Prof. Dr. Erdinç Çakıroğlu ile Matematik Eğitimi Üzerine

Prof. Dr. Erdinç Çakıroğlu ile Matematik Eğitimi Üzerine

Bu dosya konumuzda Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Erdinç Çakıroğlu ile matematik eğitimi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Temel ve üst düzey becerilerin gelişimi, öğretmen eğitimi, ulusal ve uluslararası sınavlar ile ortaöğretim ve ilköğretimde öngörülen dönüşümleri matematik eğitimi perspektifinden ele aldığımız söyleşimizi paylaşmaktan mutluluk duyarız.

Uluslararası çalışmalar Türkiye’de öğrencilerin matematikteki en temel konularda ve becerilerde dahi eksiklikleri olduğunu göstermektedir. Uluslararası karşılaştırmaları ve araştırmacı olarak takip ettiğiniz veya yürüttüğünüz çalışmaları göz önüne aldığınızda, öğrencilerimizin temel beceri sorunlarının neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu çok yönlü bir konu olmakla birlikte genel olarak öğrencilerimizin matematikte hem temel hem de üst düzey becerilerde eksiklikleri olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de matematikte iyi olan öğrenciler elbette var, fakat ortalamaya baktığımızda pek iyi durumda olduğumuzu söylemek güç. İlginç olan şu ki TIMSS sonuçlarına göre 4. sınıf öğrencilerinin 8. sınıflara oranla matematikteki sorunları biraz daha az. Okul seviyesi ilerledikçe diğer ülkelere oranla sorunlar görece artıyor.

Verilere baktığımızda temel becerilerde yeterince güçlü bir eğitim veremediğimiz görülüyor. İlkokulun ilk yıllarından itibaren çocuklara temel aritmetik becerileri yeterli düzeyde kazandıramıyoruz. Gelişmiş ülkelere oranla bu konuda eksik yetişiyorlar. Lise öğretmenleriyle konuşmanızı öneririm. Öğrencilerin temel aritmetik becerilerinde ne kadar eksik oluğunu söyleyeceklerdir. Araştırma sonuçlarıyla bunu teyit edebiliyoruz. Örneğin Ankara’nın bir ilçesindeki 5. sınıf öğrencilerinin aritmetik becerilerini inceledik. Öğrencilerimiz uluslararası standartlara göre ilkokul iki düzeyinde bile değildi. Bunun yanında bazı dezavantajlı bölgelere bakıldığında durum daha vahim. Bazı yerlerde çocuklar okuma yazma ve dört işlem gibi en temel becerilerden yoksun yetişiyor.

Temel beceriler işin bir yönü. Bir diğer yönü de temel becerilerle yetinmememiz gerektiği. Temel becerilere toplumda herkes sahip olmalı. Fakat ülke olarak küresel rekabette var olmak için okullarda çocuklarımıza, gençlerimize üst düzey beceriler kazandırmamız gerekiyor. Çocukları daha yaratıcı, daha üretken, daha girişimci ve daha esnek düşünebilen bireyler olarak yetiştirmemiz gerekiyor. Matematik bilgilerini kullanarak problemlere yaratıcı çözümler getiriyor ve yeni bilgiler üretiyor olmaları gerekiyor. Matematiği kalıplaşmış katı bir ezber bilgiler yumağı olarak değil, farklı koşullara adapte edebilen kullanışlı bir araç olarak öğrenmeleri gerekiyor. Fakat okullarımızda bu tip becerileri kazandırmakta da başarılı değiliz.

Bazen uzmanlar da şu hatayı sıkça yapabiliyor; temel beceriler mi yoksa üst düzey beceriler mi önemli gibi bir ikileme kapılıyorlar. Sanki ikisi birbirinin alternatifiymiş gibi. Oysa her ikisi de son derece önemlidir ve birbirini besler. Okullarda her ikisinin de özenle ele alınması gerekiyor.

Aslında konu göründüğünden daha karmaşık. Bu problemler toplumun farklı kesimlerinde farklı şekillerde ve farklı sebeplerle ortaya çıkıyor. Örneğin mevsimlik tarım işçiliğinin yoğun olduğu yerleşim birimlerinde çocukların okula erişiminde ciddi problemler var. Bunun sonucunda ciddi öğrenme eksiklikleri görebiliyoruz. Diğer yerlerde ise okula gelebilen çocuklara nitelikli eğitim koşullarını ulaştırmakta başarılı değiliz. Okullarda küçük sınıflarda başlayan bu eksiklikler üstü üste binerek ilerleyen kademelerde telafi edilmesi zor bir hal alıyor. Çocuğun potansiyeli olsa da nitelikli eğitim alamadığı için matematikte zayıf duruma düşebiliyor. Matematiği öğretirken ya yaptıklarımızda başarılı değiliz ya da ne yapılması gerektiğini bilmiyoruz.

Hem temel becerileri hem de 21. yy becerileri olarak da tanımlanan üst düzey becerileri düşündüğümüzde, ülkemizde bu ihtiyaç ve dönüşüme cevap niteliğinde matematik eğitimi nasıl olmalıdır?

Okullarda matematik derslerinde öğrencilere kazandırmamız gereken farklı farklı yeterlikler var. Bunlardan her biri farklı bir yaklaşımlarla gelişebilir.

Öncelikle matematik açısından güçlü bir kavramsal bilgi alt yapısı gerekiyor. Bununla birlikte temel işlemlerde akıcı olmak da işin önemli bir boyutu. Fakat bunlar yeterli değil. Bu bilgilere sahip olmanın ötesinde matematiği nerede ve nasıl kullanabileceklerini öğrenmeleri de önemli. Öğrenciler sorunlar karşısında farklı matematiksel stratejileri üretebilmeli ve bunları esnek biçimde kullanabilmelidir. Bunların da ötesinde doğru bir matematiksel yargıya ulaşmak için ne yapılması gerektiğini bilmeleri de önemli. Yani “matematikte bildiklerimizin ya da ulaştığımız sonuçların doğru olduğunu nereden biliyoruz?” konusu var. Buna da akıl yürütme ya da muhakeme diyebiliriz. Saydığım bu dört temel yeterlik okullarda matematik eğitiminin temel hedefleri olmalı. İşin duyuşsal yönünü de eklerseniz beş ediyor.

Bütün bunları okullarda geliştirmek mümkün. Fakat her birinin gelişmesi için farklı pratikler ve farklı öğretim formatları gerekiyor. Bunu bilişsel psikoloji araştırmalarından biliyoruz. Akıcılık için düzenli ve süreli alıştırma programları gerekirken, kavram öğretimi için açık uçlu ve modellerin kullanılıp yorumlandığı ders işlenişine gereksinim duyulur. Strateji üretmeyi ve kullanmayı öğrenmek için ise “nasıl yaptın?” ve “daha farklı nasıl yaparsın?” gibi sorular üzerinde düşünmek ve birbirleriyle paylaşmak yararlı oluyor.

İlkokul 1. sınıflarla yaptığımız çalışmalardan örnek vereyim. Sınıfta öğrencilere “sekizle dördü toplarsan ne eder?” diye soruyoruz. Bazı çocuklar doğru bir şekilde sekizin üzerine dördü parmaklarıyla sayarak cevap veriyor. Ardından “başka nasıl yaparsınız?” diye soruyoruz. Başka bir öğrenci “sekizin üzerine önce 2’yi ekleyip 10 elde ederim, ardından 2 daha eklerim” diyor. Bu şekilde başka stratejileri de paylaşarak devam ediyoruz. Paylaşılan farklı zihinsel stratejilerden bütün sınıf yararlanıyor. Aklına gelen düşünceleri özgürce ve korkmadan ifade ettiklerinde öğrencilerin neler üretebildiklerine şaşarsınız. Sınıfta bir bilgi üretme kültürü oluşturabiliyorsunuz. Bu yaklaşımı istikrarlı bir şekilde sınıfta tekrar tekrar uyguladığınızda bir süre sonra öğrencilerin matematikteki öz güvenlerinin arttığını görebiliyorsunuz.

Son yıllarda gündemde olan STEM tarzı etkinlikler yaratıcı ve üretken düşünmeyi ön plana çıkaran önemli yaklaşımlardır. Fakat STEM etkinlikleri ile akıcılığı doğrudan kazandıramazsınız. Üst düzey öğrenme çıktılarına ve matematiğin kullanım alanlarına odaklanabilirsiniz. Dolayısıyla derslerde farklı matematiksel yeterlikleri geliştirmek için bunlara uygun öğretim yaklaşımlarına yer vermek gerekiyor.

Maalesef üst düzey becerileri öğretmek biraz hafife aldığımız bir konu. Üst düzey becerilerin nasıl kazandırılacağı çok teknik ve arka planda biraz Ar-Ge gerektirebilen bir çalışma. Biz olayı şöyle basite alıyoruz. Sanıyoruz ki öğretmen “üst düzey” sorular (şimdilerde bunlara “yeni nesil sorular” deniyor) çözdürdüğünde öğrenciler üst düzey düşünme becerilerini kendiliğinden kazanacak. Oysa öğretme ve öğrenme süreci göründüğünden daha karmaşık bir süreç. Öğrencileri matematikte yukarı taşıyacak basamakların doğru seçilmesi ve dikkatli döşenmesi gerekiyor.

Amerikalı öğretmen Ryan Fuller’in bir sözü var “Teaching Isn’t Rocket Science. It’s Harder [Öğretmenlik roket bilimi değildir. Ama daha zordur.]”. Kendisi öğretmen olmadan önce NASA’da roket bilimci olarak çalışmış. Şöyle devam ediyor; “mühendislikte roket biliminde bir problemi çözmek için beyninizi kullanırsınız, matematik ve fizikle çözebilirsiniz. Ancak sınıftaki bir problemi çözebilmek için tüm benliğinizi kullanmanız gerekir.” Öğretmenliği hakkıyla yapmaya kalkarsanız gerçekten zor ve karmaşık bir iştir.

Matematikte daha iyi bir öğretim yapabilmek için Ar-Ge mantığıyla çalışmak gerektiğini ilettiniz. Eğitimde Ar-Ge çalışmaları nasıl olmalı?

Türkiye’de veya dünyada eğitime yönelik araştırmalar sınıfların karmaşık yapısına ışık tutacak şekilde ilerlemiyor. Çok az sayıda araştırmacı bu perspektiften bakabiliyor. Bazı uzmanlar tarafından şunu yapmayın veya şunu yapın diye söylenenlerin bir kısmı aslında sınıf içi araştırmalara dayanmıyor. Laboratuvar deneylerinden elde edilen bir bulgudan yola çıkarak “Matematik dersinin başında müzik dinletin daha iyi öğrenirler” gibi basite indirgeyici tavsiyeler duyabiliyorsunuz. Bu tip çıkarımlar sınıf içindeki karmaşıklığı haddinden fazla basite almak anlamına geliyor.

Bazen de kuramsal bilgilerden abartı çıkarımlar yapılıyor. Örneğin kuramsal bilgiden yola çıkarak “aktif öğrenmede bilgiler daha kalıcı olur” gibi yüzeysel ifadeler kullanılabiliyor. Fakat bazen aktif öğrenme yaklaşımını öyle bir yaparsınız ki öğrenciler yine ezberci olmak zorunda kalır. Bazen de öğrencilerin pasif alıcı oldukları bir video izleme oturumunu öyle bir düzenlersiniz ki çok kalıcı bilgiler edinebilirler.

Dolayısıyla sınıfın karmaşık yapısında öğrenme hakkında hüküm vermek için sınıf içine yönelik Ar-Ge çalışmalarına yönelmek gerekir. Ar-Ge bakış açısı sınıfa yönelik çıkarımları ve yenilikleri veri temelinde ve döngüler halinde daha sağlıklı yapmamızı sağlar. Yanlışlardan ders çıkararak sağlıklı ve özgün bir bilgi birikimi oluşturmamıza yardımcı olur.

Bu konuda başka sektörlerden almamız gereken dersler var. Şöyle düşünün, bir mimarın bir yapıyı tasarlarken dikkat etmesi gereken birçok teknik ayrıntı vardır. Bütün bu ayrıntıların arkasında büyük bir araştırma birikimi bulunur. Neyin nasıl yapılacağına ilişkin müthiş bir bilgi birikimi yıllar içinde oluşmuştur. Eğitimde ise sınıfa yönelik yapılan yenilikçi uygulamaların arkasında yok denecek kadar az Ar-Ge birikimi bulunur.

Örneğin sağlık bilimlerinde bir ilaç geliştirmek için yıllar süren çalışmalar yapılır, önce laboratuvarda, sonra hayvan deneklerle ve sonra da insanlarla denemeler yapılır. Bu sektörde bir fikrin olgunlaşıp uygulamaya geçebilmesi için uzun yıllar gerekir. Fakat konu eğitim olunca o kadar aceleci oluyoruz ki ortaya atılan parlak bir fikri hemen uygulamaya sokarak üzerinde çaba göstermeden sorunlarımızı çözmesini bekleyebiliyoruz. Böyle bir şey mümkün mü?

Eğitimle ilgili birçok konuyu ezbere, yüzeysel ve ajite bir biçimde ele alıyoruz. Oysa eğitimle ilgili sorunların çözümünde Ar-Ge bakış açısı mutlaka hayata geçirilmeli. Bu işler emek ve sabır gerektiriyor. Okullardaki tecrübeyle ve veriyle şekillenmiş bir birikim oluşturmamız gerekiyor. Bu birikimi oluşturmaya başladığımızda sağlıklı çözümler üretme şansımız var.

Hangi sorunlarımızı öncelikli olarak çözmeye çalışmalıyız? Hangi alanlara müdahale etmeliyiz?

Bence eğitimle ilgili sorunlarımıza müdahale alanları iki temel başlık altında toplanabilir: Eğitimde nitelik ve eğitim kaynaklarına adil erişim. İkisi eşdeğer düzeyde önemli ve ikisi de çok büyük başlıklar.

Öğrencilere nitelikli eğitim sağlayabilmek en önemli hedefimiz olmalı. Ders kitapları, eğitim içeriği, bu içeriğin etkili biçimde sunulması, öğretmen eğitimi, mekân ve materyal gibi başlıklar bu kapsamda düşünülebilir. Gelişmiş ülkelerde bu konularda çok ciddi yatırımlar yapılıyor ve gelişmeler kaydediliyor. Ülke olarak eğitimin niteliğiyle ilgilenmediğiniz zaman geri kalmanız kaçınılmazdır. Nitelikli eğitim içeriğini üretebilecek deneyimi ve bilgi alt yapısını (“know-how”) oluşturmak ve bunu bize özgü bir şekilde yapmak çok önemli.

Nitelikli eğitim altyapınızın olması yetmez. Bir de buna ülke genelindeki çocukların ne kadarının erişebildiği konusu var. Türkiye’de kaynaklara adil erişimle ilgili sorunlar olduğu biliniyor. Bazen bireysel farklılıklardan kaynaklı (örneğin özel öğrenciler), bazen sosyal ve ekonomik koşullardan kaynaklı olarak adil erişim konusunda sorunlar yaşanabiliyor. Türkiye bu konuya özenle ve sistemli bir biçimde müdahale etmeli. Adil erişim konusundaki iyileşmeler eğitimde başarının yukarı çekilmesinde belki de en önemli rolü oynayacaktır. Matematik ve fen eğitiminde başarılı ülkelerin çoğunda her çocuğun eğitimden adil yararlanabilmesi için ellerinden geleni yaptıklarını görürsünüz.

Benim açımdan bu iki başlık eğitimdeki en önemli ve kapsayıcı müdahale alanlarıdır. Türkiye’nin eğitim vizyon dokümanını ben yazıyor olsaydım diğer tüm eylem alanlarını bu iki başlık altında ele alarak kurgulardım.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan Anadolu Liselerine yönelik ortaöğretim modelinde hem zamanın ruhu hem de değişen şartların bir gereği olarak bu tasarımın oluşturulduğu belirtildi. Henüz içeriğini net olarak bilmemekle birlikte tasarımın üzerinde durduğu noktalardan biri de 12. sınıftaki Disiplinlerüstü Kariyer Dersleri. Bu dersler ile öğrencilerin yükseköğretime geçişte yetkinlik kazanması amaçlandığı belirtildi. Buna yönelik olarak tasarlanan ders gruplarından biri olan matematikte grubunda, Finansal Matematik, Veri Analizi ve Optimizasyon, Matematik Uygulamaları dersleri olacağı açıklandı. Bu derslerin içeriğini henüz bilmiyoruz. Bu dersler nasıl kurgulanmalı ki gerçekten de yükseköğretime yönelik bir temel atılsın? Yeni ortaöğretim modelini matematik eğitimi özelinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Niyet olarak olumlu buluyorum. Fakat az önce sıraladığım eleştirileri bu konuda da ifade etmek mümkün. Yenilikçi fikirleri sorunlarımızı bir çırpıda çözecekmiş gibi görmek doğru değil. Bu yeni fikirleri geçmişte yapılan ve vazgeçilen bazı hatalardan arındırmak gerekir. Hayata geçirildikten sonra da biraz zaman tanıyıp Ar-Ge bakış açısıyla uygulama içinde olgunlaştırmak daha etkili sonuçlar verecektir.

Yeni modelde öğrencileri üst seviyeye taşımak hedeflenmiş. Ders çeşitliliği azaltılmış. 12. sınıfta disiplinler üstü kariyer derslerine yer verilmiş. Öğrencilerin merak ve ilgi alanlarına göre yönlendirilmesi amaçlanmış ve bu doğrultuda seçimler yapabilmeleri ön görülmüş. Yeni bazı derslerle öğrencilerin düşünme becerilerini geliştirmeleri önemsenmiş.

Fakat bu amaca ulaşmak için öngörülen adımlar bence biraz daha düşünülmesi gereken adımlar. Revize edilmesi gereken yönleri olduğunu düşünüyorum. Örneğin 12. sınıfın tamamen disiplinler üstü derslerden oluşmasını doğru bulmuyorum. Bu düzeyde yapay zekâ uygulamaları, nesnelerin interneti, finansal matematik, akıllı şehirler gibi kulağa hoş görünen dersler konulması öngörülmüş. Bu derslerden bazılarının lise eğitimi boyunca seçmeli olarak verilmesi düşünülebilirdi. Ama 12. sınıfın tamamının bu tip derslerden oluşması başka sorunları beraberinde getirecektir. Bu derslerden bazılarının öğretim programlarını ve ders kitapların hazırlamak pek kolay olmayacaktır. Bunlar hazırlansa bile okullarda bu dersleri açacak bilgi alt yapısına sahip öğretmenleri bulmak zor olacaktır. Derslerin isimleri ve içerikleri iyi olsa bile bazı konular işin uzmanları tarafından öğretilmediğinde derslerde ezberci yaklaşım kaçınılmaz olacaktır.

12. sınıfta sınava hazırlıktan çok yükseköğretime hazırlık niteliğinde düşünülmüş, ama yükseköğretime hazırlık yapılacaksa yükseköğretimde öğretilen içerikten ziyade yükseköğretime temel teşkil edecek bilgi, beceriler ve bakış açısının kazandırılması daha uygun olur. Yüksek öğretimde sağlık bilimlerinden temel bilimlere, sosyal bilimlerden edebiyata kadar çok farklı programlar var. Öğrencileri her bir bilim dalına hazırlayacak dersleri lise eğitimi sırasında vermek gerçekçi değil. Sadece mühendislik programları içinde bile bilgisayar bilimlerinin gerektirdiği matematik ile diğer mühendisliklerinki farklılık gösterebiliyor. Lisede böyle kariyer dersler koyarak yükseköğretime hazırlama fikri tartışmaya açıktır. Burada esas amaç yükseköğretime temel teşkil edecek bilgi beceri bakış açısını lisede kazandırmak olmalıdır.

Önerilen program bazı yönleriyle 90’lı yıllarda uygulanan ve terk edilen Ders Geçme ve Kredili Sistemi çağrıştırmaktadır. O dönemde bu sistemin yol açtığı aksaklıkların iyi değerlendirilmesi gerekir. Benzer problemlerin yeni sistemde yaşanmaması için önlemler alınmasında yarar vardır.

Ortaöğretimde öngörülen dönüşüm ortaokul ve ilkokuldaki matematik eğitimine de yansıyacaktır. Yansımanın nasıl olacağına yönelik öngörülerinizi ve nasıl olması gerektiği ile ilgili önerilerinizi paylaşabilir misiniz?

Bu model umarım başarılı olur, bu haliyle biraz şüphelerim var ama başarılı olursa ister istemez ilköğretimde de farklılaşma gerekecek. Geçmişte 2005 programlarında zaten ilkokul ve ortaokulda dönüşüm yapılmaya çalışılmıştı. Ama lisede aynı oranda bir dönüşüm olmamıştı. Aslında ilkokul ve ortaokul programları bir anlamda böyle bir çabaya maruz kaldı geçmişte. Yine de ilkokul ve ortaokuldaki eğitimi biraz daha ileriye taşıyacak adımlara hala gereksinim var.

Öğretim programlarını değiştirip sistemde kendiliğinden iyileşme beklemek gerçekçi değil. Öğrencilere temel ve üst düzey becerileri kazandırmak için sistemin tüm bileşenlerine yönelik gerekli adımların eş zamanlı şekilde atılması gerekir (eğitim materyalleri, öğretmen eğitimleri, vb.). Bence eksik olan en önemli şey bu.

Öğretim programları açısından baktığımda ilkokul ve ortaokulda radikal değişiklikler gerektiğini düşünmüyorum. Ama dersleri yapış biçimimizde çok şey yapmamız gerekiyor.

Öğretim programlarına yönelik çalışmalar yapılacaksa bunların masa başında değil, okullarda bizzat uzmanların gözetiminde uygulanarak öğretmenlerle ortak bir çaba içinde yapılması en uygun olanıdır.

2018 yılında içinde matematik öğretmenliği lisans programının da dâhil olduğu öğretim programları güncellendi. Siz bu düzenlemeleri matematik eğitimi özelinde nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu düzenlemeler öğretmen adaylarının ilköğretimde öngörülen dönüşümlere yönelik yetkinliklerini geliştirebilecek mi?

YÖK’ün üniversitelere lisans eğitim programlarının her ayrıntısını, ders kredilerine ve seçmeli derslerin neler olacağına varana kadar veriyor olması sağlıklı bir yöntem değil. Üniversite kavramının doğasına aykırı bir durum. Eğitim Fakülteleri için bu durum 1998’de başladı. O dönemlerde eğitim fakülteleri üniversitelerdeki en zayıf halkaydı, yetişmiş elemanı çok azdı. Fakat son 20 yıl içinde eğitim fakülteleri oldukça güçlendi. Eğitim Fakülteleri çoğu üniversitede akademik üretkenlik açısından iyi durumdadır. Bu anlamda, YÖK öğretmen yetiştirme konusunda Eğitim Fakültelerine biraz daha fazla güvenmeli ve esneklik tanımalıdır.

YÖK öğretmenlik programları için bazı standartları ve ilkeleri ortaya koymalıdır. Bu standartları veya ilkeleri nasıl sağlayacağı konusunda Eğitim Fakültelerine esneklik tanımalıdır. Eğitim fakültelerini bu ilkelere veya standartlara ne derece ulaştığı konusunda denetlemelidir.

Örneğin çok etkili bir okul deneyimi sağlanması, Türk eğitimi sistemi hakkında donanımlı öğretmenler yetiştirilmesi, öğrenme psikolojisiyle ilgili mutlaka ders alt yapısı olması gibi genel ilkeler konulabilir. Fakat bunların kaç kredili olacağı katalog tanımının ne olacağı, hangi dönemlerde açılacağı, gibi konuların üniversiteler bırakılması daha verimli sonuçlar verecektir.

Ancak son yapılan düzenleme ile getirilen tedbirlerin eğitim fakültelerinde öğretmen yetiştirme adına niteliği arttıracağı konusunda şüphelerim var. Her şeyden önce, YÖK’ten gelen programda gereğinden fazla ders var. Bazı dersler birbiriyle örtüşüyor. Matematik eğitimi dünyasında son yıllarda olan bir gelişmeyi seçmeli ders olarak lisans programınıza ekleyebilmeniz için YÖK’ten onay almanız gerekiyor.

Bazı fakültelerin güçlü olduğu yanlar var. O güçlü yanlarını programa yansıtmak isteyebilirler. Fakat yeni sistemde bu da mümkün değil. Tabi ki eğitim fakültelerinde başına buyruk gelişi güzel eğitim vermesi doğru değil. Standardının olması gerekir. YÖK’ün bu standartları genel çerçeve olarak ilan edip denetleyen bir kurum konumunda olması yeterlidir.

Başka bir sorun ise yeni lisans programlarında çok sayıda iki kredilik ders olması. Bu derslere uygulama saatleri konulmamış. Normalde derslerimizin çoğunda uygulama yaptırmamız gerekiyor. Önceden bunun için uygulama saatlerimiz olurdu. Bu saatlerde öğrenciler etkinlik tasarlar ve bunları uygulayabilirdi. Şimdi iki saatlik derslerde bu tip uygulama yapmanız çok zor. Bu dersler ister istemez öğrenci odaklı değil, anlatım odaklı olmak zorunda. Dünyada birçok gelişmiş üniversite lisans programlarında az sayıda ama yoğun içerikli dersler bulunduruyor. Bizdeki son değişiklikler ise bunun tam ters yönünde.

Matematik öğretmenliği açısından durum daha da endişe verici. KPSS sonuçlarına göre matematik bölümü ve matematik öğretmenliği mezunlarının alan bilgisi açısından oldukça zayıf olduğu biliniyor. Buna rağmen yeni lisans programlarında matematik derslerinin kredilerinin düşürülmüş olması sorunu daha da derinleştirebilir. Analiz veya Lineer Cebir gibi derslerinin haftada 2 saat ile sağlıklı bir şekilde işlenmesi mümkün değildir.

TALIS 2018 sonuçlarına göre öğretmenlerin yaş ortalaması OECD ortalamasında 44,1 iken, Türkiye’de 35,5. Bu oranlar Türkiye’nin en genç öğretmen kitlesine sahip ülke olduğunu gösteriyor. Matematik eğitimi özelinde bu potansiyelden doğru bir şekilde yararlanmak için neler yapılabilir?

OECD’nin en genç öğretmen grubuna sahip olmamız bizim için büyük bir fırsat. Öğretmen eğitimine yaptığımız yatırımların büyük bir kısmı ilk beş senesindeki öğretmenlere ayrılmalı. Mesleğin ilk yıllarındaki öğretmenler çok yoğun bir öğrenme sürecinden geçiyorlar. Bu sürecin yönetilmesi ve mesleki yeterliklerinin üst düzeye taşınması için fırsatların oluşması önemli. Ders imecesi sistemine benzer uygulamalarla ders işlenişinde iyileşmeleri mesleğin ilk yıllarında sağlamak mümkün olabilir. Bu nedenle öğretmen yetiştirmede enerjimizin büyük bir kısmının genç öğretmenlere ayrılması gerektiğine inanıyorum. Genç öğretmen nüfusunu Türkiye’deki çocuklar için bir fırsat olarak görüp ona göre adımlar atmalıyız.

Yapılan öğretmen eğitimleri nitelik ve nicelik yönünden yeterli değil. Öğretmen kolay olunmuyor. En iyi eğitim fakültesini bitiren öğretmen adayının bile mesleğin ilk yıllarında kendisini geliştirmesi gereken çok şey oluyor. Bu diğer meslek dallarında da böyledir. Öğretmenler meslek hayatlarının ilk 5 senesinde okul içinde nitelikli bir hizmet içi eğitim desteğiyle kendilerini geliştirmeliler. Öğretmenlik sınırsız öğrenciliktir. Genç öğretmenler de mesleğin ilk döneminde kendini sürekli geliştirebilecekleri fırsatlar bulabilmelidir.

Örneğin Japonya ders imecesi sistemi öğretmenlerin sürekli gelişimine yönelik güzel bir uygulama. Öğretmenler düzenli olarak bir araya gelerek matematik kavramlarını öğrencilere nasıl daha iyi öğretebileceklerini tartışıp buna göre dersler tasarlıyorlar. Mesleğin ilk yıllarında buna benzer bir yapı mesleki gelişim için iyi bir model olabilir örneğin.

Son yıllarda açıklanan sınav sonuçları (LGS, YKS, KPSS-ÖABT) matematik testlerinde doğru cevap ortalamalarının oldukça düşük olduğunu gösteriyor. Bu sonuçlar medyada ve toplumda hem öğrencilerimizin hem de öğretmen adaylarımızın matematikte oldukça başarısız olduğu, dolayısıyla da eğitim sistemimiz içinde matematiği öğretemediğimiz şeklinde yorumlanıyor. Bu sonuçları siz nasıl yorumluyorsunuz?

Bu sınavlar öğrencileri elemek ve belli okullara girecekleri seçmek için yapıldığından başarısız olarak etiketlenen öğrenciler her zaman olacaktır. Bu bir kenara, matematik testlerindeki ortalamalar gerçekten düşük. Öğretmen alımı sınavlarına giren matematik öğretmen adaylarının matematik testlerindeki ortalamaları da şaşırtıcı derecede düşük. Bunun okullardan ve sistemden kaynaklanan nedenlerinden az önce bahsetmiştim.

Matematik zor ve sabır isteyen bir uğraştır. Çoğu öğrenci matematiğe nasıl çalışması gerektiğini yeterince öğrenemiyor. Matematik problemleri öğrencilere okul hayatları boyunca çabucak çözülmesi gereken sorularmış gibi algılatılıyor. Çabucak çözemiyorlarsa kendilerinde sorun arıyorlar. Oysa üst düzey matematik problemleri yoğun zihinsel çaba gerektirir ve hemen çözülebilmesi çok özel yetenek gerektirir.

Bazen de öğrenciler bir konuda zorlanmayı çok olumsuz bir şeymiş gibi algılayabiliyorlar. Zor problem gördüklerinde hemen vazgeçiyorlar. Matematikte zorlanmak doğal bir şeydir. Matematikçilerin de zorlandığı problemler vardır. Matematik öğrenirken önemli olan bu tip problemleri çözmeye çalışmaktır. Yeterince uğraşırsa problemleri çözebileceği düşüncesini öğrencilere kazandırmamız gerekiyor. Öğrencilerin bunu algılamaları için öğretmenin yaklaşımı çok önemli. Yanlış cevap vermekten korkuyor olmak öğrencileri yıldırabiliyor ve matematiğe yönelik kaygı geliştirebiliyorlar. Kaygı duyduğunuz bir şeyi öğrenmeniz çok zordur. Öğrencilerin korkmadan ve sabırla denemelerini sağlamamız gerekiyor.

Sınavlar başlı başına okul hayatının bir parçası. Sınavları sistemden tamamen çıkarmak mümkün değil. Fakat sınavların olumsuz etkilerinin üstesinden gelmeye çalışmak gerekiyor. Sınavın okuldaki olumsuz etkisini azaltmanın yolu sınavı kaldırmak değil, üzerinde çalışmaktır. Büyük ölçekli sınavların okullardaki etkilerinin nasıl üstesinden gelinebileceği hakkında fikir üretip çalışmalar yapmak gerekir.