Prof. Dr. Kürşat Çağıltay’la 3. Medya Çağı

Müge Bakioğlu: Dijital Medya ile yeni bir döneme başladık. Bizi 3. Medya çağına geçiren sebepler neler oldu ve yaşanan bu değişimin içeriğinde neler var?

Kürşat Çağıltay: Geleneksel açıdan bakarsak, 3. Medya çağı internetle başladı diyebiliriz. Geleneksel medya sürecinden sonra internet çağına geçiş oldu. Aslında bu durum, medyanın beynimize internet yoluyla yaptığı bir masaj işlevi görmektedir.Bunun eğitime uyarlanması veya medya-metot tartışması biraz daha ileriki aşamalarda konuşabileceğimiz bir durum. Ama bu duruma medya açısından bakıldığında, bir yandan yeni bir çağa girdiğimizi bir yandan da eski medya etkileşiminin hala devam ettiğini görmekteyiz.Buna benzer tartışmalar ekonomi alanında da yapılmaktadır. Örneğin, internete geçişle birlikte E-Ticaretin gelmesi, yeni bir ekonominin inşa edildiği iddia edilmektedir. Fakat Bilgi Üniversitesi ekonomistlerinden Asaf Savaş Akat hocayla yapılan söyleşide, yeni ekonomi denen bir durumunsöz konusu olmadığı, ekonominin aynen devam ettiği sadece hızının ve türünün değiştiği öngörülmüştür. Bu açıdan baktığımızda, iletişim alanında yine eski iletişimin ve yine medyanın benzer rollerinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Medya bizi şekillendirmeye çalışmaya devam etmektedir. Tek fark, bu sürecin daha hızlı işleyişidir. Eski zamanda duvarlara çizilen resimlerden tutun gazetelere, radyolara ve günümüz Twitter’ına kadar, medyanın özüne baktığımızda değişen bir şey yok. Aradaki farkı göz önünde bulundurduğumuzda, tek değişen daha hızlı ve daha yaygın olmasıdır. İnsanlar daha fazla etkileşim içindedir. Bu yaygınlık düşünüldüğünde, herkesin ortamda söz sahibi olduğu ve bu durumun bizleri daha da demokratikleştirdiği iddia edilmektedir. Aslında herkes sesini orada duyuramamaktadır. Yine etkili olan kişiler daha fazla söz sahibi olmaktadır. Ama insanlar, birey olarak ortaya çıktığında, geçici etkilere sebep olduğu ve bunun kalıcı olmadığı bilinmelidir. Ancak, Gezi olaylarında olduğu gibi kar topu etkisi görürse ve toplum aynı şeyleri söylemeye başlarsa, bir istisna yaratılabilmektedir. Benim bakış açım, bir taraftan internetle iletişim hızlandığı fakat diğer taraftan, klasik iletişim dinamiklerinin devam ettiği yönündedir. İletişim literatürüne baktığımızda,yepyeni bir iletişim yolu kullanılırken, mesajın kaynaktan ulaşması gereken noktaya geçiş süreci hala aynıdır.Yenilik tarafı var ama özünde çok temel değişiklikler bulunmamakta.

MB: Medya’ya daha devrimsel bir yaklaşımda bulunulabilir mi?

KÇ: Bu konuya katılmıyorum. 3. Medya yaşadığımız mevcut süreceyenilikler getirmektedir. Devrim, eskisinden eser kalmayacak şekilde köklü değişiklikler anlamına gelir. Yeni Medyanın hayatımızda gerçekleştirdiği etki, bir devrim olarak değil de evrim olarak değerlendirilebilir. Çünkü değişiklikler var ama öz aynı şekilde devam etmektedir. Bu nedenle, Yeni Medya terimi doğru bir terim mi? Bunu da sorgulamamız gerekir. ‘Yeni’ kavramı değişimi çağrıştırdığı için insanların hoşuna gidiyor olabilir.Yeni ekonomi ve yeni medya için vitrindekilerin değiştiğini ama arka tarafın aynı olduğunu söylemek daha doğru olabilir. Biz hala geleneksel medyayı devam ettirmekteyiz. Çünkü özünde bir değişiklik yok.Eskiden bilgiyi kağıt üzerinde taşıyorduk, bugün elektronik ortamda taşıyoruz. Bu nedenle, bence bu bir devrim değil, yavaş ilerleyen bir evrim sürecidir.

MB: Peki, medyanın özünü değiştirecek bir yenilik ortaya çıkabilir mi?

KÇ: Bu konuya eğitimden örmek vermek istiyorum. Eğitim alanında da tıpkı medya gibi, çok büyük beklentiler olmuştur. Öyle bir medya getirelim ki insanlar eskiden öğrendiğinin 2 katı daha hızlı ve daha verimli öğrenebilsinler denilmiştir. Hatta Edison’un klasik bir sözü vardır, der ki “Biz klasik medyadan 10% verim alıyoruz. Ben öyle bir teknoloji getirdim ki 90% verim alacağız.”Teknoloji olarak film makinesini ima etmektedir. Makineler sınıflara girdiğinde öğrencilerin, daha iyi ve daha hızlı öğreneceklerini düşünmüştür. Ama Edison çok yaratıcı bir insan olmasına rağmen, eğitim dinamiklerini anlayamamıştır. Bu durum, eğitim alanında bir devrim gerçekleştirmemiştir. Kütüphanemde 1940’lardan kalma ‘Radyo ve Eğitim’ adlı, eski bir kitabım var. Radyonun çıktığı yıllarda, eğitimin radyoyla verilmesinin eğitim sisteminde bir devrim yapıp yapamayacağını tartışılmaktadır. Kitaptaki tüm ‘radyo’ları‘bilgisayar’la değiştirdiğimizde, bugünün tipik bilgisayarlı eğitim kitaplarından hiçbir farkı olmadığını görüyoruz. Radyonun çıktığı dönemler, radyodan bir beklenti vardı, daha sonra televizyon gelince televizyonun bir devrim yapması beklendi ve bugün ise‘bilgisayar bir devrim yapar mı?’ beklentisi var. Aynı şekilde, medyadan da bir devrim beklentisi var. Halbuki günümüzdeöğrenmenin hızında istenilen köklü değişikliklerin yapılması, doğaya aykırı bir durum olarak tanımlanabilir. Çünkü bizim beynimizdeki nöron sayısını ikiye katlamamız bile milyonlarca yıl süren bir zaman gerektirmiştir. Dolayısıyla evrim sürecinde büyük zıplamaların bir anda gerçekleşmesi çok mümkün görünmemektedir. Eğitimde daha iyiye gitmek için büsbütün gerçekleşmesi istenen devrimsel yenilikler yerine, daha çağdaş yaşam/öğrenme standartları yaratmak gerekir. Bugün burada tahta sandalyelere de oturabilirdik ama standartlarımız daha iyi hale getiriyoruz ve kaliteli koltuklarda oturuyoruz, oysa her iki sandalye de aynı işlevi görmektedir. Sandalye metaforundan yola çıkarsak, tahta sandalyelerde bir medya, daha konforlu koltuklarda bir medya, peki devrim yaptı mı? Yapmadı. Öğrenmede Devrim ne zaman olur? Matrix filminde, “I know Kung Fu” diyaloğunu hayata geçirebilirsek, 10 dakikada tüm Kung Fu deneyimi beyne aktarılabilirse işte o zaman devrim olur. Ama bu da sadece bir bilim kurgu filmidir şu an için. Bu nedenle “yeni” beklentisinin neye tekabül edeceğini ileriki zamanlarda göreceğiz.

MB: Sizin söylediklerinizden yola çıkarak, bilginin demokratikleştiğini iddia edemiyoruz. Peki, bilginin bireysel alanda depolandığı bir ortamda, demokratikleşme adına bir şeyler olduğu söylenemez mi?

KÇ: Dün Trabzon’da, bu konu üzerine konuşma fırsatı buldum. Bu konuşma ders malzemelerinin herkese açılması ve insanların para ödemeden ders malzemelerinden kolayca yararlanması üzerineydi. Böylece insanların kendilerini geliştirmesine imkan verilmiş olunacaktı. Bu konu üzerine, karşı tarafın çok ilginç bir saptaması oldu. ‘Open Educational Resources Movement’ yani ‘Açık Eğitim Kaynakları Hareketi’ kapitalizme benzer özellikler taşır denildi.Aslında bakarsanız, kapitalizmde de insanlar paraya istedikleri gibi ulaşma şansına sahipler (teoride) fakat topluma baktığımızda bu paraya ya da kapitale ulaşan küçük bir gurup insan vardır. Geri kalan kısım, o sistem içerisindeki paraya ulaşma imkanları olmasına rağmen ulaşamamaktadır. Aynı şekilde, eğitim sistemine baktığımızda benzer bir durumla karşılaşmaktayız. Yani, kaynaklara ulaşıp kaliteli eğitim sistemine sahip olan insanlar, yine toplumda küçük bir guruptan oluşmaktadır. Biz, tüm topluma bütün kaynakları açıp onlardan faydalanma imkanına sunsak bile, dezavantajlı grupları destekleyecek birtakım mekanizmalarımız olmadığından, onlara rehberlik yapmadığımızdan ya da onların haberi veya motivasyonu olmadığından, bu kaynaklar yine bir fayda sağlamayacaktır. Desteklemekten kasıt kaynakların yayılması ve insanların kullanmasıdır. Eğer bir aile yüksek ekonomik düzeyde ve bilinç seviyesinde ise, aile o kaynakları bilir ve çocuklarına bu kaynaklara nasıl ulaşması gerektiğini gösterir. Mesela, benim kızım gelecek sene üniversite sınavına girecek. Benim kızımı yönlendirmelerimle, sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı bir gurubun yönlendirme yetenekleri aynı değil. Dolayısıyla onlar daha dezavantajlı bir konuma düşmektedir. Ama, genele baktığımızda, demokratik bir ortam ve herkes aynı şartlara sahip gibi görünmektedir.Uzun vadede ise, benim kızım benim yönlendirmelerimden dolayı toplumda daha üst seviyelere gelebilecektir, en azından bu olasılık yüksektir. Onun çocukları da belki ondan daha iyi konumlara gelecektir. Tüm kaynaklar ortada fakat bu kaynaklara ulaşma konusunda insanlar eşit mekanizmalara sahip değiller. Kapitalizmin yarattığı bu olumsuzlukları gidermek için elbette birtakım mekanizmalar kurulmuştur. Mesela, işsizlik sigortası buna örnek gösterilebilir. Daha gelişmiş ülkelerde, destek mekanizmaları daha iyi düzeydedir. Aynı durum, bilgi toplumu içinde geçerli.Bu nedenle bilgiye yönelik kapitalizm benzetmesi doğru görünüyor.

Ziya Selçuk: Ülkeler içinde aynı durum geçerli. Dezavantajlı ülkeler olası imkanları kendi halkına sunamıyor.

KÇ: Bilgi artık kapital bir hale gelmiş durumda. Bilgiye sahip olursanız, paraya da sahip olursunuz denilmekte. Aslında arkada var olan dinamikler aynı. Bu dinamikler artık para gibi somut kavramlar değil, bilgi gibi soyut kavramlardır. Kapitalizm farklı boyutlarla var olmaya devam etmektedir.

MB: Bilginin kapital olduğu dönemde, bilginin nasıl tüketilmesi gerektiğinin dinamiklerini de düzenleniyor, tüketimi sırasında sosyal medyadan hangi bilgilerin alınacağı ya da hangisinin daha çok kullanılacağı gibi. Bu durum tüketim trendleri nasıl etkiliyor?

KÇ: Bu konuya yine bardağın boş tarafından bakacağım. Günümüzde sosyal ağların ortaya çıkmasıyla birlikte insanların gereksiz konuşmalarda bulunduğu ve bilgi kirliliği yaratıldığı üzerine eleştirilerde bulunulmaktadır. İnsanların zamanlarını boşa harcadıkları söylenmektedir. Sosyal medya yoluyla hiç bir şey üretilmediği düşünülmekte ve insanlar bu nedenle kendilerini suçlamaktadır. Geçmişe gidip sosyal medya ağlarının kullanılmadığı zamanlar düşünülünce, o zamanlarda insanların boş zamanlarını değerlendirirken bir şeyler üretip üretemediklerini tartışmalıyız. Geçmişte insanlar, hatta guruplar kahveye gidip konuşurlardı. Herhangi bir üretim de olmazdı. Bugün bu durum için şekilsel bir değişiklik olduğunu söyleyebiliriz. Artık kahveler fiziksel olmaktan çıktı sanal hale geldi. Entelektüel bir tartışma da oluyordu buralar da. Hangi gruptaysanız onlarla oturup bir şeyler tartışıp üretim yapılabiliyordu. Mesela, demokratikleşmeyle de ilişkilendirebiliriz bunu. Sosyal ağlarda insanlar bir araya gelip sanal kahvede konuşabiliyor, başkalarınınfikirlerini anlayabiliyorlar diye bir görüş var. Fakat bu doğru değil. Kahve kültüründe olduğu gibi sosyal ağlarda da insanlar kendi görüşlerini paylaştığı guruplarla etkileşim içine girmeyi tercih ediyorlar. Bu durumda, sosyalleşmenin doğasında çok büyük değişiklikler olmadığını görebiliriz.

Seçkin Çiftçi: Peki, kahvenin biraz daha genişlediğini düşünüyor musunuz?

KÇ: Tabi oradaki insan sayısı daha fazla ve gelişmeler daha hızlı takip edilebiliyor.

SÇ: Siyasi olarak değil ama sosyal olarak bir gelişim olduğunu söylemek mümkün. Çünkü mahalli düzeyde, insanlar aynı kitabı okuyor, aynı diziyi izliyor. Fakat sosyal ağlarda hiç tanımadığınız milletten, hiç gitmediğiniz ülkeden bir insan sizinle iletişime geçebiliyor. Aynı şekilde bu durum sizi karşı tarafı tanımaya yönelik girişimlerde bulunmaya teşvik edebiliyor. Sosyal medya aracılığıyla, sizden farklı insanları tanıyorsunuz onların kültürlerini araştırıyorsunuz. Bu bir gelişim değil midir?

KÇ: Biraz önce verdiğim kapitalizm örneğine bakarsak, bu durumu da aynı şekilde değerlendirebiliriz. Aşağıda büyük bir gurup var, onlar sosyal ağlarla bir etkileşime girmemekte veya girse bile eğitim düzeyleri ya da hayata bakış açıları onları merak etmeye, araştırmaya, öğrenmeye itmemektedir. Onlar benzer görüşleri paylaştığı insanlarla bir arada olmayı tercih etmekte, bu şekilde kendilerini güvende hissetmektedir. Ortamın demokratikleşmesi ya da bir gelişimi söz konusuysa, bu yine küçük gurubu kapsayan bir durumdur. Fakat bu büyük çapta bir değişim gerçekleştirememektedir.

Murat Bağcı: Özün devam ettiğiyle ilgili bir soru sormak istiyorum. Matbaanın ortaya çıkmasıyla yayınlar daha kolay basılır, daha ucuz ve daha kolay ulaşılabilir hale gelmiştir. Kitapların gemilere yüklenip dünyanın her tarafına gönderilebilmesi,aydınlanmayı da ciddi anlamda tetiklemiştir. Bugünkü duruma baktığımızda, bilgiye ulaşım yöntemlerinde değişiklikler meydana geldiği görülmektedir. Dünya geneline baktığımızda sosyal ağlarla büyük bir kütüphane yaratıldığı söylenebilmektedir. Fakat Türkiye’de bu durum, aynı şekilde vuku bulmamakta. Milletlerin gelişmelerden ve değişikliklerden yararlanma yöntemi birbirinden farklıdır diyebilir miyiz? Sosyal ağlar toplumlarda aynı etkiyi gösteriyor demek doğru olur mu?Örnek olarak Twitter’ın ortaya çıkış amacıyla toplumların onu kullanma amacı farklı olabilir mi?

KÇ: Kültürün her şey üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda, söylediklerinizin doğru olması kuvvetle ihtimaldir.Bizim kültürümüzün kendine has özellikleri var ve araçlar kültürden bağımsız icat edilip kullanılış yöntemlerinde ve amacında farklılıklar meydana getirebilir. Mesela otomobil tüm toplulukların kullandığı bir araçtır ve topluluklar arabanın rengi konusunda farklı tercihlerde bulunabilir fakat özüne baktığımızda otomobil her yerde kullanılabilir. Nasıl ki Türkiye’de otomobil kullanırken daha farklı trafik sorunlarıyla karşılaşırsanız başka ülkelerde de farklı sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Trafik yapısını kültüre benzetebiliriz. Otomobil de sosyal medya gibidir. Bu araçları kullanırken, insanlar kendi trafik yapılarına uygun olarak kullanma yöntemleri geliştirir. Evrim ve devrim konusuna dönecek olursak. Devrim,endüstri devrimiyle gerçek anlamda vuku bulmuştur ve bugün ortaya çıkan tüm yenilikler oluşturulmuş yerleşik sistemin evrilerek devam ettiğini göstermektedir. Eğitim sistemi içinde aynı şey geçerlidir, yerleşik bir sistem vardır. Eğitim sistemleri evrilerek daha iyi bir hale nasıl gelebilir onun konuşmak gerek çünkü devrim demek, eğitim sisteminin özünü tamamen değiştirmek demektir.

Sorular

Murat Bağcı: Eskiden çocukların güzel yazı yazmaları oldukça önemsenirdi. Fakat teknolojik gelişmelerle birlikte günümüzde buna ihtiyaç yoktur. Bu gelişme bir devrim olarak nitelendirilebilir mi?

KÇ: Bu da bir evrim olarak nitelendirilir, çünkü eskiden de yazı yazıyorduk, yazı yoluyla bilgi aktarımında bulunuyorduk. Bugün teknolojik gelişmeler sayesinde bilgisayarla aynı formatta, okunaklı ve hızlı yazılar yazabiliyoruz. Yani işin özü olan yazı yazmak aynı kalmıştır.

MB: Daha iyi imkanlara sahip olan küçük gurup, neden büyük gurubu bu teknolojileri kullanmaya teşvik etmeye çalışsın? Burada elitist bir tavır da var. Bu uğraşın motivasyonu nedir?

KÇ: Kapitalizmin etkilerini biraz daha kapatmak olarak değerlendirebiliriz. İnsanlarınhayatta kalabilmesi, kaliteli bilgi paylaşımına ihtiyaçları olduğu kanısı var. Bu gelişmeler yine de büyük gurup ve küçük gurup arasındaki farkı kapatmıyor. Çünkü iki tarafın motivasyonu çok farklı. Büyük gurup kaynaklara ulaşmasına ve sesini duyurabilmesine rağmen, incir çekirdeğini doldurmayan şeylerle ilgilenmektedir. Etkin olan, yönlendiren, şekil veren ise yine küçük entelektüel olan guruptur.

ZS: “Bilgi açığı hipotezi” diye bir hipotez var. Bilgi arttıkça, bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, bilgiye sahip olanlar arasındaki fark artacaktır. Yani herkes bilgiye ulaşabilir, herkes için böyle bir demokratik ortam vardır, fakat bireylerin ve ülkelerin bilgiye ulaşması buna rağmen mümkün olmayacaktır.

KÇ: Bilgi akışının bu kadar yoğun olduğu ortamda, herkes gerçekten doğru bilgiye ulaşabiliyor mu bunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Böyle bir ortamda bilgi kirliliği kaçınılmaz olur.

MB: Peki, böyle bir ayrım yapılabilir mi? Bilgiyi belirli alanlarda depolamak ya da onları ayıklamak mümkün müdür?

KÇ: Mümkün değil. Kaynaklar arasında seçicilik yapılabilmesi bile küçük gurubun eğitimiyle, kültürüyle alakalı bir durumdur. Oldukça fazla kaynak var fakat gerçek bilgiye yine küçük bir gurup sahip olabilmektedir.Burada kritik olan nokta bilgi kirliliğini temizlik yaparak ortadan kaldırmak değil, insanlara doğru/kaliteli bilgiyi nasıl bulabilecekleri, kalite ile çöp arasındaki farkı anlama yeteneklerinin kazandırılmasıdır. Bu da okullara ders koyarak yani öğretimle değil, bilgi arama/bulma/kullanma sürecini öğrenme süreçlerine entegre ederek sağlanabilir.