2017-2023 dönemini kapsıyor ve oldukça kapsamlı bir program. Çok çeşitli sosyal taraflara roller, görevler düşüyor. Bunun içinde MEB, Çalışma Bakanlığı, Aile Bakanlığı, Gençlik Bakanlığı, odalar, borsalar, çok çeşitli mesleklerden profesyoneller, belediyeler, yerel yönetimler var ve her birine görevler veriliyor. Her birine çocuğu izleme, çocuğun hanesini yoksulluktan kurtarma, çocuğun eğitimde olmasını temin eden sosyal ve ekonomik destekler verme, denetleme, bir şekilde fiziksel şartları, mali imkanları bu yönde geliştirmeye dair roller veriliyor. Bizim, ILO Türkiye Ofisi olarak ayrıca yürüttüğümüz Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Programımız var. Bu program içinde şu an üç ayrı projemiz yürütülüyor. Bizim projelerimizin odağında mevsimlik tarım var: Mevsimlik tarımda çalışan ailelerin çocuklarını eğitime yönlendirebilmek, eğitimde devamlılıklarını sağlamak ve aileleri bilinçlendirmek. Bu süreçte yer alan çok çeşitli paydaşlarda mesela tarım iş aracılarında, üreticilerde, muhtarlarda, jandarmada, poliste, uluslararası tedarik zincirlerinde, büyük markalarda farkındalık yaratmak. Çocuk işçiliğinin neden kötü olduğuna, hepimiz için, bütün toplum için aslında en pahalı işçilik türü olduğuna, en maliyetli işçilik türü olduğuna dair bir farkındalık yaratmaya, kapasite oluşturmaya dair eğitimlerimiz ve farkındalık çalışmalarımız var. Sendikalar da bu işin çok içinde. Biz programımızın parçası olarak farklı düzeylerde çok uzun bir paydaşlar listesine sahibiz. Örneğin, tarım iş aracısı, dayıbaşı ya da çavuş gibi yerel, belki feodal isimlerin verildiği farklı paydaşlar var. Aslında hukuken karşılığı “tarım iş aracısı” olan kişilerden tutun da en üstte sendikalara, bakanlık yöneticilerine kadar toplumun çeşitli katmanlarını eğitmeye, farkındalık yaratmaya dair tedbirlerimiz var. Gerekirse bir okul servisi sağlayıp çocukları en yakın okula göndermeye dair tedbirlerimiz var. Çocuklara telafi eğitimleri vermeye dair tedbirlerimiz var. Ailelerin mevsimlik tarımda olmadıkları dönemlerde de bir şekilde bir gelir sahibi olması için onlara yeni beceriler kazandırmaya, işgücü piyasasında 12 ay boyunca daha insana yakışır koşullarda kalmalarını sağlayacak beceri kazandırmaya yönelik tedbirlerimiz var. Bu şekilde bizim ILO Türkiye Ofisi olarak ulusal programın içinde bir parça olacak şekilde çok boyutlu olarak yürüttüğümüz işler var. Ulusal programda belirlenen öncelikli hedeflerle son derece paralel bir şekilde Çalışma Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz bir proje bu. Dolayısıyla önümüzdeki 3-4 yıl sadece ILO’nun değil, Türkiye’de birçok kurumun gündeminde, merkezinde bu iş olacak. Öte yandan eğitim alanıyla ilişkimiz gerçekten çok önemli ki biz öğretmenlerimizle iş birliği yapıyoruz. 16’dan fazla ilde eğitim profesyonelleri, eğitim idarecileriyle çalışıyoruz. Çocuğun tespit edilmesi, geniş sosyal çevresiyle birlikte izlenmesi ve eğitimde tutulması için öğretmenlerimizle iş birliği yapıyoruz, onlara da eğitimler sunuyoruz, sunmaya da devam edeceğiz. Farkındalık ve takip-izleme mekanizmasının bir parçası olmak için sahip olmaları gereken becerileri onlara kazandırmaya yönelik faaliyetlerimiz olacak. Bunların yanı sıra Çalışma Bakanlığı bizim yürüttüğümüz projenin parçası olarak e-izleme, e-METİP sistemi geliştiriyor. Aslında ufak ufak başlamış bir sistemdi, bu sistemin geliştirilmesine çalışıyoruz. E-METİP sistemi ne anlama geliyor? Mevsimlik tarımda iştigal eden çocuklar elektronik bir sistem üzerinden izlenebilecek. Çocuğun hangi ilden hangi ile gittiği, okula devam edip etmediği takip edilebilecek. Bu takibi, süreç içinde rolü olan jandarmadan tutun da polis, iş müfettişleri gibi çeşitli profesyoneller sisteme erişim sahibi olup görebilecek, bilgi verebilecek, sevk edebilecekler. Bu çok önemli, çünkü çağımız veri çağı. Kişisel verilerin kullanılmasının ne kadar hassas bir konu olduğunu bilerek, bunun farkında olarak, çocukların iyi olma hali için çocukların refahı için çocukları bir miktar izleyeceğiz. Böyle bir durum var Türkiye’de.
Çocuk işçiliği konusunda en önemli küresel hedeflerden biri 2025 yılına kadar her türlü çocuk işçiliğine son vermek için etkili acil önlemler alınması. Bu önlemler konusunda Türkiye’ye ilişkin önerileriniz nelerdir?
Türkiye açısından dediğim gibi bir ulusal programımız var. Bütün politikalarda olduğu gibi bu ulusal program dokümanı da nasıl ki bir sosyal diyalog süreciyle demokratik müzakereyle ortaya çıktıysa bu müzakereye dahil olan bütün taraflar tarafından da sahiplenilmesi gerekiyor. Medyanın da buna duyarlı olması gerekiyor. Burada bahsettiğim şey, kamu kurumları ya da birkaç tane sendika ve odayla sınırlı kalmayıp toplumun çok geniş katmanlarına çocuk işçiliğinin gerçekten bizim hepimizin utancı olması gerektiği konusunda mutlaka uzlaşmamız ve çözüm için de bireyden başlayarak, öğretmen olsun, işveren olsun, işin tüccarı olsun, büyük markalara tedarik sağlayan ya da o büyük markanın kendisi olsun, iş müfettişi olsun, iş sağlığı güvenliği uzmanı olsun, herkesin yapabilecekleri var. Tarım iş aracısının, dayıbaşının yapabilecekleri var. Türkiye için bizim öneri verme aşamasından ziyade bu mevcut Ulusal Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Programına sahip çıkmamız, bunun gerçeklik kazanması için hepimizin, medyanın da katkılarıyla bunu sahiplenmesi ve üzerine düşeni yapması gerekiyor. Burada çok çeşitli taraflar var. Tüketici de bir taraf burada. En basit tüketici olarak bile üzümünü yiyip bağını sormuyorsak, “bu üzümü çocuklar mı topladı?” diye sormuyorsak orada problem vardır. Bu farkındalığın oluşması için bu ulusal programı hepimizin sahiplenmesi ve hangi düzeydeysek, okul müdürüysek okul müdürü olarak, tüketiciysek tüketici olarak, çeşitli kimliklerle hayatımıza yaydığımız bir farkındalıkla harekete geçmemiz gerekiyor. Yoksa sorunu tek başına birkaç kuruma ihale ederek çözemeyiz.
Çocukların okula devamsızlıkları ve eğitimden kopmasının önlenmesi adına hangi paydaşlara nasıl görevler düşmektedir? Bu konuda özellikle okul yöneticileri ve okulların sağladığı rehberlik hizmetleri açısından hangi adımlar atılmalı, okullarda nasıl önlemler alınmalıdır?
Okullarımız, büyük başka sistemlerin alt parçaları. Elbette iyi niyetli ve konunun farkında olan okul yöneticilerimiz, öğretmenlerimiz olacaktır. Ama burada (biraz önce de bahsettiğim) kurmaya çalıştığımız e-izleme sisteminin, ulusal takip sisteminin iyi işleyebilmesi için bir kere bizlerin okul yöneticisi ve öğretmene kadar ulaşan bir izleme-takip-değerlendirme-sevk sistemini geliştirebilmesi gerekiyor. Bunun için öğretmenlerimizi ve yöneticilerimizi biz kendi projelerimizde eğiteceğiz. Özellikle odağımızda mevsimlik tarım olduğu için mevsimlik tarımın yoğun olduğu, göç alan, göç veren illerde çalışacağız. Çalışma Bakanlığı ile birlikte eğitim profesyonellerini çocuğun geniş aile çevresiyle birlikte değerlendireceği bir sistem oluşturacağız. Bu çocuğun eğitime devamı ya da eğitime tam iştirak etmesi anlamında önünde ne gibi engeller var, neden var, arkasında hane yoksulluğu mu var, mevsimlik tarımdan dolayı sürekli geçici konaklama alanlarında konakladığı için mi bu çocuk derslerine katılamıyor, fiziksel olarak mı okula uzaklaşıyor bu çocuk, o yüzden mi gelemiyor okula gibi soruları araştırmak için eğitim profesyonellerimizin Çalışma Bakanlığı’nın da sağladığı kılavuzlarla, vereceğimiz eğitimlerle ulusal düzeyde, bütüncül ve bir standart dahilinde, birbirini takip eden bir izleme sisteminin parçası olabilmesi gerekiyor. Bir sınıfın içinde şu an çok çeşitli sınıfsal, toplumsal katmanlardan çocuk göremeyebiliyoruz, bu durum biraz zorlaştı maalesef; okullar, mekanlar, sınıfsal olarak fazla kutuplaşmış olabiliyor ama yine de bunu görebilmek mümkün. Çok yoksul çocuklar aynı sınıfın içindeyse, o çocuğu öncelikle öğretmenin görebilmesi gerekiyor. O çocuğun önünde engel olan dezavantajları, o çocuğun önündeki imkansızlıkları, önce öğretmenin tespit edebilmesi, okul idaresinin de kendi içinde izleme, değerlendirme ve rehberlik prosedürünü geliştirmiş olması gerekiyor. Burada kurumsal gelişim ve meseleye kurumsal bakmak çok önemli. Okullar tekil olarak, iyi niyetli ve bu konuda çalışmak isteyen, farkındalığı olan idarecilerin yöneticiliğinde kendi prosedürlerini geliştirebilirler. Ama MEB’in merkezden, bütün okullarda benzer bir yaklaşımı takip edebilmek açısından yönlendirici olması gerekiyor. MEB de bizim ortaklarımızdan biri, onlarla da çalışıyor olacağız. Bu yüzden eğitim profesyonellerinin eğitilmesi gerek. İzleme prosedürlerinin geliştirilmesi ve çocuğun anında tespit edilip bir an önce eğitime katılması için gerekli yönlendirmenin, danışmanlığın verilmesi gerekecek. Hatta sadece çocukla görüşmeniz de bir şey ifade etmeyecek, çocukla kalmayıp çocuğun ailesiyle görüşmek gerekecek, çocuğun ailesinin işvereniyle görüşmek gerekecek, çocuğun ailesini işverenle buluşturan aracıyla görüşmek gerekecek. Dolayısıyla öğretmenlerin, eğitim profesyonellerinin, bu zincirin içinde yer alan çeşitli kişiler ya da kurumlarla iş birliği içinde çalışması gerekecek. Örneğin Aile Bakanlığı’nın destek birimleri, Türkiye İş Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu ile. Yani, çocuğun ailesinin sosyal güvenliğe, gelire, güvenceye, işsizliğe, yoksulluğa dair problemleri varsa öğretmenden başlayan bir zincir devam edecek. Öğretmenlik kutsal bir meslektir deriz. İşte öğretmenlik tam da bu yüzden kutsal bir meslek. Öğretmenlik, çocuğun ölçeğinde yayılan bir ağ şeklinde toplumun birçok sorununu görebilen bir uzmanlık alanı. O yüzden öğretmenlerimizin bu kurumların ne yaptığını, neler yapabileceğini, o çocuğu orada tespit ettiğinde nereye yönlendirebileceğini bilmesi gerekiyor. Öğretmenlerimiz bunu kişisel istek ve gönüllülükle yapabilir ve yapanlar da var. Ama biz bunu şimdi Çalışma Bakanlığı ile birlikte yaygın öğretmen eğitimlerimizle kurumsal bir sisteme çeviriyoruz. Sosyal hizmet uzmanlığı eğitimlerimizle bu konuyu daha sıkı bir izleme, takip, standart sistemine çevirmeye çalışıyoruz.
Son olarak değindiğiniz kısmı biraz daha açmak adına, çocuk işçiliğinin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına ilişkin eğitimcilere/eğitim sistemlerine düşen görevlere ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Bütün bunların ötesinde eğitim sistemlerimize düşen bir görev, aslında sadece eğitim sistemimizin tek başına yapabileceği şeyler de değil, burada farklı iradelerin devreye girmesi lazım ama tüm çocuklara erişilebilir ve kaliteli eğitim sunabilmesi gerekiyor. Bir çocuk eğitime erişemiyorsa bunun finansal nedenleri, mekânsal nedenleri, kültürel nedenleri olabilir. Bu nedenleri aşabilecek iradeyi öncelikle devletin düzenleyici ve yeri geldiğinde de doğrudan hizmet sağlayıcı rolüyle birlikte çocuklara sunabilmemiz gerekiyor. Aileleri, çocukların eğitimlerini maalesef büyük bir masraf kalemi olarak görmekten azat etmemiz gerekiyor. Özellikle yoksul aileleri. Aslında kapatırken söylemek istediğim en önemli şey şu: Çocuklara ve gençlere hizmet veren her eğitim kurumunda ve kademesinde sosyal adaletin bütünsel olarak eğitim müfredatında işlenmesi gerekiyor. Çünkü sizlerin eğittiği bir çocuk, yetişkin hayatında bir işveren olabilir, bir bilim insanı olabilir, ustabaşı olabilir, tüccar olabilir, çok çeşitli şeyler olabilir. Bütün bu olabilirliklerin içinde adil olmayı öğrenmesi gerekiyor. Ben kendi sırça köşkümde başkalarının emeğini, başkalarının acısını, çocuk işçiliğini, hiçbirini görmeden yaşayamam. Bir yerde makul bir denge gözetmek zorundayız. Elbette ki başarılar ödüllendirilmeli. Daha çok çalışanın daha çok kazanmasına karşı bir mesaj vermiyorum ama sosyal adaleti göz ardı etmemeliyiz. Çünkü eğitim, bireyi ve toplumu dönüştürür. Bütün eğitim kurumlarında çocuğa şu mesajı vermemiz lazım: Spor ayakkabıları diken, meyveleri dalından toplayan çocukların hayatları; en iyi spor ayakkabının alındığı, en organik meyvenin sunulduğu çocukların hayatlarından değersiz değildir, önemsiz değildir, olmamalıdır. Ve bu mesaj çok küçük yaşlarda bütün çocuklara benimsetilmelidir. Problemimiz toplumsal ve küresel. Tek başına Türkiye’nin çözebileceği bir problem de değil. Ama herkesin yapabilecekleri de var. Son mesajım şöyle olsun: Eğitim sistemi olarak bütün çocuklara, üzümünü yerken bağını sormayı öğretmemiz gerekiyor mutlaka.