Tedmem Özel Eğitim Dosyası
Özel eğitim ihtiyacı bulunan bireyler açısından eğitim, sağlık, istihdam gibi temel yaşamsal ihtiyaç ve hakların bir bütün olarak ele alınması ve karşılanması refah devletlerinin yükümlülüğündedir. Bugün Türkiye’de yakın geçmişle kıyaslandığında önemli iyileştirmelerin yapılması ve bu konuda gösterilen çabalar dikkat çekmektedir. Ancak bütüncül bir sistem çemberinin tamamlanmamış olması ve ilgili alanlara bağlı bulunan kurumlar arasındaki işbirliği problemlerinin varlığı, konuya dair işleyişi belirli düzeyde etkileyecek kadar pekiştirilememiştir. Tek bir bireyin yaşamsal ihtiyaçlarından doğan haklar temelinde, özel eğitime ihtiyacı doğuran hastalığın tanılanmasından başlayarak, bireyin istihdam edilmesi ve toplumsal bütünleşmenin teminine kadar uzayan tüm süreçlerde, bireyin gereksindiği psikolojik, sosyal ve eğitsel destek hareket noktası olarak değerlendirilmelidir. Bu hareket noktasına referansla düzenlenecek uygulamaların, özellikle özel eğitime ihtiyaç duyan öğrenciler ve ailelerinin bürokrasiyle ağırlaştırılmamış bir işletim sisteminde yer almasını sağlayacak nitelikte olmalıdır.
Toplumsal alanda duyarlılık ve kabul konusunda bir bilinçlenmeye ihtiyaç olduğu açıkça hissedilmektedir. Bu yönde atılan adımlar ve yürütülen politikalar dönüşümün başlamasında önemli katkılar sağlamış ve bu bağlamda ülkemizde ilerleme kaydedilmiştir. Fakat bu adımların toplumsal etkisinin katlanarak geliştirilmesi gerekliliği düşünülerek, alanda çalışmaların hızla devam ettirilmesi toplumsal bir öncelik haline getirilmelidir. İlk olarak özel eğitim ihtiyacı bulunan bireylerin, normal gelişim gösteren bireylerden farklı bir tanıma oturtulamayacağı, bu tanımlardan yola çıkarak ayrı kümeler içerisinde değerlendirilmeyeceği benimsenmeli ve içselleştirilmelidir. Düzenlenen hizmetlerin birer “lütuf” olmadığı konusunda karar alıcılar ve uygulayıcılar acil olarak söylemsel ve eylemsel olarak irade koymak zorundadır. Demokratik bir refah devleti olma konusunda gösterilen çabaların çoğunlukçu değil çoğulcu bir bakış açısıyla yerine getirilmesi verilen hizmetlerin bir vatandaşlık hakkı olarak yapıldığı algısını yaratmada kilit rol oynayabilir. Bu sayede kurumlar, topluma yayılacak bu algı, toplumsal kabul ile duyarlılığın oluşmasında ve etki alanının genişlemesinde kayda değer bir pay sahibi olacaktır. Anayasal olarak, insan yaşamına ve insan onuruna saygı, eğitim ve istihdam hakkı, farklılıkların kabulü ve fırsat eşitliğinin sağlanmasının refah devletinin sorumluluğunda olduğu tekrar hatırlanmalıdır.
Genel eğitim hizmetlerinden yararlanan çocuklara sunulan tüm kamu hizmetlerinden bağımsız olarak, özel eğitime gereksinim duyan çocuklara getirilen tek katkı, özel eğitim destek hizmetleridir. Ekonomik olarak desteklenen ağır özür durumları dışında kalan ve daha geniş bir alanı ilgilendiren bu hizmetler, aileleri bazı yanlış uygulamaları daha verimli organize edecek mekanizmaların yeterince kurgulanmamasından kaynaklanan kısıtlayıcı tedbirlerle yüz yüze bırakmaktadır. Bu nedenle bunun “lütuf” gibi yansıması, “fazla” görülmesi, belli gerekçelerle sınırlandırılması ya da kamu bürokrasinin bazı durumlarda bu yönde keyfi tutumlar sergilemesi ailelere önemli sorunlar oluşturmaktadır. Bu konuda üç temel başlık iyileştirme gerektirecek alanlar olarak sunulabilir: (1) Özel eğitim ihtiyacı olan çocukların özel eğitim hizmetlerinden yaralanabilmesi için sağlık kurulu raporu alma ve iki yılda bir yenilenme zorunluluğu bulunmaktadır. Fakat yaşam boyu devam ettiği bilinen ve gelişim özellikleri benzeşen Down sendromlu çocuklar için, periyodik olarak sağlık raporlarının güncellenmesi ne derece gereklidir? Yapılan işlemler tıbbi takip, tanılama ve kayıt içinse, raporların güncellenmesi gibi bir işlem hâlihazırda bulunmayan bir sağlık veri tabanına dolayısıyla katkı sağlamayacaktır. Bu uygulama aileleri yorduğu gibi işlem ve bürokratik yük getirisi dışında bir işlev taşımamaktadır. (2) Özel eğitimin ana fikri “bireyselleştirilmiş eğitimdir”. Tanı yaşı, özür derecesi, gelişimsel özellikler ve sosyal destek sistemi ile ilgili bir değerlendirme yapmadan, tüm öğrenciler için standart süre, miktar ve değerlendirmelerle eğitim verilmesi tartışmalıdır. Örneğin on yaşında tanı almış ek özrü bulunan ve ailesinin sosyo-ekonomik koşullarında sorunlarla karşılaşan bir çocuk ile erken çocukluk döneminde tanı almış daha hafif seyreden durumlar için ortalama bir destek sağlamak, konunun doğasına ne kadar uygundur? (3) Özel eğitimle ilgili tanı süreci ise devam eden ve önemli ve tartışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanıyı sağlayan Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM) personelinin nitelik ve uzmanlık alanları ve kullanılan ölçme yöntemleri problemlidir. Özellikle itirazları inceleyen kurul görevlilerinin tekrar RAM ve üst birimlerinden oluşturulması objektiflikten çok uzaktır. Tanıyı yapanların itirazı değerlendirmesi sürecinde keyfi uygulamalar meydana gelmektedir. Özür tür ve derecelerini içeren kapsamlı bir gösterge listesi hazırlanmalı ve oluşturulan tanı matrisi değerlendirme için standart olarak kullanılmalıdır. Uzmanlık gözlemi artı, eksi bazı uygulamaları ve modülleri kullanmakla ilgili katkı sağlayıcı, geliştirici olmalıdır. Ankara’da bulunan RAM’lar kendi içlerinde incelendiğinde tanı, tanıya uygun içerik ve grup eğitimi verme açısından çok değişik istatistikler ortaya koymaktadır. Bu tüm ülke için geçerlidir ve uygulamaların standart dışına erişimini göstermek açısından, bir veri olarak incelenmelidir. Tüm dünyada dağılım belli aralıkları tanımlamaktadır. Bir ilçede öğrenim gören öğrencilerin aldığı eğitimin niteliği, diğer ilçenin 5-10 katına kadar farklılık gösterecek bir dağılım sapması oluşturamaz. Hata oluşmasına elverişli bir sürecin işlediği, tüm savunucu ve direnç içeren yorumlara rağmen açıktır.
Bireylerin mutlu bir hayat sürmesi, kendi kendini gerçekleştirebilmek ve kendine yeterli bir hayat sürebilmekle doğrudan ilişkilidir. Temel ihtiyaçların yanı sıra, sosyo-kültürel gereksinimler dahil, hayatın tüm alanlarında yapılacak düzenlemeler, bireylerin kaliteli bir hayata sahip olma hakkının teslim edilmesini sağlayacaktır. Eğitimde olduğu kadar ekonomide de var olmak, üretmek, toplumsal yaşama katılmak ve sosyalleşmek her birey gibi özel eğitim ihtiyacı bulunan bireyler için de vazgeçilmezdir. Bu nedenle pozitif ayrımcılıkla desteklenen ve haktan doğan bu hizmetler noktasında, devlete önemli görevler düşmekte ve gerekli siyasal, sosyal ve ekonomi politikalarının bu bağlamda düzenlenmesi ve yürütülmesi gerekmektedir.
Süreci kısaca tanımlamak gerekirse, özel eğitim ihtiyacı bir bireyin hastanede hastalık tanısının konmasıyla başlamaktadır. Bu süreçte yaşanan problemlerin, ilk etapta toplumsal güven eksikliği üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Bir tarafta özel eğitim kapsamında devlet desteğinden yararlanmak üzere çocuklarına özel eğitim raporu almak isteyen aileler varken diğer yanda zihinsel ve/veya fiziksel engeli olan bireylerle iletişim eksikliği bulunan ve doğru yönlendirme yapamayan medikal görevliler bulunmaktadır. Konuya müdahil iki tarafın birbirine karşı güven eksikliğinin bürokratik açıklar ve aşırılıklar içerisinde yeniden üretilmektedir. Bu nedenle sürecin iki tarafın da istismar etmeyeceği ve özellikle hastalığın tanılanması sürecinde hastaların kurumsal ve duygusal olarak desteklenmesi sağlanmalıdır. Ülkemizde sosyal hizmetlerin kullanılmasında ve bireylerin bu süreçte yönlendirilmesinde ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. Bireyin hak sahibi olarak hangi hizmetlerden nasıl yararlanacağı, bu süreçte bireyin ve ailenin nasıl bir sosyal ve psikolojik destek alacağı gibi konularda tamamlayıcı uygulamalara ve yapılara ihtiyaç vardır. Bu konularda yaşanan eksiklikler hastalığın takip ve tedavisini de ciddi biçimde etkilemektedir.
RAM’lar ise eğitim öğretim yılının başında bireysel olarak kişinin hangi eğitim modüllerini alacağı, hangi bilgi ve becerilerin geliştirileceği belirlenmektedir. Aynı zamanda bir önceki sene verilen modellerin tamamlanıp tamamlanmadığı kontrol edilmektedir. Fakat burada yaşanan sıkıntılardan öne çıkan başlıklar şunlardır; RAM’larda bu ölçümler için yeterince süre tanınmaması, gelişimi ölçecek yeterliliğe sahip bir ekibin olmadığı ve bireyin farklı ortam ve kişiler karşısında tutum, davranış ve tepkilerinin değişebileceği gerçeğinin dikkate alınmaması. Bu nedenle değerlendirmelere aile, öğretmen ve özel eğitim öğretmenlerinin dahil edilmesi, daha sağlıklı sonuçlara ulaşılmasında önemli bir yer tutacaktır. Sürecin bürokratik kalan bu yönüne ek olarak, sayılan bu kurumlar arasında işbirliğinin eksik olması da özel eğitim ihtiyaçlarının tutarlı ve doğru biçimde belirlenmesini engellemektedir. Burada verilen modül programları, örgün eğitimde ve özel eğitimde belirleyici rol oynamaktadır.
Kaynaştırma eğitimi kapsamında örgün eğitime devam eden öğrenciler, diğer kurumlara kıyasla daha fazla zorlukla karşılaşmaktadır. En dikkat çeken konulardan biri, özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin okula kabullerinde sorun yaşanmasıdır. Çoğu zaman kurumlar, bireylerin okula kayıtları sırasında direnç geliştirmektedir. Öğretmenlerin özel eğitim konusunda yeterliliklerinin bulunmaması ve yönlendirme yapabilecek konumda olmaması ise verilen eğitimin niteliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Bunun yanı sıra öğretmenlerin tavır ve tutumlarından kaynaklı olarak, okul ortamında sosyal kabulün gelişmemesi, özel eğitim ihtiyacı bulunan bireyleri doğrudan etkilemektedir. Okulların fiziksel koşulları, altyapısı ve destek personelin bulunmaması gibi etkenlere ek olarak öğretmen yetiştirme politikaları ve stratejilerinde özel eğitimi dikkate alan düzenlemelere gidilmemesi, eğitim sürecinin sekteye uğramasında büyük rol oynaktadır. Bu noktada eğitim kurumları karşısında birey ve aileler üzerinde baskı oluşturan kaynaklar göz önüne alınmalı ve daha kapsamlı, uygulamada meydana gelen problemleri bertaraf edecek çözümler sunulmalıdır.
Özel eğitim destek hizmetleri ve sosyal politikaların getirdiği ancak hesap edilmeyen bazı dolaylı katkılar da önemli bulunmaktadır. Sağlanan destek aile içi iletişim sorunları, çatışma ve boşanma oranları gibi istenmeyen durumların önlenmesine katkı sağlamaktadır. Basın yayın kurumlarına sık sık yansıdığı gibi, aile bütünlüğünün korunamaması durumunda dezavantajlı çocuğa sahip ailelerde yük sadece anneye kalmakta ve sorunların derinliği artmaktadır. Şiddet, çocuk terki, ailenin dağılması ve sosyo-ekonomik koşulların kötüleştiği durumlarda problemler iyice derinleşmektedir. Bu anlamda sağlanan önleyici ve koruyucu destek oldukça önem kazanmaktadır. Özellikle aile katılımının ve eğitiminin iyileştirmesi, yaşam boyu sürmesinin sağlanması, kazanımların ve etkilerinin sosyolojik olarak ancak ileriki dönemlerde temin edileceği bilinciyle önemsenmelidir. Sosyal politikaların sonuçlarını zaman içinde göstermeleri veya yokluğu durumunda oluşturacağı sorunların, çoğunlukla açık tartışma konusu olduğu bir gerçektir. Hastaneler varken niteliği ile ayrı bir tartışma konusu yaratmaktadır. Ya hastaneler olmasa idi neler tartışma konusu olurdu? Bu hizmetlerin kısmi varlığı ile oluşan önemlilik ihmal edilerek, kısır tartışmalar iyileştirmelere ve önleyici müdahalelere yönelik çabaları kısıtlamamalıdır
Özel eğitim kurumları ise eğitim sürecinde önemli bir yer tutmaktadır. Kişiye özgü olarak farklılaştırılmış eğitimler özel eğitim ihtiyacı bulunan bireyler açısından fark yaratan içeriğe sahiptir. Fakat bu kurumlarda ortaya çıkan başlıca problemler, gerekli niteliklere sahip uzmanların ve öğretmenlerin bulunmaması, hastanelerden alınan raporların geçerlilik süreleri, RAM’larda verilen modüllerin ve değerlendirme raporlarının sınırlılığı ve sisteme yeni adapte edilmeye çalışılan damar okuma sistemleri gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunlara ilaven bazı özel eğitim merkezlerinin sadece ticari birer kurum gibi işletilmesinden kaynaklı olarak sıkıntılar da yaşanmaktadır.
Kurumların ve bireylerin karşılaştığı problem alanlarının daha iyi anlaşılması ve çözümlerinin hızla üretilmesine katkı sağlamak amacıyla düzenlenen özel eğitim dosyamızda yer alan görüşmelere aşağıdan ulaşabilirsiniz:
Yurdagül AYDOĞAN: Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü
Yurdagül Aydoğan: Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü
Müge Bakioğlu: Engelli kavramının kapsamı oldukça tartışmalı, bakanlık bunu hangi boyutlarıyla ele alıyor?
Yurdagül Aydoğan: Burada kapsam oldukça tartışmalı. Biz engelliliğin özel bir alanına, özel bir boyutuna odaklanmıyoruz. Eğitim çağındaki bireylerin tamamı bizim hedef grubumuz, engelin ne olduğuna bağlı kalmıyoruz. Süreğen hastalığı olan, ortopedik, görme, işitme, bedensel engelli bulunan, uyum güçlüğü çeken bireyler de bakanlığın hedef alanına giriyor. Dolayısıyla engellilik kavramı bizim için geniş bir alan. Bunun içine engellilik kavramı için Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımı üzerinden gidiyoruz. Onlar güncelleme yaptığı zaman biz de kendi sistemimiz üzerinden güncelleme yapıyoruz. Eğitimimiz de Uluslararası Sağlık Örgütü’nün tanımına göre şekilleniyor. RAM modülündeki uygulamalar da buna göre oluyor.
MB: Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin okullaşmasında artış ya da azalmadan söz etmek mümkün mü?
YA: Şimdi engellilerde bir artış ya da azalma söz konusu. Tespitlerimize göre görme engellilerde bir azalma fark ediyoruz. Neden fark ediyoruz? Okullarımıza ve bize eğitim için başvuran adaylarda, geriye doğru baktığımız zaman, bir durağanlık var. Eğer eğitim çağı içerisinde ise direkt bize yansıyor zaten. Hizmete erişim konusunda biz zaten çoğu çocuğa ulaşıyoruz.2008’den yaptığımız en son araştırmaya göre, engellilerin eğitime erişiminde, %200 küsur oranında bir artış söz konusu. Bizim eğitime dahil ettiğimiz birey sayısında bir artış var ama görme engellilerin tanılanıp ve eğitime ihtiyacı olan bireylerde bir şeylik var. Dolayısı ile daha farklı politikalar geliştirmemiz gerektiğine dair bir kanaatimiz var.
MB: Engellilerin toplumsal ve özel alanda yaşam koşullarının iyileştirilmesi için ne gibi aktiviteler yapılıyor?
YA: Birey şunu görüyor, devletin engelli bireylere sağladığı haklar var, anayasal haklar var. Mesela aileye ödenen para var, aile bakanlığının verdiği sağlık hizmetleri ile ilgili muafiyetleri var, evde bakım hizmetleri var. Evde kalan, evde bırakılan çocuklar ya da bireyler şimdi sistemin içine dâhil oluyor. Hiç eğitim görmemiş 30 yaşında bir birey bile bu haklara başvuru yaptığında, aynı zamanda eğitim tedbirlerine de yönlendiriliyor. Halk eğitim merkezlerinden şu eğitimleri alabilirsiniz deniyor. Bu da bir insanların sisteme dahil edilmesiyle ilgili bir süreç.
Aile bakanlığı, gençlik ve spor bakanlığı ve bizim bakanlığımızla birlikte birçok aktivite yapıyoruz. Her kurum kendi içerisinde aktiviteleri de var. Bizimkiler yoğunluklu olarak okullar ve aileler üzerinden gidiyor. Gençlik hizmetleri müdürlüğü ile planladığımız doğa kampları, bilim doğa kampları var. Ama üç kurum ortak aktiviteler de yapıyoruz. En son gençlik bakanlığının bir spor aktivitesi vardı, Gazi Üniversitesi ile beraber büyük çaplı bir organizasyon yapıldı. Hepsinin bu anlamda görünürlüğünü artıran çalışmalar var. Son zamanlarda Aile Bakanlığının da bu alanda çok ciddi çalışmaları var.
MB: Şu an yürüttüğünüz özel bir proje var mı bu kapsamda?
YA: yeni tamamladığımız, özel eğitimi güçlendirme projemiz var; tamamen toplumsal kabul ve engelsiz okul modeli üzerine. Çalışmaları tamamlandı baya da güzel sonuçlar çıktı. Toplumun farkındalığını arttırmak üzerine yapılan etkinlikler oldu, bir de engelsiz okula yönelik bir model çıktı, onun kitapları hazırlandı. Bir ayağı hala devam ediyor.
MB: Bahsettiğiniz modelin içeriğinde neler var?
YA: Model, meslek lisesi odaklıydı. Birey meslek lisesine başvurduğu zaman, engeli ne olursa olsun, onun hayatını kolaylaştıran ve eğitime erişimini sağlayan adımları belirliyor. Bunun içerisinde aile eğitimi var, öğretmen eğitimi var, ortam düzenlemesi var, okulun engelliye hazırlanması, bireylerin engellinin kabulüne yönelik çalışmaların yapılması gibi bütününü kapsayan bir proje. Web sitemizde detaylar var, size güzel veriler sağlar.
MB: Engellilerin toplum yaşantısına aktif olarak dahil olabilmeleri için eğitim en önemli basamak. Engellilerin eğitim ile ilgili nasıl bir politika izleniyor?
YA: Biz okullarımız da dönüşümü sağlayan, bütünleştirmeyi hedef alan bir sistemimiz var. Bakanlığımızda özel eğitimle ilgili temel politikamız bütünleştirme. Artık kaynaştırmanın da üstünde bir hedefimiz var. Dolayısı ile her bir bireyin en iyi şekilde, eğitime en iyi ve en hızlı sürede erişebileceği ortamlar ve imkânlar sağlamayı amaçlıyoruz. Bizim kendi okullarımızın içerisinde de böyle ufak ufak düzenlemeler yaparak okullarımızda daha çok bir şeye doğru gidiyoruz dönüşüme doğru gidiyoruz.
MB: Herhangi bir engeli bulunmayan kişiler için örgün öğretim, yükseköğretim, hayat boyu öğrenme programları ve bunların yanı sıra iş hayatına ve sanatsal (hobi) birçok sertifika programları bulunuyor. Bu programların ne kadarı engelli vatandaşların katılımına uygun hale getirildi? Uygun hale getirilen bu eğitim faaliyetlerinin programları nasıl düzenleniyor?
Herhangi bir engeli bulunmayan kişiler için örgün öğretim, yükseköğretim, hayat boyu öğrenme programları ve bunların yanı sıra, iş hayatına yönelik olarak da birçok sertifika programı bulunuyor. Bunların ne kadarı bireylerin isteklerini, farklı ihtiyaçlarını karşılayabilecek… Bunları halk eğitim merkezleri ile yapıyoruz. Ama mükemmel ve istediğimiz boyutta mı? Asla değil. Yani engellinin, engeli ne olursa olsun erişebileceği şekilde dizayn edilmiş ortamlarımız sınırlı. Mevzuat olarak, yasal olarak hiçbir engeli yok. Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü engellilere yönelik uygulanacak programları belirledi ve bunlar sahaya yayıldı. Ama biz %100, her engellinin istediği her türlü şeyi, örneğin tekerlekli sandalyedeki bir engellinin kendine en yakın halk eğitim merkezine bağımsız bir şekilde gidip gelmesini gerçekleştiriyorum desek çok da gerçekçi olmuyor. İkincisi bu direkt milli eğitim bakanlığının kapsamında değil. Engellinin apartmandan çıkışı, o kaldırımda bağımsız gidebilmesi, bunlar bizim dışımızda. Fakat kendi alanımızda, halk eğitim merkezlerinde, bel-meklerde engellilerin alabilecekleri programların dizaynı yapıldı. Hayat boyu öğrenme kapsamında öğretmen eğitimleri de yapıldı.
MB: Engelli vatandaşların hem yaşamlarını hem de öğrenmelerinde katkı sağlayacak teknolojik gelişmeleri bakanlık ne düzeyde takip ediyor? Bu yeniliklere ulaşımlarını sağlamada nasıl bir yol izliyor, eğitim programlarına bu teknolojiyi nasıl entegre ediyor?
YA: Fatih projesi ile özel eğitim gerektiren bireylere ayrı program modellemeleri yapıldı. Ankara ili ölçeğinde pilot uygulama gerçekleşti öncelikle. Öğretmen eğitimlerinden sonra eğitimin içeriği ve uygulama boyutuna geçildi. Bu esnada süreç uzman eğiticiler tarafından izlendi. Görme, işitme, otistik gibi her engel grubundan uzman öğretmenler, akıllı tahta kullanımı dahil, işin teknoloji tarafındaki uzman kişiler tarafından eğitildi. İçerik programları geliştirildi, ders programlarının işaret diline çevrilmesi gibi alanlar fatih projesi kapsamında başaklandırılıyor. Tablet, bilgisayar ve aparatların çocukların özelliklerine uygun olup olmadığına dair denetlemeler yapıldı. En son YEĞİTEK Genel Müdürlüğü tarafından, 1200-1300 sayfalık bir izleme raporu hazırlandı.
MB: Vatandaş olarak aktif katılımları ve toplumsal uyum süreci için, özellikle mesleki bilgi ve yeterlilik kazandırılması noktasında, bakanlık nasıl bir rol oynuyor?
YA: Mesleki bilgi ve yeterlikleri ile ilgili yine Aile Bakanlığı da bizim iş okulları üzerinden ve istihdamları konusunda neler yapılacağı ile ilgili çalışıyoruz. Orada da hedeflediğimiz şeye ulaştık desek eksik olur. İş okulları programlarımızı ve meslek eğitim merkezleri programlarımızı, uluslararası ölçekteki mesleki eğitim kademelerine göre yeniden planladık, basamaklanırdık, modüler hale getirdik. Her bir bireyin yapabileceği kadar ve mesleki yeterlik kurumunun belirlediği kriterlerle eşleşecek şekle getirdik; tıpkı meslek liselerinde yapıldığı gibi. Bizim bu yaptığımızı da Aile Bakanlığı yetişkin eğitiminde yapmaya çalışıyor. Biz yetişkin eğitimine katılımı, Halk Eğitim Merkezleri üzerinden yapmaya çalışıyoruz.
İkinci olarak, istihdama yönelik ciddi bir yapılanmaya gitmek gerekiyor. Devlet hem Aile Bakanlığı kanalından hem de Çalışma Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kanadından çalışıyor. İstihdamda %3’lük bir kota var biliyorsunuz; engelli çalıştırma kotası. O kota üzerinden ciddi bir engelli alımı var, ama yine devlet üzerinden gidiyor. Özürlü memur seçme sınavı var, kpssde ayrı bir yapılanmamız yok. Fakat ÖMMS tamamen engellilerin kamuda göreve yerleştirilmesi ile ilgili. Burada kamu kendi üstüne düşeni yapıyor ama belki burada yapılması gerekenler özel kurumlarda engelli çalıştırılması. Yasal yaptırımı var ama daha da fazla şey yapılabilir mi? Yapılır. Bununla ilgili olarak Çalışma Bakanlığı da İŞKUR üzerinden ciddi şeyler yapıyor. Eskiye göre akıl sır ermeyecek kadar ilerideyiz. Meslekte çok eski olduğumuz için şuradaydık, bunu yaptık gibi bir söylem benim tarzım değil. Onun için söyleyemiyorum. Yeterli mi? Bizim özel eğitim alanında yaptığımız hiçbir şey, asla yeterli olmaz. Bırakın özel eğitimi eğitim zaten yeterli mi? Sürekli bir devinim söz konusu olduğu için, yapacak çok işimiz var.
MB: Mesleki eğitim, ortaöğretim ya da hayat boyu öğrenme için geçerli, birey ortaöğretim düzeyine geçmeden neler yapılıyor?
YA: Ama o çocuklar daha küçükler. Bakım üzerine yoğunlaşıyoruz orada.
MB: Fakat örgün eğitime devam ediyorlar.
YA: 12. sınıfa kadar zorunlu eğitim görüyorlar zaten. 12 sınıftan sonra yaygın eğitime giriyorlar. 12. sınıfa kadar bizim çocuklarımız iki tür eğitim alıyorlar. Biri bizim okullarımızda eğitim alıyorlar, özel eğitim okullarında bir de engelsiz akranları ile birlikte aynı ortamda eğitim alıyorlar. Bunda hep fikiriz şimdi alayım soruyu.
MB: Normal gelişim gösteren öğrencilerin gittiği okullarda nasıl bir programa tabi oluyorlar? Farklılaştırılmış müfredat üzerinden eğitim alıyorlar mı? Normal gelişim gösteren çocukların bile öğrenme süreçleri birbirinden farklılaşıyor. Bu noktada birçok sıkıntı varken, bir de özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar için kaynaştırma eğitiminin uygulaması ve niteliği nasıl?
YA: Bizim çocukların, engelsiz bireylerle beraber aldığı eğitime, kaynaştırma eğitimi diyoruz. O süreçte aldıkları iki tür eğitim var. Birinci grupta öğrenci, sınıfta akranları ile aynı ortamda ve aynı programdan sorumlu. Çocuğun bireysel gelişimine göre müfredat yeniden analiz ediliyor. Öğrencinin yeterliliğine göre, yapabilirliğine göre, ona ayrı bir plan hazırlanıyor. Buna da Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı(BEP) diyoruz. Bu plandan sorumlu çocuk. Benim öğrencim BEP’ine göre, iki basamaklı sayıları toplama düzeyinde sonuç veriyorsa, bu onun için bir başarıdır ve sınıf düzeyini geçmesini sağlar. Ama aynı düzeydeki bir ikinci sınıf çocuğundan, iki basamaklı sayıları çarpmada sonuç bekleniyor. Bizimkinde de bu bir başarıdır. Ayrı program ile aynı diplomayı alıyorlar. Öbür taraftan yine engelsiz akranları ile aynı ortamda bulunan, aynı sınıfta yerine aynı okulu paylaşan bir grup var. Onlarsa bizim hazırladığımız özel eğitim programına tabiler.
MB: Peki kaynaştırma eğitiminin özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar için verimli olduğunu düşünüyor musunuz?
YA: Tabii ki. Az önce söylediğim gibi bizim hedefimizde bütünleştirme kavramı var. Her birey bulunduğu ortamda kendi akranlarıyla beraber eğitim almalı, engeli ne olursa olsun. Ama o çocuğa uygun öğretmenin, eğitim ortamının, müfredatın sağlanması üzerinden bir düzenleme yapılması gerekir. Birey görme engelliyse, öğretimi ve bağımsız hareket etmesi konusunda destek verilmeli. İşitme engelliyse işitme engelliliğine yönelik işaret dili ve onun öğretim becerilerini kazandıracak şekilde uygulamalar gerekir. Otistikse ona göre. Ve bizim idealde hedefimiz bu.
MB: Pratikte öğretmenlerin bunu yönetemediği, özel eğitim ihtiyacı olan çocuklara yeterli ilgiyi gösterilmediği yönünde eleştiriler var. Bunların dışında Bakanlığın faaliyetlerine yönelik ne gibi olumlu ve olumsuz tepkiler geliyor?
YA: Doğru söylüyorlar, o eleştiride haklılar. Buna iki türde müdahale edilmesi gerekiyor. Birincisi öğretmenin sisteme girmeden önce, üniversitede özel eğitim gerektiren bireyler ile ilgili eğitim alması gerekiyor. Bu bizim için en kolay, en pratik ve olması gereken süreç. Dünyanın her yerinde de böyle yapılıyor. Bizde özel eğitim zorunlu iki saat sadece. Bu da güzel ama bunun daha da fazla olması gerekir. Bir de eğitimin sadece okul öncesi ve sınıf öğretmenlerine değil, diğer alan öğretmenliklerine de yansıması gerekir. İkincisi sahada atanmış, hâlihazırda görev yapan öğretmenler var. Onlara da, özel eğitim alanıyla ilgili ciddi bir şekilde bilgilendirme yapılması lazım. Burada da az bir eğitim yapılmış değil. 2004 yılında Dünya Bankası projesi ile 20.000 öğretmene ulaşıldı. Sadece öğretmenlerle değil, müdürlerle, milli eğitimde çalışan personelle, ilköğretim müfettişleriyle, toplumsal kabule yönelik ciddi bir çalışma yapıldı. Bakanlık sürekli toplumu ve alandaki insanları yetiştirecek, tanıtıcı faaliyetlere giriyor. Fakat bizim ülkemiz çok büyük bir ülke, girdi çok fazla. Sürekli aynı hızla sizin bunu devam ettirmeniz lazım. Dolayısıyla bunun en mantıklı yolu, öğretmen olacak bireyin buna hazır, bunu bilerek gelmesi. Okul öncesi öğretmenleri, sınıf öğretmenleri ve alan öğretmenlerine belli bir bilgi düzeyi yeter. Şu anda engellilerden aldığımız eğitim performansını yüzde yüze katlar. O kadar yol aldırır, çünkü özel eğitimde erkenlik ilkesi esastır. Eleştiri aldığımız yönlerden biri de bu. Öğretmenlerle ilgili çalışmaların yapılması. Okullaşma oranımız ile ilgili eleştiriler de geliyor. Daha fazla okul isteği var. O da, daha çok otistiklerde. Otistikler de zor bir alan. Daha da küçük ortamlarda, iki öğrenciye bir öğretmen veriyoruz. Şimdi bunları nasıl çözeceğiz, nasıl daha hızlı yaygınlaşıp onlara daha hızlı ulaşacağız, bunun üzerine çalışıyoruz.
MB: Bu konuda yardımcı personel ile ilgili bir çalışma var mı?
YA: Yeni mevzuat taslağına koyduk. Umarım çıkacak mevzuat, alandaki insanları, velileri, öğretmenleri rahatlatır. Gerçekten zor bir grup. Onlar da kendi içerisinde düzey düzey. Hiç sesini çıkarmadan, sessiz sedasız sınıfın bir kenarında oturup sizin girdilerinizle yönelen bir otistik de var. Ama aynı zamanda yeri göğü birbirine yıkan, kontrolü zor olan tipler de var. Bizim alanımızın içinde o kadar çok alt alan var ki. Mesela görme engelli, aynı zamanda işitsel engelli, aynı zamanda zihinsel engelli. Bu çok ağır bir vaka. Bunlara o kadar farklı bir eğitim vermek, organize olmak zorundasınız ki onun yararlanabileceği düzeyde olsun. Kendi içinde çok çeşitlilik gösteriyor. Bunlar var söyleyebileceğim, aldığımız eleştirilerden biri.
MB: Eksiklik olarak gördüğünüz, ‘şu ana kadar, şu alana hiç dokunulmadı, çalışma yapılması gerekir’ dediğiniz bir şey var mı? Ya da ivedilikle çözülmesi gereken…
YA: Bizim ulaşamadığımız bir alan var diyemem. Haksızlık olur. Ama ivedilikle, hemen çözmemiz gereken bir sorunumuz ne derseniz… Şu an bizim önceliğimiz, okullarımızdaki akademik sürecin niteliğinin arttırılmasına yönelik çalışmak. Her engel düzeyinin, daha iyi bir eğitim alması. Özel eğitimde ‘şu çok acil, bunu çözüp sonra buna geçelim’ diye bir şey yok. Her biri kendi içinde hızla bir yere dönüyor. Onun için de şöyle bir alan var demek zor. Bizim çeşitliliğimiz var. Birini önceliklendirseniz, kamuda diğerini eksik bırakırsınız. Bunun için eşit ölçüde her birini yönetmek zorundasınız. Şimdi engelliler ilgili bir şey söylesem, o zaman özel yeteneklileri pas geçiyorsunuz derler. Hâlbuki biz çan eğrisinin iki tarafına da hizmet ediyoruz. Hem engellilere hem de en üst düzeydekilere. Dolayısıyla özel eğitimi biz düz bir çizgi olarak görüyoruz. Her birine eşit düzeyde ve eşit öncelikle hizmet vermemiz lazım.
MB: Bu yuvarlak masa çalışması kapsamında dernek, aile ve akademisyenlerle görüştük. Özel eğitim ihtiyacı olan çocukların aslında doğru bir iklim içerisinde olmadığına özellikle işaret edildi. Tanımlanması hastanede başlıyorsa, arkasından eğitim süreci geliyor, arkasından sosyalleşme ve iş hayatı… Fakat her aşama için kurumlar arası ilişkiler yeterince yapılandırılmamış durumda. Örneğin, bir yandan özel eğitim merkezinin verdiği eğitim var, örgün eğitimden alınan eğitim var. Bir de Rehberlik Araştırma Merkezi’nde (RAM) çocukların belirlenen kazanımları elde edip edemediğine dair bir onay süreci ve buna göre yeni bir program oluşturulması süreci var. Buradaki kurumlar arası ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
YA: Orada eksik bilginiz var. Süreç birbirinden o kadar kopuk değil, bir ahengi var. Burada da, her şeyde olduğu gibi bireysellik gelir. Çocuk iki yerden destek alıyor. Bir, MEB’de örgün eğitim kurumlarından; iki, rehabilitasyon merkezleri denilen, özel öğretim kurumlarına bağlı yerlerden. Fakat bu iki yerden çocuğun alacağı eğitimin genel felsefesi, iki programın birbiri ile örtüşmesi. Çünkü genel eğitimde aldığı programla özel eğitimde aldığı program bütüncül. Öğretmenin orada verdiği bilgi ile buradaki arasında uyumsuzluk olabilir. Bu yine bireyselliğe dayanır, sistemin aksi yönlerini ifade etmez. Haksızlık olur. İkincisi bunun RAM’da onaylanması diye bir şey söz konusu değil. Bütüncül, birbirini destekleyen bir program var ve çocuktan alınan bir eğitim performansı var. Bu eğitim performansını uzman alıyor, ‘bu akış ve bu program içerisinde, çocuk bu basamaktan şu basamağa kadar gelebilir’ diyor. Bu her iki kurumda da kendi içinde yürüyor. Ama diğer taraftan, devlet özel kuruma da baya yüklü bir para veriyor. Bunun karşılığında buna uygun eğitimi verdin mi vermedin mi, bunun kontrolünü yapıyor. Yani RAM’ın aldığı şey, çocuğun eğitim performansının uygun şekilde verilip verilmediği. Öğretmen arkadaşımızın size sunduğu şekilde bir eksiklik var denebilir sadece.
MB: Çocuklara RAM’larda belli programlar veriliyor diye biliyorum ben.
YA: Öğrencinin eğitim performans düzeyi alınıyor. Bu düzeye göre, devlet ücret karşılığı ‘şu becerileri kazandırmak için şu kadar saat grup eğitimi, bu kadar saat bireysel eğitim, Türkçe’de şu kadar, okuma yazmada şu kadar’ diyor. Bir otokontrol var orada. Bu kontrol ile örtüşmesi lazım. Çünkü devlet oradan bir hizmet alıyor. Bunu sorguluyor devlet.
MB: Özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar oldukları için her zaman aynı performansı sergileyemiyorlar; ortam değişiyor, kişiler değişiyor. Bundan dolayı RAM’lar, örgün eğitim ve özel eğitim arasında sıkıntı oluşuyor. Dolayısıyla çocuklar da aynı düzeyde tekrar eğitim almak zorunda kalıyor.
YA: Siz neredeki öğretmenle görüştünüz? Özel kurumla mı görüştünüz?
MB: Evet.
Sabahattin Yıldız: Özel Özel Eğitim Kurumları Derneği Başkanı
Müge Bakioğlu: Özel Özel Eğitim Kurumları Derneği faaliyet kapsamı nedir?
Sabahattin Yıldız: Dernek 2003 yılında, özel eğitim ve rehabilitasyon alanında faaliyet gösteren, merkezleri ve özel eğitim kurumları sahipleri tarafından kuruldu. Türkiye çapında 1750 tane özel eğitim kurumu var bunların yarısı derneğin üyesidir. Derneğin asıl amacı, özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin eğitim hakkını savunmak, yasal düzenlemelere katkı sağlamak, özel eğitim ve rehabilitasyon alanındaki gelişmeleri takip etmek, yenilikleri araştırmak, yurt dışında ve dünyada neler yapılıyor, bunlarla ilgili üyeleri bilgilendirmek, akademik çalışmalar yapmak, toplantılar düzenlemek, seminerler yapmak, toplumdaki farkındalığı artırmak şeklinde sıralanabilir. Kamu nezdinde özel eğitim ve rehabilitasyon alanında yapılan çalışmaların tamamında dernek faaliyet gösteriyor.
MB: Bireyin özel eğitim ihtiyacı olduğu ortaya çıktıktan sonra süreç nasıl işliyor?
SY: Engelliler yasasında bedensel, zihinsel, ruhsal, psiko-sosyal, görme, işitme ve konuşma gibi alanların herhangi birinde % 20 engelli olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, özürlü sağlık raporu ya da engelli sağlık raporu alarak, her il ve ilçede Milli Eğitim Bakanlığına bağlı rehberlik ve araştırma merkezlerimize gider ve özel eğitim hizmeti için başvurur. Hastaneden aldıkları rapor durumun tıbbi tanımlamasıdır. Rehberlik araştırma merkezi, eğitsel tanımlama yapmaktadır. Eğitim süreci de burada başlıyor. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, ihtiyaç ve eksikliklere göre eğitim programı oluşturuluyor. Buradaki amacımız iyileştirmek, normalleştirmek, kendi akranları ile aynı düzeye getirmeye çalışmak; nihai amacımız ise toplumla bütünleşmiş, kaynaşmış bireyler haline dönüştürmek. Bireysel eğitimde eksik kaldığı beceriler desteklenirken, grup eğitiminde bu becerilerin toplumsal halde sergilenmesi amaçlanıyor.
MB: Kaynaştırma eğitimi ile ilgili politikaları nasıl buluyorsunuz?
SY: Aslında kaynaştırma yönetmeliği çok iyi. Şu anda bizim okullardaki çocukları takip ediyoruz ama kaynaştırma eğitimiyle bizim çocuklar arada kaynıyor. Niye? Kaynaştırma eğitiminde yönetmelik gereği her okulun bir özel öğretim öğretmeni olması gerekiyor. Okullarımız bu sisteme hazır değil. Kaynaştırma eğitimi, eğitim fakültelerine yeni yeni konmaya başlandı ama şimdiki öğretmenler kaynaştırma nedir, engelliyle nasıl çalışılır, kaynaştırmada ki amaç nedir; bunun çok fazla farkında değiller. Maalesef büyük bir çoğunluk bu işi angarya olarak görüyor. Bir BEP(Bireyselleştirilmiş Eğitim Programları) uygulaması nedir, nasıl yapılır, amacı nedir, nasıl uygulanır bilmiyorlar.
Türkiye’de özel eğitim etkili değil. Okulların kaynaştırma uygulamasındaki temel sorunu, okulların alt yapı eksiklikleri. Kaynaştırma eğitiminde sınıfların sayısı düşük olmalıdır. Her sınıfta, 10-15 çocuğa bir kaynaştırma öğrencisi vermek gerekirken, bazen gittiğimiz sınıflarda 50-60 kişilik sınıflar oluyor. Son zamanlarda sayılar düşüyor sayısı ama siz 50 kişilik bir sınıfa 4 tane de kaynaştırma öğrencisi verirseniz, o sınıf öğretmeninin durumu zorlaşıyor. Kaynaştırma eğitimi için uygulanabilir bir ortam olmalı. Çocuğa kaynaştırma raporu çıkıyor ve okulda kaynaştırma eğitimine başlıyor. Orda okulun alt yapısı düzenlenmeden, öğretmenin bilgi düzeyi dikkate alınmadan, öğretmene okul içi destek sistemi oluşturmadığı için öğretmen el yordamıyla becerileri dahilinde eğitim veriyor.
BEP yönetmeliğine göre, özel eğitim öğretmenleri, idareciler, okuldaki öğretmenler, çocuğun velisi ve çocuğun kendisi her dönemin başında toplanıp çocukla ilgili bir BEP yapmak zorundalar. Ancak şu anki uygulama %10’u geçmiyor; yapılıyorsa da kağıt üzerinde yapılıyor, formalite tamamlansın diye.
MB: Yapılan son düzenlemelerle beraber özel eğitim alanında olanla, olması gereken arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
SY: 2006’dan bugüne bir sürü şeyi değiştirdik ama rehabilitasyon işi sadece adımızda kaldı. Milli Eğitim Bakanlığı bu işe sadece özel eğitim ve öğretmen odaklı bakıyor. Oysa bu iş bir ekip işi. Bu ekipte kimler var; sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk gelişimciler, özel eğitimciler, konuşma terapistleri, fizyoterapistler, gerektiğinde hekimler ve farklı alanlarda çalışan uzmanlar. Şu an sosyal uzmanları alandan çıkardılar ve psikologlar %10-15, çocuk gelişimciler %40 kapasite ile çalışıyorlar fakat tüm odak özel eğitim öğretmenleri üzerinde toplanmış durumda.
Çocuk ilk başta kuruma başvurduğu zaman bir sosyal hizmet uzmanının inceleme raporu hazırlaması, aile ve sosyal çevre hakkında bilgi toplaması lazım. Özel eğitim öğretmenleri zaten bu işin birinci meslek elemanları ancak siz burada engelli bireyin sosyal çevresini bilmeden, günlük yaşam kültürüne uymayan beceriler öğretiyorsunuz. Diğer bir sorun BEP. Rehabilitasyon hizmetinin gerektirdiği şekilde eğitim programlarının, mesleki donanımların, kurumların kendi istihdamlarının düzenlenmesi gerekiyor. Bizim asıl amacımız bireyin kendi kendine yetebilmesi. Bunu nasıl sağlayacaksınız? Öncelikle temel eğitimi ve merkezi rehabilitasyonu sağlayacaksınız, sonra iş öğretimi yapacaksınız, arkasından çalışacak ve kendi hayatını idame ettirecek.
MB: Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin mesleki gelişimini ne derece destekleniyor?
SY: Normal şartlarda, özel eğitim ihtiyacı bulunan bireylerin, devletin kendi iş okullarında öğretim görmesi gerekiyor. İş okullarında program düzenlenirken öyle bir iş öğretmelisiniz ki bu çocuklara, burayı bitirdikten sonra kamuda ya da özel sektörde öğrendikleri şeyi uygulayabilsinler. Şu anda en büyük sıkıntımız, engelli bireylerin ne yapacakları, hangi işe uygun olduklarının belli olmaması. Devletin kendi okullarında bile iş meslek analizi dediğimiz şey yok. Belli bir düzeye gelen bireyleri çalıştırma zorunluluğumuz var fakat iş yerleri cezasını ödeyerek ya da kağıt üstünde çalışıyor göstererek bundan kurtulmaya çalışıyorlar. Bu cezaların çok daha ağır yaptırımları olmalı. Paradan ziyade bireyin kendini iyi hissetmesi, iş üretebilir duruma gelmesi önemli. Mesleki rehabilitasyon bu anlamda çok zayıf, özel eğitimin en zayıf halkası diyebiliriz.
MB: Rehabilitasyon merkezlerinin karşılaştığı sorun alanları neler?
SY: Yaşadığımız en büyük sıkıntı, alan uzmanları ve personelin olmaması, bunu da yan kaynaklar ve sertifika programlarıyla karşılamaya çalışıyoruz. Bakanlık sınıf öğretmenlerine aylık sertifika programları düzenliyor. Biz de büyük kurumlarla, eğitim için bu kısa bir süre olmasına rağmen, eleman olmadığı için bir yıllık kademeli eğitim veriyoruz.
Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin karşılaştığı en büyük sıkıntısı ise rehberlik araştırma merkezleri (RAM). 2006 altyapı oluşturulmadan RAM’lar Milli Eğitim Bakanlığına verildi ve gerekli personel de temin edilemedi. Çocuklar hastanelerden rapor aldıktan sonra eğitsel tanımlama için bağlı bulundukları RAM’lara gidiyor. Hiçbir servis yok, rehber arkadaş modül seçiyor, şu eğitimleri alacaksın diye. Yarım saatte bir çocuğun eğitim performansı oluşturulamaz. Çocuklar kendilerini kapatabiliyor, farklı bir ortamda kendilerini ifade edemiyorlar. RAM’lar hazırlayıp gönderdiğiniz bir yıllık eğitim performans raporlarını incelemiyor. RAM’ın işi, eğitsel bir değerlendirme yapmak, bu çocuğun özel eğitime ihtiyacı var mı, yok mu bunu tespit etmek. Özel eğitime ihtiyacı yoktur diyerek çocukların raporlarını kesiyorlar, başka yerlere yönlendiriyorlar. Bir sürü hak ihlalleri oluyor, biliyorsunuz anayasanın temel hükmüdür, eğitim hakkı engellenemez. Yani bu çocukların da eğitim en temel haklarıdır. O yüzden RAM’lardaki uygulamalarda bir keyfilik var.
Hastane raporlarında çok büyük sıkıntı var. Hastaneler tanımlamanın yapıldığı yer. Yönetmelik, 20 gün içerisinde aileye raporun teslim edilmesini söylüyor ama şu anki uygulamada özellikle büyük kentlerde 5-6 ayı bulan hastane randevu sistemleri var. Raporları alamazsak eğitimleri aksıyor, özel eğitim ihtiyacı olan çocukların eğitime geç yaşta başlamaları büyük sıkıntı. Çocuğun ve personelin devamlı takibini yapıldığı avuç içini okutma sistemi başladı. RAM’larda çocuk eğitime alınırken sisteme kayıt ediliyor ama bir çocuğun iki saatte okutulamadığı RAM’lar var. Bu bizim işimize uygun bir sistem değil. Ayrıca bir günlük eğitimini kaçıran kişiler o ay içerisinde telafi alamıyorlar, kurum da eğitimi vermiş sayıp parasını alıyor. Yönetmelikte çok ciddi anlamda sıkıntılar var bu konularda.
Ağır engelli bir çocuğa hastaneler 2 yıllık rapor veriyor. Yani her 2 yılda, bir çocuk o eziyeti yaşıyor. Raporlama sürecinde ya şimdi ağır engelli bir çocuğun %100 iyileşme şansı yok ki, ona 2 yıllık rapor verilir mi? Bu tamamen sistemle ilgili, işi yapan insanda empati çok önemli. Raporu 5 yıllık ver ya da sürekli rapor ver ve kontrol iste. Bir büro gibi bir yer olur, oradaki ekip çocuğu görür, arkasından onaylar “görülmüştür” diye. 2 yılda bir 10 dakikasını alır bu rapor işleri, bu kadar basit yani. Yapılamayacak bir şey değil ama anlatamadık. 3 yıl önce Sayın Başbakana bu sağlık kurulu ve raporları ile ilgili konuyu aktardık. Yönetmeliğe 20 gün olarak kaydedildi ama yönetmeliğin bir anlamı yok Türkiye’de.
Aileleri de tanı aşamasından itibaren çok ciddi sıkıntılar bekliyor. Sosyal destek sistemimiz çok zayıf. Vakalarda o ilk söyleme aşamasından, ailelerin hazırlanmasına, kabullenmesine kadar destek sistemi oluşturulmalı. Arkasından eğitim modellendirme süreci başlıyor. Hastanedeki grup ailelerin ne yapacağını, hakların, ödevlerini, sorumluluklarını, kendilerini koruyan sosyal destek sistemleri aktarmaları gerekiyor. Oraya yöneltilmeleri gerekir, arkasından eğitim programının çok ciddi bir şekilde takip edilmesi lazım. Ailenin de desteklenmesi lazım ekonomik anlamda. Aile ekonomisi için bakım kaynakları desteğinin arttırılması lazım çünkü çalışan ebeveyn iş hayatından çıkıyor.
Toplumsal olarak özel eğitim ihtiyacı olan bireylere bakışımızda da problem var. Kendi çevremizden başlayarak, onların işlerini kolaylaştırmak adına onlara destek olmak zorundayız. Mimari yapılanma ve belediye hizmetlerinin hiçbiri engelliye uygun değil. Görüntü kirliliği olacak diye apartman girişlerine rampa yapılmasına karşı çıkılıyor. Bu kadar dünyadan bir haber toplum. Ulaşımları kolay olsun diye yapılan engelli park yerleri var, insanlar alışveriş yerlerinde gidip arabalarını park ediyorlar. Senin için çok kolay olan karşıdan karşıya geçme eylemi bile onlar için o kadar zor ki. Mesela engelli ailesinin çocuğu bırakıp nefes alabileceği bir yer yok. Kreşe göndereceksiniz, diğer engelli olmayan çocukların anneleri ile de çok fazla sıkıntı var, empati yapamıyoruz, yani bilmiyoruz. “Aman o çocuk benim çocuğumun sınıfında olmasın.” deniliyor. İşte bu anlamda çok fazla eksiğimiz var.
ÖMT: Psikolojik Danışman
ÖMT: Lisans ve Yüksek Lisans Eğitimi Psikolojik Danışmanlık, Doktora Özel Eğitim
Müge Bakioğlu: Duygularınızla ve bir anne olarak yaşadığınız zorluklarla başlayalım.
ÖMT: Süreç birçok farklı duyguyu içinde barındırıyor. Ailelerin geçtiği aşamalar literatürde tanımlı aslında, ama bu şekilde sınırlamak yaşarken mümkün değil gibi geliyor. Duygu dediğimiz şey çok geniş bir yelpaze fakat özel gereksinimleri olan bir çocuğa sahip olduğunuz zaman yelpaze biraz daha renkleniyor gibi hissediyorum. Çocuğun ilk yaptığı şeylerden biri olan göz teması, size tarifsiz bir mutluluk verirken, tüm çabalara rağmen çocuğunuza ulaşamadığınız noktada mutsuz ve umutsuz oluyorsunuz. Eğer hala kabul sürecinde sıkıntı yaşamıyorsanız onunla beraber olmak öyle şeylere kapı aralıyor ki. Aslında normal gelişim sürecinde göz teması kurmak fark edilmezken, özel gereksinimli çocuklarla ilk gülüşün, ilk temasın, ilk bakışın ilk dokunuşun, sarılışın ne kadar değerli olduğunu öğreniyorsunuz. Çok dalgalı bir duygu süreci var. Bu çocuğa da yansıyor. Biz farkındalıkları yokmuş gibi düşünüyoruz. Size yansıtabilse ya da yansıtamasa da, sizin her yaşadığınız duygu, onun yaşadığı duygu oluyor. Bazı özel gereksinimli çocuklar bunu çok güzel dışarı vuruyorlar, bazı çocuklar bunu içinde yaşıyorlar. Hayal kırıklıklarınız oluyor, umutsuzluğa kapıldığınız oluyor, çaresizlik çok sık yaşadığımız şeylerden biri olabiliyor fakat aile olarak olumludan gidiyorsunuz. Bence aile kendi dünyasında çok mutlu, fakat kapıdan çıkıp toplumsal alana girdiğinizde, farklı şeyler çıkıyor karşınıza.
MB: İşin bir de sosyal anlamda kabul kısmı var, bu bağlamda karşı karşıya kaldığınız problemler neler? Toplumun farkındalığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
ÖMT: 8 yaşını bitirdi oğlumuz. Çocuk için en büyük sosyal ortam okul oluyor çocuk için. Geçiş dönemleri de olduğu için onlar sorunlar daha çok yığılıyor üzerinize. En büyük zorluklardan bir tanesi toplumsal hayat.
Toplumun kabulü çok sınırlı. Onların kabulü kadar ya da onların farkındalığı kadar siz var oluyorsunuz ve edebilirseniz onlarla mücadeleye başlıyorsunuz. Bizim toplumumuz yardımsever misafirperver vs. ama ben biraz daha karamsarım bu konuda. Bizim kabul eşiğimiz çok düşük dolayısıyla aile burada daha büyük bir sıkıntı yaşıyor. Eğitim fakültelerinde bile karşımıza hep normal gelişim gösteren çocuklar gelecek sanıyoruz.
Çocukların, gençlerin, engelli bireylerin görünürlüğünü çalışmalarla biraz arttırdık fakat bu kabulü arttırdı mı, bunu tartışırım. Benim hissettiğim şey kabul değil. Benim sizi hissedebilmem için aynı şeyi yaşamama gerek yok. Ben ne kadar çok şeyi yaşayabilirim ki karşıma gelen insan topluluğunu ne kadar anlayayım, ne kadar hissedeyim? Bunu kabul etmiyorum. Çok acıdır, özel gereksinimli çocuk annelerinin bile birbirlerini kabulü çok sınırlı.
Son yıllarda da farkındalığın arttığını savunanlar var ama ben arttığını düşünmüyorum. Bence aile kendi içerisinde bunu yaşıyor. Farkındalığı artırmak için ben ne yapabilirim diye düşünüyorum. Fakat sadece kendi çevremle ilgili şeyler yapabiliyorum. Bu kadar eleştiriyorsam o zaman daha büyük şeyler yapmalıyım diyorum, olmuyor. Çünkü siz o süreçte zaten kendi çocuğunuzla ilgili bir takip aşamasındasınız ve bu konuda bir desteğiniz olmuyor. Bu karmaşada daha büyük işler yapamıyorsunuz.
Toplum içinde insanlar tekrar tekrar bakıyorlar. Ama çocuk o kadar da sorun değil. Çocuk temizlikle soruyor, söylediğin zaman da anlıyor. Dilim döndüğünce onların da anlayacağı şekilde ifade ediyorum. Mesela neden konuşmuyor diyor, anlattığınız zaman “hmm” diyor. Belki o zaman ne yapabileceğini de sorguluyor. Öğrenmeye çalışıyor, destek olmaya çalışıyor. Çocuklar soruyor yetişkinler biraz daha acımazsızlar.
Teyzeler “vah vah çok da güzel bir çocukmuş” diyor. Sonrasında onunla ilgili bir mücadeleye giriyorsun. Diyebilir, bilmiyor, belki farkında değil. Belki gerçekten güzel gördü çocuğu, üzüldü ama olmuyor, üzüntü ile gitmiyor. Bazen derneklerimiz farkındalığı arttırmak ve dikkat çekmek için “Her insan bir engelli adayıdır” diyor. Yok böyle bir şey. Bunun için yapacaksan yapma. Bunu ben zaten insan olarak yapmalıyım. Ben olayım ya da olmayayım. Benim başıma gelsin gelmesin, bu benim bireysel sorumluluğum, toplumsal sorumluluğum. Toplumun içinde varsam, zaten öyle olmalıyım. Benim de başıma gelebilir, olabilir ama buradan yola çıkmazsak daha tatlı olur.
MB: Kamusal ve belediye hizmetlerinin içeriğini ve yeterliliğini nasıl görüyorsunuz?
ÖMT: Özel eğitim veren merkezler açıldı, onlara böyle bir alan tanındı, oradaki kaliteyi tartışmaktan ziyade ‘biz bu çocukları evden aldık, servis hizmeti verdik, dışarıya çıkardık’ şeklinde lanse ediliyor. Bunlar görünürlüğü artırdı. En azından haftada iki saat destek hizmetine gidiyorlar, orada birbirlerine temas ediyorlar. Fakat nicel olarak bakmamak lazım.
Ben yaşadığım durumla ilgili tanıyı doktora soruyorum. Bu mudur diyorum, olabilir de olmayabilir de diyor. Hala da tespit yok zaten. Yani uzmanı bulmak, uzmanın hizmetinden yararlanmak, onun takibini sağlamak, bunların hepsi çok ciddi sıkıntılar. Ben iletişim kurmadığım bir uzmanla soruma çözüm bulamıyorum. Benim aile olarak yaşadığım en büyük sıkıntı bu. Çağın 8 yaşında ama sürekli gelişimini takip eden bir uzman olmadı şimdiye kadar.
Bir yol haritasına ihtiyacı var ailelerin, o yol haritasını ne kadar erken sunarsanız bahsedilen o aşamalardan çok daha çabuk geçer o aileler. Bu sefer çocuğa dönük olurlar, çocuğun gelişimi daha hızlı takip edilmeye başlanır. Daha çabuk çabalamaya başlarsınız, daha çabuk adım atarsınız. Ben bile yaşıyorum bunu. Aileye yol göstericilik yapacak bir uzman olmadığını düşünüyorum. Sizin kadar var çocuğunuz, aile kadar var. O noktada devlet çok önemli. Elbette her yükü almak zorunda değil devlet ama bu yüzden önemli. Bana bırakılmayacak kadar değerli insanlar bunlar.
Ve belki atladığımız şu da var. Neden var, sorusu belki yanlış ama serebral palsinin oluşumunun birçoğu doğum ve doğum sonrası. Bu da önemli bir nokta. Evet yetersizlikle karşılaştığımızda yapabileceklerimiz kadar, bunu önlemek için de yapacaklarımız çok önemli. Bende dokuz aylık hamilelik sürecinde hiçbir sıkıntı yokken, neden doğumda böyle bir şey olsun. Bunun için de neler yapabileceğini sorgulaması lazım kurumların, devletin ya da bizlerin, derneklerin, vakıfların, bizlerin. Yani önleyici, ortaya çıkmadan önce bir şeyler yapmak da çok önemli. Çünkü daha sonra evet bakacaksınız yolunuza. Ama azaltılabilir, bazı gruplarda azaltılabileceğini düşünüyorum ben. Bile bile oluyor bazı şeyler. Doğum hataları, doğumdan sonraki müdahale yetersizlikleri vs. Doğum anı, doğumdan sonraki ilk müdahale, oradaki ilk takipten başlıyor aslında iş. Oradaki kaliteden oradaki hizmetten başlıyor. Oradan itibaren bir şeyler yapılması lazım.
Hastanelerde büyük sıkıntılar yaşanıyor. Zihinsel yetersizlik yazılmadığı sürece raporunuza, siz destek eğitiminden faydalanamıyorsunuz. Belki verdiğiniz ölçme aracı ona uygun değil, ortam uygun değil, çocuğun ön yaşantısı uygun değil, bir sürü faktör olabilir rapor alma sürecini etkileyen. RAM’a gitmeden önce hastaneye gidiyorsunuz. Hastanedeki personelin yeterliliği hem nitel hem nicel olarak tartışılır. Bütün uzmanlar sizi görüyor, dolaşıyorsunuz manken gibi oradan oraya, size rapor çıkıyor. Neye göre çıkıyor rapor belli değil. Sonra RAM’a gidiyorsunuz, RAM’da eğitsel değerlendirme yapılıyor. Orada da sorun oluyor, çünkü bizde kurumsallık yok standart yok. Bu olmadığı için her şey sizin var olduğunuz kadar ve işi yürüttüğünüz kadar iyi işliyor.
Okula başlamadan önce ekstradan 5 saat ders aldırıyordum. Bunun içerisinde zihin terapisi duyu terapisi gibi diğer faaliyetleri dahil etmiyorum. Bunların hepsi ekstra ve bence devletin bunlardan zaten haberi yok, öğretmenlerin de yok. Duyu bütünleme dediğimiz şey o kadar önemli ve bize o kadar çok fayda sağladı ki. Başta öğrenmeyi açıyor. Sen biliyorsan okuduysan tesadüfen bir yerden ya da senin kurumun biliyorsa uygulayabiliyorsun. Ben uzman olarak biliyorum ama bilmeyenler de var. Kurum olmadığı için Çağın 4 yaşında başladı. Alandan olunca kurumların nasıl hizmet verdiklerini, içindeki personelin nasıl olduğunu da biliyorsunuz. Kurumunuz yeniliğe açıksa, güncel yaklaşımları takip ediyorsa, hizmet içi eğitimlere önem veriyorsa, personel eğitimine ve aile eğitimine önem veriyorsa çok daha iyi bir yerdesiniz demektir. Aileyi işin içine katan kurumlardaki çıktılar çok daha iyi oluyor, bunu da her kurum yapmıyor. Kaç saat uzmanla beraber çocuk, 40-45 dk. O seans sonrasında bütün gün benimle beraber çocuk. Ben bütün seansları izliyorum ve bunu uygulamaya çalışıyorum. Ailelerin de özel eğitim desteği içerisine çekilmesi gerekiyor. Orada doğru modeller olduğu zaman siz de doğru modelleri alıp uygulayabiliyorsunuz. Ama bu her kurumda yok, kapı dışındasınız aile olarak. Bütüncül yaklaşım çok önemli. Hem çocuğun hayatındaki bütün paydaşlar hem de bütün gelişim alanları. Kişisel ve duyuşsal gelişimi çok ihmal ediyoruz, yokmuş gibi davranıyoruz. Zihinsel yetersizliği var, ana renkleri öğrensin. Öğrensin de başka şeyleri de var bu çocuğun hayatında. Duyuşsal problemleri var, çocuğun temas etmekten kaçınıyor. Dokunma ile ilgili bir savunmacılığı var, bunları bilmiyorsunuz ki. Bunun için de bütünsel, eklektik, işbirlikçi ne dersek ona öyle bir yaklaşımın benimsenmesi gerekiyor. Hem üst düzeyde bakanlık anlamında, hem okullarda hem rehabilitasyon merkezlerinde. Ve aile de bu işin içinde olmalı, istese de istemese de.
Ama birçok şeyde olduğu gibi, bazıları “mış” gibi oluyor, kişilere ne kadar temas edileceği, sıkıntıları ile ne kadar ilgilenileceği tartışılır. Normal gelişimi olan bir birey olarak, trafikte de zorlanıyorum, kaldırımda da zorlanıyorum. Yetkili bir ağızdan duydum ” en alt düzeye göre mi tasarlayacağız şehirlerimizi?” diyor. Alt düzey de doğru bir tabir değil, ama evet, en alt düzeye göre bir tasarlama yaptığın zaman, sen zaten en üsttekinin ihtiyacını da karşılarsın. Ama sen üste ya da ortalamaya göre ihtiyaç analizi yapıyorsan, diğerlerini görmezden gelmiş olursun.
Mesela destek hizmeti alıyorsunuz, ama haftada 2 saat, ayda 8 saat. Çok güzel. Bence devlet bunu karşılamak zorunda da değil. Eğitim her bireyin hakkıdır evet ama devlet bunu örgün eğitim içine koymalı. Özel bazı kaynaklara aktarılan paralar ya da ailelere verilen aylıklarla değil. Aileye verilen o aylıkla aile geçiniyor zaten, çocuğun ihtiyacını karşılayamıyor ki. Engel durumuna ya da yetersizlik durumuna göre değişir ama çocuğun masrafını telaffuz etmem çok zor burada. Hiçbir maddi geliri olmayan bir aile, o çocuğun eğitimine mi harcayacak o parayı. Tüm engelli aileler bu maaşı alıyormuş gibi lanse ediliyor. Onlara para veriliyor, onlar taşınıyor diye. Ben çocuğumu kendim taşıyorum, ama ben biliyorum ki benim çocuğumun servis ücretini alıyor şirket. Çünkü takibi yok bu işin. Niye alıyor, bu kadar zengin bir ülke miyiz? Kaç tane çocuk gidiyorsa onunkini alır. Çocuğu alıyor, refakatçiyi almıyor. Çok ilginç şeyler var uygulamada.
Hizmetlerle rehabilite ediyoruz diyorlar, nasıl ediyorsunuz. Yani biz orada çocuğumuzu bekliyoruz, ben derdimi anlatıyorum, siz rehabilite ediyorsunuz… Var mı böyle bir rehabilitasyon yöntemi? Yani sadece beni temas ettiriyorsun. Bir de “daha kötüsü var” söylemiyle karşılaşıyoruz, böyle bir sarılış olabilir mi? Hayata böyle bir tutunuş olabilir mi? Benim gözümde, hepsi benim çocuğum. Onun da ihtiyaçları var, onun da anne babası var, onlar da bir sürü farklı şey yaşıyorlar. ‘Daha kötüsü’ ne yapacak peki? ‘Daha kötüsü’ bir ailenin tutunduğu dal olmamalı. Daha kötüsünü iyileştirmek için çabalamalıyız.
Dolayısıyla, ihtiyaç analizinin hem çocuk temelli hem aile temelli hem toplum temelli ihtiyaç analizlerinin yapılması. Dolayısıyla böyle bir programlama yapılacaksa, eğitim için toplumsal faaliyetler için belediyelerin yaptığı faaliyetler için bu doğrultuda yapılması bence çok daha niteliği arttırır, kaliteyi arttırır ve memnuniyeti arttırır dolayısıyla yaşam doyumunu arttırır.
MB: Özel eğitim kapsamında verilen eğitimin niteliğine dair neler söylersiniz?
ÖMT: Mesela kaynaştırma var, hatta şimdi bütünleştirmeye doğru bir çaba var. Ama farklılığın kabul edilmediği bir toplum içerisinde, kaynaştırma uygulaması yapıyorum demek, kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Kaynaştırma eğitimine karşı değilim yanlış anlaşılmasın. Derslerde dinlerken zaten bayılıyorsunuz, yapılabilse çok güzel. Özel gereksinimli çocuk ailesi, diğer bir aileyi ya da çocuğu kabul edemedikten sonra, normal gelişim gösteren bir çocuk ailesinin ve çocuğun engelli arkadaşını, özel gereksinim duyan bir arkadaşını kabul edebilmesi ve bu süreci siz eğitim ortamında yapılandırıp sürdürebilmeniz çok zor. Üstün yetenekli çocuklar için de geçerli; ne kadar yasal düzenleme yaparsanız yapın altyapı olmadan işlemiyor. Bu yüzden ihtiyaç analizleri ve belediye hizmetleri eğitimsel faaliyetlerden önce yapılması gerekiyor.
Her yetersizliği olan kendi mahallesindeki okula gitsin deniyor. Gitsin, bu çok güzeldir de ne yaptın bunun için, okulu hazırladın mı? Bir tek rampa yapmakla olmuyor. Sadece tekerlekli sandalyedeki çocuk yok ki bu okullarda. Eleman yetiştirdin mi? Özel eğitim öğretmenin var mı? Okullardaki fiziksel ortamların düzenlenmesi, personelin eğitimi yani bu sadece özel eğitim uzmanı ile olmuyor. Hizmet içindeki öğretmenlerin niteliğinin de standartlarının belirlenmesi gerekiyor. Keza lisans programlarının kesinlikle revize edilmesi gerekiyor. Çünkü sürekli değişiyor, güncel yaklaşımlar var. lisans programında olduğu gibi özel eğitimde de branş bazında ayrımlar olmalı. Sınıf öğretmenlerinin altyapısı da bence çok uygun değil, ama burada belki daha pratik bir yol denenebilir. Destek personel – yardımcı personel yetiştirerek, iki yıllık mezunlarını da iş gücüne dahil etmiş olursunuz. Kaliteli bir hizmet içi eğitimle, destek verirsin. Yardımcı personel çok önemli aile için de, oradaki öğretmen için de, okul için de.
Özel eğitimde bütün paydaşları bir araya getirmeliyiz. Getiriyoruz belki ama eksik kalıyor.
Hocalarım bana çok kızabilir, bu ayrıştırmaysa ayrıştırma, ama her çocuğun özelliğine göre ayrı bir eğitim ya da okul düşünülebilir. Çünkü belki sizin alt yapınız buna uygun değildir. Kaynaştırma uygulamasına yakın bir toplum muyuz? Eğer eğitim alanında olmuyorsa bence diretmenin de anlamı yok. O yüzden ihtiyaç analizi diyorum. Nedir bizim ihtiyacımız olan. Bir sorsunlar ailelere, diğer çocuklarla birlikte olsunlar ama diğer çocuklarla birlikteyken bakayım mutlu mu benim çocuğum ya da diğer çocuklar mutlu mu? Ben aile olarak mutlu muyum? Süreç işliyor mu bakmak lazım. İşliyorsa gelişmeleri takip edip bütünleştirmeyi en temelden ele alıp başlatmak gerek.
Eğitim programları, iş okulları programları, sürekli eğitim programları hazırlandı. Neye göre hazırlandı? Dernek temsilcileri, vakıflar mutlaka var ama ne kadar temsil ediyor? Ben rehber öğretmenlik yaptım, psikolojik danışmanlık yaptım yıllarca. Şimdi benim olduğum okulda benimle sınırlı hizmet olamaz, kurumsal bir hizmet olur. Ama kurumsallık da çok zayıf dolayısıyla geçmişten gelen bilgilerin aktarımı çok sıkıntılı. Bu sadece özel eğitim alanına mahsus bir şey değil, bu eğitim sistemiyle alakalı bir şey. İlkokuldan mezun olunca ortaokula, ortaokuldan mezun olunca liseye gitmiyor çocuğun bilgisi. Her öğretmene çocuk ilk defa karşısına geliyor ve onunla birlikte var oluyor. Öğretmenimize son zamanlarda Çağın’ın duruş pozisyonu çok dikleşti dediğimde, “zaten öyle bir şey yoktu ki Çağın’da” diye cevapladı. Çağın oturamayan, kendine bakamayan, nesnelere temas edemeyen bir bebekti. Fakat bu aşamaları bilmiyor öğretmen. Ailenin anlattığı kadarını biliyor.
Bu noktada ailenin eğitimi, etkili anne babalık becerileri çok önemli. Temel anne babalık becerileri sıkıntılı olduğu zaman istediğiniz kadar çocuğa eğitim verin bir faydası olmuyor. Bunun için belki hamilelik öncesinde anne babalık eğitimi verilmeli. Sosyal politikalar bakanlığının sanırım böyle bir çalışması var. Ya da AÇEV’in yaptığı çalışmalar var mesela. Nitelik olarak desteklenirse çok daha iyi yol kat ederiz.
DA: Deneyimli Özel Eğitim Öğretmeni
Müge Bakioğlu: Ne zamandır özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyorsunuz?
DA: Mesleki gelişim öğretmeniyim ben. 21 senedir bu alanda çalışıyorum. Çocuk gelişimi bölümü mezunuyum, yüksek lisansımı da bu alanda yaptım. Bu anlamda bir farkındalık da başladı diyebilir. Benim zamanımda özel eğitim okulu 2-3 taneydi ve şuan Ankara’da 250 tane var. İşin daha mutfağındayım.
MB: Özel eğitim öğretmenlerinin eğitim vermeye hazırlanma süreçleri sizce yeterli mi?
DA: Özel eğitim öğretmeni adayları başlamadan önce staj yapıyorlar. Özel eğitim öğretmeni olmak istiyorlarsa, staj yaparken ‘ben bu işi yapabilirim ya da yapamam’ diye karar verip seçme şansları oluyor. Bu anlamda bir katkısı var. Karşılaştığım birçok insan özel eğitim ihtiyacı olan çocuklarımızdan korkuyordu. Dedim ki bu işi yapmayın. Bahçıvansan elim çamur oldu diye korkamazsın. Sizden yaş olarak büyük olabilir ama zeka yaşı olarak küçük, çocuk zekasına sahip. Bu işi yapamayacak birçok kişiyi de vazgeçirdim. Sevmeyeceklerse yapmasınlar çünkü özel eğitim sevgi işi. Ben çocukları çok seviyorum. Özel eğitim alanında daha özverili çalışmak gerekiyor. Normal gelişim gösteren bir çocuğa kırmızıyı öğretmek için uğraşmazsınız, ‘Hadi kızım kırmızı tokanı getir’ dersiniz, 2-3 kereden sonra öğrenir. Özel eğitimde kırmızıyı öğretene kadar 3 ay, 5 ay, belki 1 sene uğraşırsınız ama öğrettikten sonra büyük bir maneviyat doğuyor. Bu çocukların çok daha farklı bir maneviyatı var. Diğer çocuk zaten öğrenecek kırmızıyı, her şekilde öğrenir.
Bizim amacımız, bu çocukları topluma katabilmek, işe sokabilmek, yapabiliyorsak bizimle beraber çalışmalarını sağlayabilmek. Bunları başaramıyorsak zaten bu işi yapmamalıyız.
MB: Şuan birlikte çalıştığınız diğer öğretmenlerin niteliği hangi düzeyde?
DA: Bu alandaki çalışanların birçoğu özel eğitim mezunlarıdır, artı çocuk gelişimi bölümü mezunları vardır. Şu dönemlerde emekli sınıf öğretmenleri, farklı kategorileri var, ama MEB’in düzenlemiş olduğu özel eğitimle ilgili 400 ya da 600 saatlik sertifika programına katılıyorlar. Ondan sonra özel eğitime geçiş yapıyorlar. 1 yıllık program da var 2 aylık program da. Şu aşamada bakanlık farklı bakıyor. Özel eğitim öğretmenlerine ek olarak, bu işin olmazsa olmazlarından, psikologlar ya da rehber öğretmenlerimiz var. Bu alanda çocukların ve ailelerin çok ihtiyacı var. Çocuğa inemediğimiz noktada aileye ulaşmak zorunda kalıyoruz, aileye ulaşamadığımızda çocuğu eğitmek zorunda kalıyoruz. Ama amacımız iki tarafa birden ulaşabilmek. Bazen ulaşamıyoruz tabi.
Şoföründen aşçısına, sekreterine kadar özel eğitim bir bütün. Bu alanda çalışan herkesin sadece kendi işini iyi yapıyor olması yeterli değil. Yeri geldiğinde çocuğun psikolojisinden anlayacak, yeri geldiğinde taşıyacak, yeri geldiğinde yönerge vermesini bilecek. Yardımcı personeli yönerge verebilecek şekilde eğittikten sonra işe başlatıyoruz. Ekip halinde çalışmak zorundayız. Sadece müdürle, psikologla, çocuk gelişimciyle bu iş yürümez. Örneğin öğretmen arabada nasıl oturulacağını, ayağa kalkmaması gerektiğini, emniyet kemerini takmasını okulda, sınıfta öğretir. Eğer ki şoför arabada bunu uygulamaya geçiremiyorsa, eğitim eksik kalıyor. Mesela derste istediğimiz randımanda çalışmadıysa bir çocuk, şoföre o gün bu çocuğa ödül verilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Bunu da çocuğun yanında ceza olarak değil uyarı olarak. Bunu da şoför, sekreter ya da serviste refakat eden arkadaşlar da bu düzene uyar. Özel eğitim ekip işidir.
MB: Sizce tüm süreçler ekip işi olarak yürütülebiliyor mu?
DA: Artık özel eğitimde kalite düştü, eskisi kadar iyi değil. Öyle kurumlar duyuyoruz ki özel eğitim öğretmeni diplomasını kiralıyor, yerine yeni mezun sınıf öğretmenini derse sokuyor. Bunu veli bilmiyor, anlamıyor. Biz bu konuda velileri bilgilendirmeye, bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Benim kurumuma da gelseniz, başka bir kuruma da gitseniz eğitimi sorgulayın. Çocuğunuzu servise bindirin, çat kapı gelin. Çocuğunuz nerede, derste mi, aşağıda mı oturuyor, bunları gözlemlemek ve öğretmeni sorgulamak sizin elinizde. Siz bırakırsanız öğretmende bırakır. İlgilenmeyen anne baba varsa öğretmen de öğrencinin önüne defteri koyar, bırakır. ‘Adını yaz kızım’ der öğrenci bir saat boyunca yazar, başka bir şey de yapmaz. Ama ailenin sorguladığını bilirse, ben bu derste adını öğrettim diğer derste de soyadını öğreteyim der. İnsanız sonuçta, rahat ortamlarda rahat davranabiliyoruz. Her kurum böyle midir? Zannetmiyorum. Bakanlık sürekli teftiş yapıyor. Yılda en az iki kere denetleniyoruz. Bu işi öylesine yapan kurumlar varsa hepsi silinecek ve işi hakkıyla yapan, eğitimin kalitesini veren kurumlar kalacak diye umuyorum.
MB: Kaynaştırma eğitimine nasıl bakıyorsunuz?
DA: Okullarda yeteri kadar uygulanmıyor, öğretmenlerimiz de yeteri kadar bilgili değiller. Çoğu sınıf öğretmenimiz bu işi yük gibi görüyor. Ona özel ödev hazırlamak, ona özel plan yapmak ekstra yük gibi geliyor. Çoğu okul kaynak oda açmıyor. Açmadığı için de nitelikli eğitim veremiyor. Her okul çocuğa kaynak oda açıp, bir öğretmen görevlendirmek zorunda. Her çocuğun seviyesine göre, ihtiyaca göre bireysel ya da grup halinde ders vermek zorunda. Ama çoğu okulda rehber öğretmen olmadığı ve çoğu insan da bu konuda bilinçli olmadığı için eğitim hakkıyla yapılamıyor. Bırakın ücra köşeleri, Ankara’nın göbeğinde bile bu yapılamıyor. Sadece formalite icabı, renkli dosyadaki evraklar düzenleniyor.
Bu sefer bizler zorda kalıyoruz, ailenin beklentisi okuldaki öğretmenin verdiği ödevi, özel eğitim öğretmeni olarak bizim yaptırmamız. Ama o çocuk, o seviyede değil ki. Örneğin çocuğa çarpma ödevi verilmiş, biz daha toplamadayız. Nasıl çarpma öğreteceksiniz? Öğretemezsiniz. Bunu aileye açıklamak zorunda kalıyoruz. Burada belimiz bükülüyor. Öğretmen orda çarpma değil de toplama ile ilgili ekstra bir çalışma sayfası verse, biz de ortak gideriz. Bu yapılmadığı için problem yaşıyoruz. Bu yüzden en azından benim çalıştığım okullar içerisinde kaynaştırma iyi gitmiyor.
MB: RAM’larla koordinasyonunuz nasıl?
DA: RAM kısmı da çok sorunlu aslında. Randevu almak da değerlendirmeye girmek de. Açıkça çocuğun özel eğitime ihtiyacı varken ihtiyacı olmadığını söyleyebiliyorlar. Bazen tartıştığımız oluyor ama şu günlerde daha düzenli gibi. RAM’lar da artık bizleri çağırarak toplantılar yapılıyorlar kendi bünyelerinde. İsteklerini söylüyorlar. RAM’a randevuya gelirken veliden neler beklediklerini söylüyorlar bize. Bazı veliler anlayamıyor, bazılarının okuma yazması yok. O yüzden özel eğitimciler olarak velileri yönlendirmek bize düşüyor Açıkçası köprü görevi görüyoruz. Bazı RAM’lar görüşmeleri ileri tarihe atıyor. Birkaç ay o çocuğu RAM’a götürememek büyük bir kayıptır. Şuan bir sene öncesine göre daha iyi durumda. En azından benim çalıştığım Keçiören ve Altındağ’daki RAM’lar, Ankara’daki diğer RAM’ları bilmiyorum.
MB: Süreçte bir öğretmen olarak sizin gözlemlediğiniz zorluklar neler?
DA: Hastane içerisinde de ciddi zorluklar yaşıyoruz. Örneğin Down Sendromlu bir çocuk ölünceye kadar Down Sendromlu olarak kalacak. Raporu sürekli olarak verseler, 5 yılda bir çocuğun zeka gelişimine bakmak amacıyla kontroller olsa çok daha iyi olacak. 2 yılda bir rapor çıkartmak hem hastane için ekstra bir külfet, hem de veliler ve bizler için zor. Randevu almak çok zor, sadece tek bir bölümde de muayene olmuyorsun. Bir sürü bölüme gidip gelmek zorunda kalıyorsunuz, veli sıkılıyor, çocuk sıkılıyor. Bir de rapor olumsuz çıkarsa… Bazen bir test için randevu alıyorsunuz, 3 ay sonrasına veriyorlar. Bu arada eğitimi kesemiyorsunuz. Eğitim süreklilik isteyen bir şey.
MEB’e bağlı okullardan da çok fazla yardım alamıyoruz çünkü oradaki öğretmenler kendilerini yeterli görüyorlar, bize ihtiyaç olmadığını düşündükleri için onlara uymamızı istiyorlar. Tamam, kabul ama biz bu işin sacayağı olduğunu düşünüyoruz: okul, özel eğitim ve aile. Bunlardan bir tanesi eksik olduğunda eğitim topal gider. Çocuklar 6-8 saat okullarda, özel eğitime haftada 2-3 gün, 1 saat boyunca geliyor. Ben sizi desteklemeliyim. Sizin grup içinde veremediğiniz konuları birebir anlatmalıyım ki sizin de işinize yarasın. Bazı okullardan bu konuda destek alamıyoruz, kapıdan çevrildiğimiz oluyor. Yılda 3 defa dersine giren öğretmenle beraber okul görüşmesine gitmek için program yapıyorum, Ekimde, Şubatta ve okul kapanmadan önce Mayısta. Çünkü ben çocuğun durumu hakkında bilgi almalıyım ve kendi bilgilerimi paylaşmalıyım ki gelişim kaydedebilelim. Fakat yük görüyorlar, benden bir şey beklenmesin istiyorlar. Öğrenci okulda oturur, çıkar gider diye düşünüyorlar. Normal gelişim gösteren çocuklarla aynı ödevi onlara da veriyorlar. Ama ben buna da razıyım çünkü o okul içerisinde oturması bile önemli. Kulağına gidecek hayat bilgisinden mevsimlerle ilgili bir konu, matematikte 2 x 2 = 4 bilgisi uzun vadede çok iyi bence. Tabii keşke öğretmen de gerekli yönlendirmeleri yapsa. Yapan da var yapmayan da var, tıpkı özel öğretim öğretmenlerinde olduğu gibi. Hakikaten bu işi ben daha başka ne yapabilirim diye bakan da var, benden bir şey beklemeyin diyen de.
MB: Şuan özel eğitimde ihtiyaçlarınız neler?
DA: Şuan özel eğitim merkezlerinde dönüşüm yapılması gerekiyor. Çocuğunu özel eğitim kurumuna göndermeyi bazı aileler sadece maaş bağlansın diye istiyor. Bakım maaşı bağlandıktan sonra özel eğitim kısmıyla ilgilenmiyorlar. Ben istiyorum ki aileyi dahil edeyim. Servis ayağına kadar ücretsiz gidiyorsa, aile de gelsin. Öğretmenine ne yaptığını anlatsın, öğretmenden bilgi alsın ve evde de uygulasın. Eğer çocuk devam etmiyorsa, maaşlar kesilebilir. Belki o zaman çocuğun eğitime devam etmesi sağlanabilir. Çocuğunuz niye gelmiyor, niye devam etmiyor diye arıyorum. Bugün bir öğrencimin ailesi aradı, ‘çok yorgunum, hava yağmurlu, gelmeyeceğim’ dedi. ‘Gel çay içelim, burada dinlen’ dedim, geldi ama gelmeye de bilirdi. Daha iyi, öğretmen boş oturur, servis boş yere gitmez! Ama gelsin, orda otursun, sohbet etsin o bile derstir bence. Aileleri eğitime sokma konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Ben ailelerin sürece dahil olmasından yanayım. Ne kadar içinde olurlarsa, eğitimin kalitesi de o kadar artar diye düşünüyorum.
Altyapı anlamında da çok ciddi sıkıntı var. Her kurum kendi altyapısını düzenlemek zorunda ama yeterli olmuyor. Okul açılırken fiziksel koşullar mutlaka denetleniyor ama yeterliliğine ve niteliğine pek bakılmıyor. Metrekaresine, pencere sayısına, göz dolduracak kadar oyuncak olup olmadığına bakıp geçiyorlar. Ama her özür grubu için ayrı elzem şeyler var. Mesela görme engellilerle çalışıyorsanız alfabesinden, kartlarına, yazı malzemelerine kadar her şeyin niteliği ve niceliği takip edilmeli. Ben iki masa bir sandalyeyle özel eğitim kurumları açıldığını biliyorum. Keşke açılmasa çünkü öğretmenler de altyapı da yeterli değil. Bir şeyi baştan güzel yaparsanız problem çıkmıyor. Yönetmelikte var aslında olması gerekenler, ama ayrıntılı değil. Engel gruplarına göre, madde madde, ayrıntılı olarak yazılmalı. İnsanlar göz boyayacak kadar yapıyor, genelde bize bırakıyorlar.
Şimdi el okumanın gelmesini bekliyoruz. Bazı bölgelerde başladı sanırım. Umarım en kısa zamanda tamamlanır çünkü gelmeyip sadece imza atıp giden veliler var. Çocuğun derse girdiği saatten fazla fatura kesen kurumlar var. Hem bizim vicdanımız hem de denetimi daha rahat olacaktır. Bu ay çocuk gelmedi, telafisini yapmam gerek diyerek öğretmen kendini gayret içine sokacak. Çocuk hastaysa o hafta özel eğitim merkezine getirmezsiniz ama bakanlık ay sonuna kadar telafi etme imkanı sunsa daha iyi olur. Haksız yere para kazanılmamış olacak. Eğitim alması gerekenler alsın, almayı hak etmeyen, para için, maaş bağlasınlar diyenler olmasın istiyorum. Çünkü artık özel eğitime öyle bakılıyor. Bu tarz olaylar kötü lanse edilmemize neden olur. El okumada bu anlamda faydalı olur, kötüler silinip gider diye umuyorum.
SS: 1 yıldır Özel Eğitim Öğretmeni
Müge Bakioğlu: Karşılaştığın özel eğitim öğretmenlerinin yeterlikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
SS: Alan mezunu kişi sayısının az olduğunu düşünüyorum. Böyle olunca da hemen devlete atanıyorlar. Bizim kurumda (özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi) çalıştığımız öğretmenlerin tamamı neredeyse sınıf öğretmeni mezunu ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu 1 aylık, 1,5 aylık kurslara gidip zihinsel engelliler sınıf öğretmenliği sertifikalarını almışlar ve çok fazla bu alanda tecrübeleri yok. Donanım anlamında tam olarak yeterli değiller. Çünkü bu kurslarda daha çok teorik bilgi sunuluyor, uygulama kısmı daha az. Eğitimin yeterli olduğunu düşünmüyorum.
MB: Peki birlikte çalıştığınız öğretmenlerin niteliğini dair gözlemleriniz neler?
SS: Biz kendi aramızda, eksikliklerimizi telafi etmeye çalışıyoruz. 15 günde bir toplantı yapıyoruz. Öğretmenlerle her toplantı için bir konu belirliyoruz; dil, konuşma, Down Sendromu gibi. Herkes ağır çocuklar için, hafif çocuklar için ne kullandığını, hangi yöntemleri araştırdığını anlatmaya çalışıyor. Ama özel eğitimde her öğrenci parmak izi gibi olduğunda, her öğrenci için ayrı çalıştığımızdan dolayı, her öğrencide kullanacağımız yöntemler farklılaşıyor. Sadece genel yöntemler açısından bilgi sahibi olmuş oluyoruz. Birbirimize yardımcı olmaya çalışıyoruz ama bizi biraz daha profesyonel anlamda yönlendirecek kişilere ihtiyacımız var.
MB: Peki kendinizi ne kadar yeterli görüyorsunuz?
SS: İlk zamanlar oldukça tereddütteydim çünkü rüzgâr beni gerçekten savurdu; birden kendimi kurumda çalışıyor buldum. Ben sosyoloji mezunuyum, formasyonumu aldım, sertifika ile beraber rehber öğretmen olarak çalışabilme yolu açıldı. Kursa gitmeden önce 1 ay staj gibi bir deneme sürem oldum. Kursa gittiğimde de Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen arkadaşlarla beraber ders aldık ve birçok kişinin bu alanda tereddütler yaşadığını, yeterli eğitimi olmadığını görünce kendi adıma rahatladım. ‘Sadece ben değilim, herkesin kafasında aynı soru işaretleri var’ diye düşünmeye başladım. Kendimi geliştirmek için okumaya, araştırmaya başladım. Benim girebileceğim modüller belli, sosyal hayat modüllerine giriyorum. Geçmiş tecrübelerimi kullandığım için beni çok fazla zorlamıyor. Ama ilk zamanlar kurumu tanımak adına, kurum sahibimizle birlikte bütün öğrencilerimizin ya derslerine giriyordum ya da kameradan izliyordum. O zaman tereddüdüm daha fazlaydı, çok ağır, tanımadığım özelliklere sahip öğrenciler gördüm. Fakat yavaş yavaş öğrenciyi tanıdıkça, yöntemleri keşfettikçe işler kolaylaşıyor.
MB: Peki dünyadaki özel eğitime yönelik yeni bakış açılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
SS: Yurt dışı ile bağlantılı videolar izlediğimde, oralarda oturmuş bir sistemin olduğu fark ediliyor. Mesela bizde çocuğu 7-8 yıldır özel eğitim alan anne-babalara bile, çocuğunun neden böyle özel bir durumu olduğu anlatılmamış. ‘Benim çocuğum 1,5 yaşında kafasından iğne olmuştu, acaba o yüzden mi otistik’ diyen annelerimiz var. Aile ziyaretlerine gidildiğinde de başka sorunlar ortaya çıkıyor. Aileler de çok bilinçsiz. Öğretmenler de açıkçası çok bilinçli değiller. Ama yurt dışından videolar izlediğimde onlarda bilincin oturduğunu, bizde bunun eksik olduğunu görebiliyorum.
MB: Kurumunuzda aile, okul, öğretmen arasındaki ilişkisi nasıl? Daha fazla öğrenmek ya da okulla ilişkilerini geliştirmek adına bir motivasyonları var mı?
SS: Genel anlamda hepsinde öyle bir motivasyon var diyemeyiz. Mesela anne kabul ettiyse çocuğunun durumunu baba kabul etmemiş, ya da baba yok, anne tek başına bir şeylerle uğraşıyor. Ya da anneyle baba kabul etmiş ama ne yapacaklarını bilmiyorlar, aileler böyle kendi içlerinde çok parçalanmış. Biz de aile ziyaretleri yapıp bakın biz bu ay çocuğunuzla bunları çalışıyoruz, 1 yıl boyunca çocuğunuzla bunlar çalışılacak, siz de evde bunları uygularsanız çocuk daha hızlı ilerleyebilir diye bilgilendiriyoruz. Ulaşabildiğimiz kadar çok aileye ulaşmaya ve çocukların dosyalarını götürmeye çalışıyoruz. Ama dediğim gibi, aile benimsemiş durumda değil. Burası bir kurum, benim çocuğum buradan bir eğitim alıyor, gideyim soru sorayım, evde yapılacakları yapayım, uygulayayım, çocuğum belki daha çok ilerler diyebilecek aile sayısı iki elin parmağını geçmez. Çünkü kurumun daha çok sağlıkla ilgili olduğunu düşünüyorlar. Hastanede çocuk seansa girmiş gibi kurumda gelip bekleyen ailelerimiz var. Çocuğum seansında, derse girecek sonra servis bizi evimize bırakacak gibi bekleme salonunda oturanlar var. Ya da iyi yönlendirilmedikleri için her yolu deneyen aileler var. Mesela mezara gidip mezardan çıkan suyu konuşamayan çocuğuna içiriyor. Çaresizlik her şeyi yaptırıyor diyorlar. Genellikle çaresiz hisseden aileler olduğu için, öncelikle psikolojik desteğe ihtiyaçları var.
MB: Peki RAM’larla koordinasyonunuz nasıl?
SS: Bence bizim en büyük sıkıntımız RAM. Çocukların raporu önümüze geliyor ve biz 1 yıl boyunca çocuğu geliştiriyoruz. Belli kazanımları veriyoruz, RAM raporunu yazıyoruz, aile ve çocuğu RAM’a gönderiyoruz. Ama çocuktan kısa bir zaman aralığında, bizim bir yılda öğrettiklerimizi göstermesi isteniyor. Bizim çocuklarımız da normal gelişimli çocuklar olmadığı için, farklı ortam gördüğü için çekiniyor, içe kapanıyor ya da çok fazla hareket halinde oluyor. Atlıyor, zıplıyor, onların istediği konuma gelemiyor. Ama orada hemen teşhis konulup çocuk bize yeni bir raporla gönderiliyor. Biz de o raporu gördüğümüzde bu raporu bu çocuğa nasıl verdiler diyoruz. Mesela çocuk ilerleme kaydediyor, okuyor da yazıyor da, Ama verilen rapor onu 2 yıl önceye götürecek bir rapor olabiliyor.
Başka bir öğrencimiz 21 yaşında, Türkçe-matematik öğrencisi. Zihinsel olarak orta derecede, dört basamaklılarla dört basamaklıları toplayıp, üç basamaklılarla üç basamaklıları çarpabiliyor. Yıllardır aldığı eğitimle bu seviyeye gelmiş ama kişisel bakım konusunda çok yetersiz. Aile ziyaretleri sırasında öğrencinin kendi kendine düğme ilikleyemediğini, banyo yapamadığını, traş olamadığını öğrendik. 10 gün boyunca ilgilenmeseniz kalkıp kendi kendini doyurabilecek durumda değil, bu derecede anneye bağlı. Bu çocuğa 21 yaşına kadar RAM’dan günlük yaşam ile ilgili beceri verilmediği ortaya çıkıyor. O yüzden çocuk kendi tırnağını kesmeyi öğrenmemiş, düğme nasıl iliklenir öğrenmemiş ama matematikte çok iyi.
Ben RAM’daki yetkililerin teorik ve akademik bilgilerle sınırlı kaldığını düşünüyorum, sanki hiç rehabilitasyon merkezinde bulunmamışlar gibi. Domatesle ilgili bir sürü kitap yazıp hiç domates yememek gibi. Onu o şekilde adlandırıyorum ve bu bizim işlerimizi çok zorlaştırıyor. Bir yılda edinilen kazanımların üstü bir anda; konuşmuyor, göz teması kurmuyor, ismini söylediğimizde bakmıyor gibi gerekçelerle çizilebiliyor. Bence bu bizim işlerimizi sekteye uğratıyor.
MB: Bu duruma dair bir çözüm öneriniz var mı?
SS: Biz de RAM konusunda bilgisiziz. Ben mesela rehberlik sertifikası eğitimimi RAM’dan gelen öğretmenlerden aldım ama hiç RAM’a gidip de orada ne oluyor, çocuk nasıl giriyor, nasıl çıkıyor, ne yapıyorlar bizim çocuklarımıza diye görmedim. Sanırım RAM’daki kişiler de bizim nasıl çalıştığımızı tam anlamıyla görmüyorlar, bizimle zaman geçirmiyorlar, çocuklarla zaman geçirmiyorlar. Aslında bizim derslerimizi de izleyebilirler, online olarak bağlanabilirler. Bence beraber vakit geçirilmeli. Süreç sadece bürokratik işlemlerle sınırlı kalmamalı. Biz onlarla vakit geçirmeliyiz, onlar bizimle vakit geçirmeli.
MB: Peki, kaynaştırma eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsun?
SS: Kaynaştırma öğrencisi diyelim ki haftada 5 gün sabahtan 2’ye kadar devlet okuluna gidiyor, 2’den sonra da bizim kurumumuza gelip bizde bire bir 45 dakikalık seanslar alıyor. Böyle olunca, öğrenciye verilen raporun hem okulda hem de özel eğitim merkezinde paralel olarak takip edilmesi gerekiyor. Ama okuldaki öğretmenler genellikle raporları incelemiyor, kaynaştırma öğrencilerine ‘al sen bunu yaz, bununla oyalan ya da git bahçede dolaş 45 dakika boyunca, sakın kaçma, zil çalınca sınıfına dön.’ şeklinde yönlendirmeler yapıyor. Örnek vermek gerekirse; birinci grup sesleri öğrettiğimiz bir öğrencimizden sınıf öğretmeni alfabedeki tüm harfleri 10 sayfa yazmasını istedi. Öyle olunca öğrencimiz A’ya E demeye, E’ye A demeye ya da hiç görmediği Ö ile A’yı karıştırmaya başladı. Bu da bizim 1 yıllık eğitimimizi çöpe attı. Biz bir yandan çocuğu bir yerlere getirmeye çalışıyoruz, bir yandan aileye ulaşmaya çalışıyoruz ama okuldaki öğretmeni ile iletişim sağlama konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Keşke aile, özel eğitim öğretmeni ve çocuğun normal sınıf öğretmeni bir araya gelip, çocuk hakkında gelecek planı yapabilse, ama sanırım bu Türkiye’de imkansız. Kurum olarak çocuklarımızın okullarındaki öğretmenler ile birkaç kez bir araya gelmek için girişimde bulunduk ama öğretmenlerin isteksizliği nedeniyle sonuç alamadık. Ama o üçgen bir araya gelmeli, okuldaki öğretmeni, özel eğitimdeki öğretmeni ve aile.
Diğer yandan özel eğitim öğretmenlerinin sayısı az olduğu için okullardaki özel eğitim öğretmenleri genellikle ücretli öğretmenler oluyor. Yani okulda her dönem başka bir öğretmenle karşılaşabilir çocuklar. Öğretmen durumu içselleştiremiyor, yeterli destek alamadığı için de çabalamaktan çoğu kez vazgeçiyor. Aileler de şöyle düşünebiliyor: çocuğum haftanın 5 günü sabahtan 2 ye kadar boşuna okula gidiyor, boşuna orda zarar görüyor, boşuna uykusundan kalıyor. Ben çocuğumu okula göndermek istemiyorum, öğretmen de zaten yetersiz, buradaki kadar zengin materyal de yok, çocuğum okula gitmesin en azından uykusunu alsın, zaten ağır ilaçlar kullanıyor diyen velilerimiz de var. Bakış açısı olarak; sanırım eğitim burada çok fazla şey katmıyor. Müdür de olsa, müdür yardımcısı da olsa, özel alan mezunu da olsa öğretmen diyor ki “Benden istenen şeyler bunlar ben niye daha fazlasını yapmaya çalışayım ki? Kimse bana sormuyor”. Mesela çocuklarımız bizim okulu bırakıyorlar, devlet okuluna gitmiyorlar, sadece bize gelmeye başlıyorlar, öğretmenin sınıfında 3 tane özel öğrenci varken bire iniyor. Ama öğretmen bundan hiçbir şekilde zarar görmüyor. Bunun yerine ‘ikisi azaldı, bir tanesiyle uğraşmak daha kolay’ diyor.
MB: Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin toplum içerisindeki durumunu nasıl görüyorsunuz?
SS: Aile ziyaretlerinde şöyle şeyler ortaya çıkıyor; akrabalardan tutun, çekirdek ailedeki insanlara kadar dışlamalar, çocuğun engelli olmasından anneyi babayı sorumlu tutmalar oluyor. Sen niye çocuğunla dışarı çıkıyorsun, evde tut, dışarıya çıkarma zihniyetinde olan insanlar bizim ailelerimizi çok yıpratmışlar. Hem o şokla karşılaşmışlar hem de başkalarının aymazlığından dolayı birçok kötü şeyler yaşamışlar. Bizim toplum olarak bu konudaki en büyük problemimiz eğitim.
MB: Sizin gözlemlediğiniz, önemli gördüğünüz bir eksiklik var mı?
SS: Benim eksiklik olarak gözüme çarpan veli, öğretmen, idareci, öğrenci el kitapları. Örneğin okullarda felsefe ile ilgili, sosyoloji ile ilgili kitaplar olur. Öğrencinin aktivite kitabı olur, gidip ödevini yapar. Özel eğitimde her öğrencinin özelliği farklı ama en azından veli evde ne çalışabileceğini bilse… Veliye yol gösterme anlamında biz de yeterli kaynağa sahip değiliz. Materyal eksikliği büyük bir problem, yararlanabileceğimiz kaynak yok. Ama bu alanda da devlet kendi materyallerini hazırlayıp böyle bir piyasa oluşturabilir bence.
TK: Veli
Müge Bakioğlu: İlk hastanede tanımlama sürecinden itibaren nasıl bir süreç geçirdiniz?
TK: O süreç tabii kötüydü. Emre doğduğunda hastanede öğrendik. Tanı olarak Down Sendromu olduğu belirlendi, arkasından kan tahlilleriyle kesinleşti. Özel eğitim almak isteyince, hastaneler rapor vermekle ilgili problem çıkardı. Down Sendromlu olduğu kesinleşmiş çocuklar bile hastane raporu alamıyor. Bu nedenle özel eğitime erken başlayamıyorlar. Birçok arkadaşımız hala sağlık raporunu alamıyor, bu büyük bir problem. Emre 4 aylıkken hastaneden özel eğitim alabilmesi için rapor almak istedik, ancak 1,5 yaşında alabildik. “Bu çocuğa 4 aylık ne yapılabilir ki?” dediler. Bunu bana söyleyen başhekim yardımcısı. Dolayısıyla Emre 1,5 yaşına kadar alamadı özel eğitim. 1,5 yaşında raporu aldığımızda ise fizik tedavi alamadık. Çünkü Emre yavaş yavaş yürümeye başlamıştı artık, adım atıyordu. Raporu erken alabilseydik özel eğitime de, fizik tedaviye de daha erken başlayabilecektik. Özel eğitim merkezlerinde çok destek oldular. Özel eğitim öğretmenimizin benim ve Emre’nin üzerinde çok emeği var. Yönlendirme açısından, benim üzerimde daha çok emeği var hatta. Mesela kreşe de onun sayesinde başladık. Devletten bu anlamda bir destek görmedim.
Emre’nin zihinsel olarak engeli var, doğal olarak desteklenmesi gerekiyor. Tek başıma bir anne olarak ben bu konuda yetersiz kalıyorum. Özel eğitim merkezleri hem Emre açısından, hem benim açımdan ne yapmam gerektiği konusunda yardımcı oluyor.
Sivas’ın merkezindeydik ve orada düzgün bir özel eğitim alamadık. Sivas’ta isteklerimiz karşılanmayınca tayin istedik ve Ankara’ya geldik. Emre nedeniyle hayatımızı değiştirdik. Sonuçta Sivaslıyız, memleketimiz, işimiz düzenimi orada kuruluydu. Ama özel eğitimi orda alamayınca, Ankara’ya geldik ve burada devam ettik.
MB: Aileden, yakın çevreden, toplumdan gelen tepkiler nasıldı peki?
TK: Benim ailem de eşimin ailesi de çok destek oldular. Hiçbir sorun yaşamadık ama kabullenme süreci kötü bir süreç. Zaten biz Emre doğduktan 3 gün sonra öğrendik. Direkt testle değil de, yüz hatlarından dolayı doktor tanı koydu. İlk söylendiğinde bir şok yaşıyor insan. Ağır bir durum engelli bir çocuğa sahip olmak. Sonra alışıyorsun tabi, 3-4 ay sürüyor alışma dönemi. Kabullenemiyorsunuz, “nasıl başıma gelir” diye düşünüyorsunuz.
Diğer engelli grupları içinde geçerlidir belki bilmiyorum ama, Down Sendromlu çocukların aileleriyle konuştuğumuzda hepsi aynı şeyi söylüyor. Öyle bir sıcaklık veriyor ki bu çocuklar annelerine, ona sarıldığımda her şey bitiyordu. Zor ama alışıyor. Alışılınca da boşuna ağlamışım diyorum. O dönemi hatırlayınca duygusallık yaşıyorum. Şuan çok şükür, iyi ki var diyorum.
MB: Günlük yaşantınızda, sokakta, toplum içerisinde nasıl durumlarla karşılaşıyorsunuz? Toplumun farkındalığını nasıl buluyorsunuz?
TK: Bence çoğu fark etmiyor. Sivas’ta problemler yaşadık. Çünkü bilmiyorlar. Mümkün olduğu kadar parkta Emre’den uzak kalmaya çalışıyorlar. O sıralar Emre’nin saçları dökülmüştü tamamen. Tuhaf bakışlar, uzak durmalar, arkadan konuşmalar oluyor. Benim duyacağım şekilde “Allah’ım kimsenin başına verme” diyorlar. Ankara’da bu daha aşılmış durumda. Ben zaten kafaya takmam, pek aldırmıyorum çevrenin dediklerine. Emre’ye nedenmiş, nasıl bakılmış, umurumda olmaz. Emre’yle her yere gideriz. Hafta sonları genelde alışveriş merkezlerinde, dışarda, parkta, sinemada, tiyatroda çok fazla zaman geçiriyoruz.
Tabi kabullenenler de var, aşırı sevgi gösterenler de var. “O yavrum benim” diyorlar, biraz abartıyorlar. Dengeyi bulamıyorlar, ‘ne yapsak acaba’ diye düşünüyorlar. Bu çocuklara nasıl davranacaklarını tam oturtamıyorlar. Başlarına gelmeyince bilemiyorlar, hoşgörüyle karşılamak gerek. Onlardan daha çok bizim hoşgörülü olmamız gerekiyor anneler olarak. Yaşayarak öğrendim bunu ben. Olumlu tepkilere de, aşırı olumsuz tepkilere de pek aldırmıyorum. Mümkün olduğunca anlatmaya çalışıyorum. Emreyle birlikte gezmeye gittiğimizde üniversiteden tur gelmişti mesela. Emre’yi görünce “Bak Down’lı” dediler. “Kızlar Emre Down Sendromlu, gelip sevebilirsiniz, uzaktan bakmayın. Kendisiyle tanışın” dedim. Bazı insanlar, aileler ne der diye çekiniyorlar biraz. Ben bunu kırmaya çalışıyorum. Onu gelin tanışın, konuşun diyerek.
MB: Emre’nin eğitimi ile ilgili nasıl bir yol izlediniz?
TK: Bizim kaynaştırmada problemlerimiz oldu. Bu sene birinci sınıfa, kaynaştırma olarak başladık. Sonra RAM’a yönlendirdiler değerlendirme için. Ben ısrarla kaynaştırma eğitimi istedim. Tamam, zor olabilir ama ne kadar normal gelişim gösteren çocukların içinde olursa o da o kadar iyi olacak. Down sendromunda öğrenmeden çok taklitle bir şeyler başarabiliyorlar. Normal çocukları taklit ederek daha iyi seviyede olacak diye ısrar ettim. RAM bunu kabul etmedi. Çok yüzeysel iki değerlendirme yaptılar. Biri yarım saat sürdü, iki gün sonra bir teste daha tabi tuttular, o da 5 veya 10 dakika sürdü. Yarım saatlik değerlendirmede normal gelişim gösteren bir çocuktan bile gerçek performansı alamazsın ki, engelli çocuğun performansını alacaksınız! “Emre testte başarılı olamadı.” dediler. Ben “Olmaz öyle şey, nasıl bir testse benim yanımda da uygulayın” dedim. “Olmaz, bu gizli bir test” dediler. Nasıl bir gizliliği var anlayamadım. İtiraz ettim, “Tekrar itiraz edebilirsiniz.” dediler. RAM’dakiler ve bizim gittiğimiz okulun rehberlik öğretmenleri arkadaşlarmış zaten. Muhtemelen aralarında hallettiler. Kabul etmediler ve özel A sınıfa verdiler. İtiraz etmeyi düşünüyordum ama daha fazla Emre’yi ve kendimi yormak istemedim. Aslında itiraz etmem gerekiyordu ama özel A sınıfını beğenince vazgeçtim.
MB: Özel eğitim merkezlerinin niteliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
TK: Özel eğitim öğretmenimizle dört sene çalıştık. Çok iyi gidiyordu fakat başka bir özel eğitim merkezine geçtim. Okuma yazma konusunda farklı bir model uyguluyorlardı. Orayı daha çok beğendim, özel eğitim öğretmeni ile de görüştüm. “Emre için daha iyi nasıl olacaksa ben de Emre’nin arkasındayım” dedi. Oraya başlayalı 1 ay oldu. Diğer taraftan öğretmeni ile hala irtibat halindeyiz. Oradan da memnundum, yeni merkezden de memnunum.
MB: Genel olarak kamusal hizmetleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Şuan ve ileriye dönük olarak beklentileriniz neler?
TK: Şuan için beklentim çocukların kaynaştırma eğitimine devam ettirilmesi. Fakat tek başlarına değil, yardımcıların veya öğretmenlerin yanlarına verilmesi gerekiyor. Bütün okulların bir veya iki tane özel eğitim öğretmeni bulundurması gerekiyor. Bu öğrenciler geldiği zaman yardımcı olmaları gerekiyor. Mesela Emre’ye kaynaştırmaya giderken çocuk gelişimi mezunu bir arkadaşımdan Emre’nin yanında olmasını istedim. Benim yanımda daha fazla şımarıyordu. Benim yerime yardımcı öğretmen olarak kalmasını istedim ama ne milli eğitime ne ilçe milli eğitime kabul ettiremedim. “Yasal değil.” dediler.
Sonuçta engelli bir çocuk, problemler yaşıyor, sınıftan kaçmaya çalışıyor, arkadaşlarının defterlerini atıyor, duvarları çiziyor. Bu tarz problemler çok yaşadık. İlk zamanlar, Emre’nin yanında ben durmak zorunda kaldım. 30 kişilik sınıfa, bir de engelli çocuk koyunca tabi ki o öğretmen sınıfı idare edemiyor. Ben öğretmene de hak veriyorum. Gerçi öğretmenle de ilk başta problemimiz oldu. Başta istemedi. Kalacağız diye diretince kabul etti ama sonrasında RAM kabul etmedi.
MB: Kaynaştırma eğitiminde sınıf öğretmenlerinin yeterliliği ne düzeyde sizce?
TK: Sınıfa yeterli ama Emre’ye yeterli değildi. Down sendromlu ne demek hiç bilmiyor. Genç bir öğretmen de değildi. İlk başta, sınıf öğretmeniyse engelli gruplarını tanıması gerekiyor. “Down sendromu nedir, otizm nedir, sınıfa geldiğinde ne yapmam, nasıl yaklaşmam gerekir, diğer çocuklarla nasıl kaynaştırabilirim, aralarındaki iletişimi nasıl kurabilirim…” bunların hepsini bilmesi gerekir. Öğretmenlerin bilinçli olması lazım. 30 kişilik sınıfı idare etmek zorunda, bu yüzden yanında mutlaka yardımcı bir öğretmenin olması gerekiyor. Uygulamasını geçtim, özel eğitimi de bilmiyor. “Emre saldırgan mı, kendine zarar verir mi?” diye soruyor. Diğer engel gruplarında olabilir ama Down Sendromlu çocukların hiçbirinde saldırganlık yoktur. Bunu bile tanıyamıyor, bilmiyor. Bu anlamda devletin eksiği var, hem öğretmenlerle ilgili hem de yönetmeliklerle ilgili.
MB: Kişisel gelişiminiz için neler yaptınız?
TK: İnternet sayesinde çok fazla araştırma yapıyoruz. Derneğimizle (Down Türkiye) sürekli irtibat halindeyiz, ayda bir toplantılarımız oluyor. Diğer ailelerle de sürekli görüşüyoruz, fikir alışverişi yapıyoruz. İnternet sayfamızdan irtibata geçiyoruz. Aylık toplantılarımıza uzman kişiler ve doktorlar geliyor, seminerler veriyorlar. Takıldığım yerlerde derneğimizden ve ilgili diğer sayfalardan araştırıyorum.
MB: Bu alanda gördüğünüz en büyük eksiklik nerde?
TK: Hastane raporlarında. Raporların hemen verilmesi gerekiyor çünkü doğar doğmaz özel eğitim ihtiyaçları var çocukların. Örneğin doğar doğmaz anne sütünü emmesi lazım. Birçok Down Sendromlu çocuk yüz kaslarını kullanamadığı için anne sütünü ememiyor bile. Şuan için raporlar ve eğitimle ilgili sıkıntılarımız var. Ama yaşı ilerledikçe farklı sorunlarla da karşılaşacağız.
MB: İleriye dönük planlarınız neler peki?