Prof. Dr. Selahattin Turan – Modern Okul

Prof. Dr. Selahattin Turan’ın Yeni Türkiye-Türk Özel Eğitim Sayısında yer alan “Ahlâki Açıdan Modern Okulun Açmazı: Eleştirel Bir Bakış” adlı çalışması Türk eğitim sisteminin felsefi temellerinin sorgulanması anlamında önemli katkılar sunuyor.

Eğitimi sistemini doğrudan ilgilendiren, Türkiye’nin ahlaki ve etik değerlerden yoksunluğu, özellikle son yıllarda üzerine çok tartışılan bir konu. Bu sorun alanı tartışılırken, ise sık sık, eğitimin amacı, eğitim sisteminden çıkan bireyin nitelikleri, gençliğin politik inşası, eğitimin felsefi temellerinin hangi değerlere dayandığı ve tam da bu noktada “farklı” medeniyetlerin eğitime yaklaşımı, ülkelerin sosyo-kültürel arka planı ve tarihsel gelişimi kapsamında nasıl kendine özgü bir sistem ve model sunulabileceği gibi konular ön plana geliyor.

Bu bağlamda Türk eğitim sisteminin farklı görüşlerle yeniden tartışılması, içinde bulunduğumuz çıkmazın bertaraf edilmesi adına bir ihtiyaç olduğunu düşünerek Selahattin Turan ile yaptığımız röportajımızı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

A-Medeniyet ve Eğitim

Eğitim felsefesi tartışmalarında sıkça “batı medeniyeti-batılı-batı dışı”, “doğu medeniyeti-Türk medeniyeti-İslam medeniyeti” gibi kavramsallaştırmalar kullanılıyor. Medeniyet temelli bir eğitim sistemi konuşmadan önce şunu sormak gerekebilir; sizce birden çok medeniyet var mı? Medeniyet kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tartışma yeni değil. Bizim düşünürlerimiz bu konulara kafa yormuşlardır. Sözgelimi Teoman Duralı uygarlıkları, Doğu ve Batı medeniyetleri câmiası olarak sınıflandırmaktadır. Bu bağlamda medeniyetleri “yıldız” ve ‘uydu medeniyetler’ olmak üzere gruplandırmaktadır. Eğitim açısından, burada şunu ifade etmekte yarar var: Her medeniyetin kendine özgü bir insan telakkisi var. Medeniyeti insan inşa ettiğine göre, insan telakkisi ile medeniyet arasındaki ilişki hayati bir önem arz ediyor. Hiç kuşkusuz medeniyetimiz sarsıntı geçirince, insanımızda sarsıntı geçirdi. Ve arayışlarımız başladı.

Eğitim sistemi üzerinden değerlendirecek olursak, batı medeniyetinin hayata bakışı ile doğu medeniyetinin hayata bakışı arasında nasıl bir fark var? Doğunun eğitim felsefesi ile batının eğitim felsefi arasındaki farkları nasıl yorumluyorsunuz?

Bu soru etraflıca tartışılması gerekiyor. Cevabı da çok uzundur. Ama şunu belirtmem lazım; her medeniyet çevresinin öngördüğü bir insan tipi var. Geldiğimiz noktada Batı, üreten ve tüketen bir inşa tipini yüceltip, yıldızlaştırırken, bizim kadim gelenek toplumu bireyin önünde tutmaktadır. Bir başka ifade ile Batıda bireysel menfaat; biz de ise ‘başkalarını düşünmek’ esastır. Bu ise ‘nasıl bir insan yetiştireceğiz?’ sorusunu gündeme getirir. Bu yönüyle eğitim felsefesi, eğitim mefkûresi ile toplumun geleceği arasındaki ilişki hayatiyetidir.

Bu kapsamda, “batılı biliş” tarzlarının eksiklikleri de konuşuluyor. Bu noktada “doğulu biliş” tarzları diye bir kümeden bahsetmek mümkün mü?

Biliş tarzı, bireyin olaylar ve bağlamlar karşısındaki çözüm eylemine/tavrına/tarzına göndermede bulunur. Bu husus, özünde iradenin terbiyesi ile ilgili olup öz bilincin neyin ve kimin emrine verilmesi gerektiğini hatırlatır. Batı’da irade piyasanın emrindedir ve piyasa tarafından şekillenir. Bizde irade toplumun emrindendir ve ‘erdemli insan’ olmayı öncelikler. Her medeniyet ve bu bağlamda biliş tarzları, kendi medeniyet telakkisinin öngördüğü insan tipine hizmet eder; araştırma, eğitim politikalar ve pratikleri de bu biliş tarzlarına göre şekil alır. Türkiye’de eğitim bilimlerindeki biliş tarzları, batılı biliş tarzlarının egemenliği altındadır. Bir başka ifade ile batılı eğitimsel bilgi tek yönlü akmaktadır. Bu ise bizde olması gereken özgün biliş tarzının örselenmesine, bağlam ve özgünlükten uzaklaşılmasına sebep olmakta, eğitimsel sorunlara özgün ve millî modeller üretilmesini zayıflatmaktadır.

Batılı eğitim tarzının karşısına, “şarkiyatçı” ya da “Türkçü” eğitim sistemleri konumlandırılıyor. Böyle bir ikilem eğitimi nasıl etkiler?

Türkiye’de eğitim bilimleri alanındaki araştırma ve eğitimde politika uygulamalarına bakıldığında, büyük oranda batıdan aktarıldığı, tercüme edildiği, uyarlandığı görülmektedir. Bu ise insan iradesini -üstü örtük- bir başka toplumun emrine vermektedir. Her türlü biliş tarzı, eğitimsel bilginin üretildiği bağlam tarafından belirlenir. Türkiye’de temel sorun; eğitim alanında üretilen bilimsel bilgi, batılı biliş tarzını esas alarak taklitte boğulmakta, her geçen gün özgünlüğü yitirmektedir.

Bugün batı temelli eğitiminin yarattığı insan tipi kapitalist ideolojinin “iradesinde” ise, Doğu medeniyetinin yaratacağı insan tipi ki hikmet, cesaret, iffet, merhamet, adalet gibi değerlerle özdeşleştiriliyor, sizce hangi ideolojinin iradesinde olur?

Bizim kadim olan geleneğe göre eğitimin temel amacı, “iyi ödev insanı” yetiştirmektir. İyi ödev insanın hangi özelliklere sahip olması gerektiğini toplum belirler. Bizim medeniyetimiz iyi ödev insanının en temel özelliğini adaletve merhamet olarak belirlemiştir.

Batıda “rasyonalite, etik ve estetik” olarak geçen, İslam medeniyetinde ise “aklıselim, kalbiselim, zevkiselim” olarak geçen bir insan felsefesi temeli var. Bizde neden sadece aklıselim ve kalbi selim, yani akıl ve ahlak tartışılırken, estetik geri plana atılıyor?

Eğitim felsefesi ve mefkûresi ile ilgili bir soru bu. Bu tartışılabilir. Fakat topluma rağmen bunu başarmak mümkün mü? Bilmiyorum. Bu vesile ile bir hususu belirtmek isterim. Türkiye’de eğitimin hedefleri ile okulun amaçları bile birbirine karıştırılmaktadır. Diyelim ki, eğitimin hedefi ‘iyi ödev insanı’ ve ‘kendine ve ülkesine güvenen insan’ yetiştirmek olabilir. Okulun amacı ise bu hedeflere ulaşmak için öğrencilere deneyimler sunmaktır. Türkiye’de eğitimin hedefleri açıkça belirtilmesine rağmen bunlara ulaşıldığını gösteren veya ölçen mekanizmalar geliştirilememiştir. Bu hususun tartışılması gerekiyor. Bugünkü modern okul, bizde diploma endekslidir. Kişiyi ruhunun ufkuna yürütmemektedir. Böyle olunca, gündelik yaşamın sıradanlığına ayak uyduran bir insan tipi önemsenir hale geldi.

Her toplumun, kendi kültüründen ve değerlerinden bağımsız oluşturduğu bir eğitim sisteminin hayatta kalamadığını biliyoruz. Fakat ister doğu ister batı odaklı olsun, bir ülkenin eğitim sisteminin tek bir dünya görüşünün epistemolojik, ontolojik ve metodolojik bütünlüğü içerisinde sınırlı bırakılması, bilgi ile ilişki bakımından toplumda nasıl bir eksikliktir?

BizdeBatının aksine hayat bir bütündür. Okulun amacı ise bu bütünlüğü ahenkleştirmektir. Akademik başarı sonraki iştir. Eğitim bir öncelikler silsilesidir. Sanat, musiki, millî oyunlar ve benzeri okul etkinlikleri ile hayat ahenkleşir ve toplumla bütünleşir. Hayatın ahengi bozulduğunda, birey sakıntıya düşer toplum ise sosyal sorunlarla baş başa kalır. Kadim olan dağılır; zihin ve akıl gündelik faaliyet ve menfaatlerin bir aracı olarak işlev görmeye başlar. Oysa Batıda akıl, hayatı bir önem taşır ve davranışa yön verir. Karakter bu bağlamda şekillenir. Bizde ise akıl ve gönül birlikte harekât eder. Birbirinden bağımsız değildir. Akıl gönlün emrindedir.

Türkiye’de normatif olarak ortaya konmaya çalışılan eğitim felsefesinde, hem batı çıkışlı değerler, hem de Türkiye’nin kültürel kodlarından beslenen değerler var. Bu noktada nasıl bir kaynaştırmaya ihtiyaç var?

Bir önceki soruda bunun cevabını ana hatlarıyla vermeye çalıştım. Millî eğitimimizin genel ve özel amaçları açık bir şekilde belirlenmiştir. Fakat bu amaçları öğrencilerimizin ne derece içselleştirdiğini ölçen mekanizmalar yok. Bunun yerine öğrencilerimizi sınıflayan, yaftalayan ve sıraya dizen bir anlayış yerleşmiştir. Bu şahsi kanaatime göre, kadim olana zıt bir durum olup ‘eğitimsel ahlaksızlık’ olarak ifade edebilir. Yarınların Türkiye’si için her bir çocuğu özgün ve üstün bir varlık olarak görecek yeni bir okulu kurmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

B-Eğitim Sistemi ve Politik Sistem

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da modern okulların insani ve sosyal sorunları çözmediğinden bahsediliyor. Okulların sizce böyle bir misyonu var mı? Bu noktada politik sistemle nasıl bir ilişki kurulmalı?

Şahsi kanaatime göre, Türkiye ve dünyada modern okul krizdedir. Bu kriz sadece okulun kendisinden kaynaklanmıyor. Bu krizi, makro değişkenler bağlamında analiz etmek gerekiyor. Okula dönük eleştiriler bellidir. Sadece şunu ifade edeyim; Türkiye’de okullar, insanın yaşam döngüsü, anlamı ile farklı yaşam biçimlerinin ahenkleştirilmesine katkı vermiyor. Medeniyetimizi ve insanımızı bir gelecek ufkunda buluşturma ülküsüne de hizmet etmiyor. Bunun şahsi kanaatimce etraflıca tartışmamız gerekir.

Batının eğitim alanındaki çıkmazı “aşırı bireycilik” anlayışına dayandırılıyor. Oysa bireycilik ve özgürlük, batının kadim geleneğinden ve tarihsel yaşantısında gelen önemli değerler ki siz de medeniyetlerin eğitim anlayışının kadim değerlerden gelmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Bu noktada bir değerler sisteminin ekonomik organizasyonu ve sosyokültürel yapısı nasıl bir çerçeve içinde olmalı?

Kadim olan gelenekte saklıdır. Bu ‘iyi ödev insanı’ olma ülküsüdür. Bizim açımızdan tehlike şudur. Ne toplum ne de okul çocuğa kendine ve ülkesine güven duygusunu vermiyor. Bugün doğan çocuklar, 20 yıl sonra kendilerini yönetemeyecekler. Aileler ve toplum olarak buna hiç hazır değiliz. Özgün model arayışlarımızın devam etmesi gerekiyor. Bütün bu eğitimsel sorunlar büyük ölçekli değişkenler bağlamında ele alınması gerekiyor.

Modern eğitim sistemi, siyasal bir araç olması nedeniyle eleştiriliyor. ‘Neo-liberal politikaları gözeterek beşeri sermayeyi şekillendiren okul’ karşısına, ‘muhafazakâr olarak nitelendirilebilecek değerler eğitimi üzerinden bireyi şekillendiren bir okul’ konuyor. Ontolojik olarak ikisinin bir farkı var mı?

BenBatıyı eleştirmiyorum. Batılı biliş tarzı ile üretilen bilginin bize özgü eğitimsel sorunlara cevap üretemediğini iddia ediyorum. Bir başka ifade ile eğitimsel aklımız bulanık görünüyor. Bu bulanıklıktan kurtulmanın yolu, kendimizi, ürettiklerimizi ve uygulamaya koyduklarımızı namusluca sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.

Eleştirel düşünce, 21. yy becerileri kapsamında oldukça tartışılan önemli bir kazanım konumunda. Buna rağmen Türkiye’de “modern ve batılı” eğitim sisteminden geçen bireyler neden bu sistemi eleştiremez?

21. yüzyıl becerileri, Batının kendi toplumlarının var olma stratejileri kapsamında öngördüğü becerilerdir. Ve piyasa endeksli becerilerdir. Bu beceriler bizi eğitimde yeni bir gerilime götüreceği kanaatinde değilim.

Batılı eğitimin hâkim olmadığı ülkelerden de, eğitime eleştirel bir yaklaşım ya da özgün modeller getirilmiyor. “Batılı olmayan” eğitim bilimcilerin, yeni bir biliş tarzı ve özgün bir model üretemiyor olmasının asıl sebebi nedir?

Eğitimsel aklın bulanıklığı ve zihin dağınıklığıdır. Özgün model ve arayışlar bağlamsaldır ve her toplumun kendine özgü anlayış ve yaşam pratiklerini yansıtır. Batının kendi toplumsal ve bireysel sorunları için geliştirdiği eğitimsel model, pratik ve teorileri bizim topluma uyarlama çabalarının beyhude olduğunu düşünüyorum. Toplumumuzun ve gençlerimiz kendilerine ve ülkelerine güven duygusunu güçlendirmeden, akademik kazanımların bizi bir noktaya götüreceğine dair inancım zayıf.

Doğunun da Türkiye’nin de bilgi ile ilişki biçiminde bir sorun olduğu doğru ve bu sorun sık sık batılı eğitim sisteminin varlığına dayandırılıyor. Fakat bu kopuş, batı eğitim felsefesi, sistemi ve metodolojisi gelmeden önce başladı. Hatta batı eğitim felsefesi, bu kopuşa karşı bir çözüm olarak getirildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Eğitim ve okul aracılığa ile kıble ve yön belirlenir. Ünlü düşünürümüz Teoman Duralı’ya göre, Batı yön belirtir; Avrupa coğrafyaya çağdaş ise tarihe ilişkindir. Türkiye’de batı algısı ve yönelimi, medeniyetimizin bir sarsıntı geçirmesinden sonra bir arayış olarak başladı. Eğitim düzenimiz yanlış varsayımlar üzerine kurulunca doğru işler yapamamaktan yakınmaya başladık. Oysa Batı genel olarak insancı-dünyacı ve iktisadi bir akıl etrafında yoğunlaştı fakat kadim olanı hiçbir zaman terk etmedi. Batı bir kurum –kilise- ve iki dil, -Grekçe ve Latince- üzerinden varlığı kopuş yaşamadan devam ettirdi. Bu süreçte eğitim ve modern okul belirleyici oldu. Son olarak şunu paylaşmak isterim. Okul iyi ödev insanı yetiştirmeyi birinci önceliği, akademik başarıyı ise ikinci önceliği olarak yeniden belirlemek zorundadır.