Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile Felsefe ve Eğitim Üzerine
Bu dosya konumuzda felsefenin öncü isimlerinden Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile felsefe ve eğitim üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü, Türkiye Felsefe Kurumu, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kuruluşuna öncülük etmiş, Dünya Felsefe Federasyonları Başkanlığı yapmış, felsefe ve insan hakları konusunda bir UNESCO kürsüsü sahibi olan Sayın Kuçuradi ile eğitimde aydınlanmanın yerini, eğitimin iç amacını, insanlaşmayı ve eğitim-felsefe ilişkisini ele aldık. Kendisini bu çalışma vesilesiyle ağırlamış olmaktan onur duyuyor, tüm paydaşlarımıza keyifli okumalar diliyoruz.
1. Hacettepe’nin 47. Kuruluş Yıl Dönümü’nde gerçekleştirdiğiniz konuşmanızda eğitimde yeni bir aydınlanma ihtiyacından bahsediyorsunuz. Eğitimde yeni aydınlanmanın ne anlama geldiğini ve kapsamını açabilir misiniz?
‘Aydınlanma’ denilen dönemde aydınlanmanın ne olduğuna açıklık getirmek için, Almanya’da bir gazete, zamanın filozof ve düşünürlerine “Aydınlanma nedir?” diye sorduğunda, Kant, aynı başlığı taşıyan, bugün de çok okunan yazısını kaleme alıyor ve “aydınlanma”yı şöyle tanımlıyor: “Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düştüğü ergin olmama durumundan çıkmasıdır”. Ergin olmama, başkasının yol göstericiliği olmadan kişinin anlama yetisini kullanamamasıdır. Eğer ergin olmamanın nedeni anlama yetisi eksikliği değil de, başkalarının yol göstericiliği olmadan anlama yetisini kullanma cesaretinin eksikliği ise, bu ergin olmama kişinin kendi suçu oluyor. Sapere aude! Kendi anlama yetini kullanma cesaretini göster! Aydınlanmanın motto’sudur”.
Eğer bugün gezegenimize yaklaşan kuyruklu yıldıza binip cennete gitmek için intihar eden insanlar olabiliyorsa (ABD’nde The Heaven’s Gate Tarikatı); ahiretten geldiğini ve orada oğlunu gördüğünü, oğlunun iyi olduğunu ancak biraz paraya ihtiyacı olduğunu söyleyene bir anne, oğluna götürmesi için para veriyorsa; bir gazete haberine göre, İngiltere’de kendi yaptığı robotla evlenmek isteyen bir insan ilgili makamlara başvurabiliyorsa, v.b., eğitimde ve başka pek çok alanda aksayan bir şeyler var demektir.
Benim bilebildiğim kadarıyla bizde de, başka pek çok ülkede de eğitim sistemleri, insansal bir etkinlik olarak eğitimin iç amacını gözden kaçırarak ya da gözardı ederek oluşturuluyor, oluşturmalarını başka belirleyiciler –ve bunlar arasında moda olan insan tasarımları– belirliyor. Nitekim, eğitimciler arasında yaygın eğitim tanımları bunu gösteriyor. Örneğin, bir eğitim anlayışına göre “eğitim, istendik davranışları kazandırmaktır” ya da “eğitim akültürasyondur”, yani kişileri grubun kültürüne sokmaktır, başka bir deyişle o grubun değer yargılarını, dünya görüşünü benimsetmektir. Oysa insanlaştıran eğitim, kişilerin bilgisel yeteneklerini ve aynı zamanda etik yeteneklerini geliştiren bir eğitimdir: kişilere, olan bitenlere kendi gözleriyle ve değer bilgisiyle bakmayı –ne göreceklerini söylemeden bakmayı– öğreten eğitim. Böyle bir eğitimle kişiler, daha önce kafalarına sokulan kültürel değer yargılarından ve ezberledikleri önyargılardan sıyrılabilirler. Böyle bir örgün eğitim, kesintilere uğramadan yapılabildiği ve aynı anlayışla yaygın eğitimle –örneğin medya tarafından– desteklendiği takdirde, bugün yaşadığımız birçok sıkıntı önemli ölçüde azalabilir, diye düşünüyorum.
2. 24. Dünya Felsefe Kongresi’nin teması “ insan olmayı öğrenmek” ve siz de eğitimin iç amacı insanlaşmaktır diyorsunuz. Peki, insanlaşmak nedir?
‘İnsanlaşmak’ derken, en temelde, insan türüne özgü yetenekleri değer bilgisiyle ve değer yargılarından dikkatle ayırdedilmesi gereken etik değerlerin bilgisiyle kullanabilmek; böylece de yaşarken bunların gerektirdiklerini çoğu zaman bulabilecek duruma gelmek, bulunca da gerçekleştirmek… gibi şeyler anlıyorum. Eğitim bunların kazanılmasına yardımcı olmalı.
3. Bugünkü eğitim sistemleri insanlaşmaya hizmet ediyor mu? Buna hizmet edebilmesi için nereden başlamak gerekir?
Bugünkü eğitim sistemleri –en azından benim bildiklerim– kişilerin bilgisel yeteneklerini geliştirmeyi amaçlıyor: “iyi” bilim insanı, “iyi” teknisyen yetiştirmeyi amaçlıyor. Şimdi moda olan, okullardaki robot çalışmaları buna bir örnek. Ama kişilerin etik yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmayı amaç ediniyor mu? En fazla, o ülkenin kültüründe ya da bir alt kültüründe “iyi” sayılanları öğretmeye çalışıyor. Eğitimi bir “akültürasyon”, grupta egemen dünya görüşünü, hayat görüşünü, değer yargılarını öğretmek olarak anlıyor.
Nereden başlamak gerekir? Öğretmenlerin eğiticilerinin eğitiminden; sonra da öğretmenlerin ve eğitim konularında karar verenlerin eğitiminden, en başta da felsefe ve insan bilimleri öğretmenlerinin eğitiminden ve her türlü media’da çalışanların eğitiminden.
4. Felsefe eğitimi eğitim sistemlerine nasıl entegre edilmeli, neler dikkate alınmalı?
Felsefe eğitimi, örgün eğitimin bütün düzeylerinde –her düzeydeki dersin alt amacı dikkatle ve diğer düzeylerdeki derslerin amaçlarıyla birlikte düşünülerek– yer almalı. Bu olmuyor diye, biz Türkiye Felsefe Kurumu olarak, Çocuklar için Felsefe çalışmaları düzenliyoruz 1992’den beri. Çocuklara felsefe, bu amaçla eğitilmiş öğretmen –sokratik metodu kullanabilen, yani sorulara soruyla cevap vererek, sorunun cevabını eğitilene buldurabilen öğretmen– gerektiriyor. Yoksa, fazla işe yaramaz. Bugün “çocuklar için felsefe” moda oldu. Olur olmaz kimseler böyle bir “eğitime” kalkışıyor ve iş çığrından çıkıyor.
Okullarda Felsefe Kulüpleri/Kolları var. Bunlar felsefe öğretmenlerine isteyen öğrencilerle çalışmalar yapma olanağını veriyor. İstanbul’daki “Felsefe Platformu” da okullararası çalışmalara imkân sağlıyor. Ayrıca Türkiye Felsefe Kurumu olarak Felsefe Olimpiyatlarını düzenliyoruz. Bu olimpiyatlara hazırlık olarak felsefe öğretmenlerinin öğrencilerle çalışmaları da önemli. Ama bütün bunlar yetmiyor.
Önümüzdeki yıldan itibaren liselerde felsefe dersi iki yıl okutulacak. Bu, önemli bir değişiklik. Ama bu niceliksel artışın verimli olabilmesi için, felsefe öğretmenlerine bu dersleri programa konma amacı gerçekleşebilecek şekilde verebilmelerine yardımcı olmak gerekir. Jäger’in dikkat çektiği gibi paideia (eğitim), paideuein fiilinden gelir. Bu da yeni Yunancada ‘uğraştırmak’ anlamına geliyor. Eğitim, neyin eğitimiyse, kişinin onu kendi başına yapabilecek duruma gelebilmesi için ve gelinceye kadar onu uğraştırmaktır, derim. Bu hem öğretmenler için, hem de çocuklar için söz konusu.
Çocuklarımızın birçoğu, sonra da büyüklerin birçoğu neleri yapamıyor? Yapamadıklarından yalnızca bir-ikisine örnek vereyim: bağlantılı düşünemiyor, baktığı ne ise onu bağlantıları içinde göremiyor, söylediğinin emplikasyonlarını, yani söylediğinden zorunlu olarak çıkan bazı sonuçları göremiyor, doğal olarak da başkalarının söylediklerinde bunları göremiyor; doğru değerlendirmenin nasıl yapılacağını bilmiyor, dolayısıyla değerlendirdiklerini kendisiyle ilişkileri bakımından ya da kendisi için geçerli değer yargılarıyla değerlendiriyor v.b. … Bunların hepsi felsefe eğitimiyle –insan haklarının etik eğitimini de kapsayan felsefe eğitimiyle– ilgilidir.
5. Felsefe eğitiminin toplumsal ürün ve çıktıları neler olabilir? Diğer bir deyişle; felsefe eğitimine toplumlar neden ihtiyaç duyar?
Sizin ifadenizle toplumların, farkında olsalar da olmasalar da, felsefeye –felsefî bilgiye, açık kavramlara, etik değerlerin bilgisine, insan haklarının neleri talep ettiklerinin bilgisine v.b.– ihtiyaçları var; çünkü diğer insan başarılarının (bilimlerin, teknolojinin, hukukun v.b.) insanlara zarar vermemesi, onların yararına olabilmesi ve kullanılabilmesi için felsefeye ihtiyaç vardır. Bu bilgi de kuru kuru bir bilgi değil, aynı zamanda yaşanan bir bilgi olması ve eğitilen kişilerde insanca yaşama istemesini uyandıran/oluşturan ve besleyen bir bilgi olmalı.
Böyle bir aydınlanmaya her insanın ve bütün insanların, her topluluğun ve bütün toplulukların –farkında olsa da olmasa da– ihtiyacı vardır. Amacına uygun olarak kesintisiz gerçekleştirilen ve ideolojilerle, dünya görüşleriyle, dinlerle v.b. karıştırılmayan bir felsefe eğitimi bu ihtiyacı, bir yere kadar, karşılayabilir.