Prof. Dr. Ali Ünal ile Eğitim Denetimi Üzerine
Söyleşiyi gerçekleştiren: Beyza Himmetoğlu
Söyleşi, 4 Nisan 2022 tarihinde çevrim içi platform üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Ünal’ı konuk ettiğimiz bu söyleşimizde eğitim denetimi odağında ülkemizde geçmişten bugüne yaşananları, denetim kavramının eğitim ortamlarına yansımalarını, eğitim denetimindeki güncel eğilimleri ve 1 Mart 2022 tarihli Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Müfettişleri Yönetmeliği ile gerçekleştirilen mevzuat değişikliğinin olası etkilerini ele alıyoruz. Daha önce ilköğretim müfettişi olarak da görev yapmış olan Prof. Dr. Ali Ünal’ın bu konudaki derin bilgisi ile mesleki deneyimlerinin harmanlandığı bu keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyarız.
Sayın hocam söyleşimize başlarken ilk olarak eğitimde denetim olgusuna yönelik genel bir değerlendirme yapalım dilerseniz. Kavramın anlamı ve denetimin eğitim ortamlarına yansımalarından bahsedersek bu konuda neler söylersiniz?
Denetim kavramının anlamına baktığımız zaman tarihsel süreçte bilimsel ve teknolojik gelişmelere ve yönetim kuramlarındaki değişmelere göre farklı farklı anlamlara geldiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Öncesinde tümüyle kontrol anlamına gelirken, yönetim kuramlarının etkisiyle bilimsel denetim anlayışı ortaya çıkıyor. Bu bilimsel denetim anlayışı kapsamında öğretmenlerin okulda yapacaklarının bir listesinin yapılması ve sonrasında denetçilerin tümüyle yapıldı-yapılmadı şeklinde bir çalışma yürütmesi gibi bir durum oluşuyor. Yönetim kuramları kapsamında bilimsel yönetimde müfettişlerin yetkisi tümüyle bürokratik bir yetki. Diğer bir deyişle amir olmalarının getirdiği yetkileri kullanıyorlar. Uygulamada ne oluyor derseniz; amir-memur ilişkisi içinde bir tarafta açık aramaya çalışan, diğer tarafta açıklarını göstermemeye çalışan bir grup ortaya çıkıyor.
Bu anlayışı ilk ortaya çıkan denetim anlayışı şeklinde ifade etmemize rağmen günümüzde de benzer uygulamalar ve benzer anlayış aynen devam ediyor. Hatta Türkiye’ye baktığımızda yeni yaklaşımda da benzer uygulamanın yapılması bekleniyor olabilir, dolayısıyla benzer sonuçların ortaya çıkması söz konusu olabilir.
Sonrasında insan ilişkileri yaklaşımı var. İnsan ilişkileri yaklaşımında “mutlu çalışanlar daha verimlidir” anlayışından hareket ederek, giderek insan ilişkilerinin ön plana çıkartıldığını; motivasyon, liderlik gibi kavramlara vurgu yapıldığını görüyoruz. Ardından insan kaynakları yönetimi var. İnsan kaynakları yönetiminde, çalışanların yetiştirilmesi durumunda başarılı olabilecekleri düşüncesi mevcut. Burada teorik olarak öğretmenlerin ve okul çalışanlarının daha yeterli olduğu kanısı hâkim. Buna rağmen öğretimin bilim olduğu, her yerde ve her şekilde öğretimin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin standartların olabileceği ve öğretmenlerin, bunları uygulayabileceği varsayımından hareket ediliyor. Farklı bir ifadeyle öğretmenler iyi teknisyenler olarak değerlendiriliyor.
Bir de Sergiovanni’nin kitaplarında ortaya koyduğu başka yaklaşımlar var. Kendisi mesleki yetkinin kullanılması gerektiğini söylüyor. Yani öğretmenleri denetleyecek, onlara yardımcı olacak kişilerin bu işi yapmış olması, biliyor olması, geçmişteki deneyimlerini öğretmenlere aktararak onların da başarılı olmasını sağlaması gerektiğini ifade ediyor. Burada da bırakmıyor, bundan sonra törel yetki veya ahlaki yetki adını verdiği başka bir yetkinin kullanılması gerektiğini ifade ediyor. Bu törel yetkinin kullanıldığı durumda denetim, bürokratik bir iş olmaktan ziyade; okulda eğitim öğretimin geliştirilmesi için bir kültür oluşturulmasını, bu kültür içinde öğretmenlerin ve okul müdürlerinin sürekli birbirlerine dönüt veren, yardım eden, birlikte çalışan ve eğitim öğretimi geliştiren kimseler olmasını sağlıyor.
Bürokratik anlayışta hiyerarşi vardır; denetimi yapanların üst oldukları için astlarından daha çok şey bildikleri varsayılmaktadır. Ama günümüze geldiğimizde denetimi, öğretimi geliştirmek için öğretmeni diyaloğun içine çekme süreci diye tanımladığımızda artık farklı bir noktaya geldiğini görüyoruz. Hiyerarşiden değil, eşitler ilişkisinden bahsetmemiz mümkün hale geliyor.
Denetim kavramını yönetim kuramlarına uyumlu bir şekilde açıklarken aynı zamanda denetimin amaç ve işlevleri ile ilgili sorularımıza da büyük oranda cevap verdiniz. Buna eklemek istediğiniz bir şey var mı? Eğitimde denetimin amaç ve işlevleri sizce neler olmalıdır?
Genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse amaç, her zaman düzeltmek ve geliştirmektir. Ancak bu düzeltme ve geliştirme işini yapıp yapamadığımız sorusu karşımıza çıkıyor. Denetimin bir diğer amacı, hesap verebilirlik olmalı. Mesela uluslararası sınavlar, PISA, TIMSS, PIRLS gibi uygulamalarla, ülkelerin eğitim sistemleriyle ilgili veri ortaya konması mümkün oluyor. Özellikle sorunlu durumlarda sorun nerede, hangi okulda, hangi öğretmende gibi konularda veriler ortaya konuyor. Sonuçta devlet, eğitim yaparken kamunun kaynaklarını kullanıyor; yani bir finans harcaması söz konusu oluyor. Bu harcamanın doğru yere yapıldığı, doğru şekilde yapıldığı, kaynakların doğru şekilde dağıtıldığı ve çalışanların mesleki gelişimleri sağlanarak ve doğru kişiler seçilerek doğru şeyler yapıldığının kamuya açıklanması gerekir. Dünyada bu tür gelişmeler var. Bu nedenle denetimin işlevi, devletin, kamunun hesap verebilirliğine yardımcı olması olmalıdır. Ama temel işlev hesap verebilirlikten ziyade öğretmenin, okul çalışanının mesleki gelişimine katkı sağlayarak onların performansını, dolaylısıyla öğretimi iyileştirmek olmalıdır.
Peki bu amacı yerine getirmek için eğitim denetimi sürecinin nasıl olması gerektiği ile ilgili neler söylersiniz? Biraz önce törel yetkiden bahsettiniz, bunun okullarda kullanımını nasıl örneklendirebiliriz?
Törel yetki için müfettişlerin yaptıkları denetimin azaltılması ya da müfettişlerin okulda kullandıkları yetkinin bürokratik yetkiden ziyade, yani amir olmalarından kaynaklanan yetkiden ziyade teknik ve mesleki bilgiye sahip olmalarından kaynaklanmasını sağlamamız gerekiyor. Müfettişler okula gittiği zaman okulda okul çalışanlarına yardım ederken, onlarla birlikte çalışırken; okul çalışanları onları amirleri veya kendilerine emir veren kişiler olarak değil; kendisiyle birlikte çalışan kişiler olarak, eşitler olarak algılamalıdır. Burada asıl yapılması gereken şey, okuldaki denetim uygulamalarını okul müdürünün yapmasını sağlamaktır.
Somut olarak yapılabilecek örneklerden bir tanesi kitap inceleme gruplarının yapılması, mesela koçluk yapılması olabilir. Koçluk dediğimiz uygulamanın okulda kullanılması öğretmenin kendisine yardımcı olabileceğini, kendisine dönüt verebileceğini düşündüğü bir okul çalışanına, bir arkadaşına “gel benim sınıfıma, şu derste beni gözle” demesi şeklinde örneklendirilebilir. Burada, hangi amaçla gözleneceğini, nelerin gözleneceğini birlikte kararlaştırmak durumu da söz konusu oluyor. Sonrasında ise yine birlikte değerlendiriyorlar. Koçluk uygulamasında herhangi bir hiyerarşi ilişkisinden ziyade, eşitler ilişkisinin ortaya çıkması durumu mümkün oluyor. Bu kapsamda okulda eğer törel dediğimiz uygulamanın ortaya çıkması durumu varsa bu olabilir. Bu koçluğun illa akran ilişkileri kapsamında olması, yani okuldan bir öğretmen tarafından yapılması gerekmiyor. Bu işi okul müdürü de yapabilir. Okul müdürü de değerlendirici olmadan sınıfa gidip öğretmene dönüt verebilir. Burada dönüt uygulamasından kastettiğim klasik olarak sınıfa gidip, elimizde herhangi bir araç ve herhangi bir amacımız olmadan öylesine bakmak değil; mesela öğretmenin sınıfta kullandığı beden dilinin nasıl olduğunu takip etmek amacıyla yapılan bir gözlemdir.
Burada amaçlı bir gözlemden bahsediyoruz, değil mi?
Evet, amaçlı ve sınırlı bir gözlemden bahsediyoruz. Tek bir seferde, bir şeyin gözlemlendiği bir gözlemden bahsediyoruz. Dünyada da benzer uygulamalar var genel olarak. Gözlemi sürekli yapma, her seferinde tek bir konuyu ele alıp öğretmenin o alandaki gelişmesini sağlama anlayışı mevcut. Müdür de bu şekilde yapmalı, koçluk ilişkileri de bu şekilde olmalı, hatta mentörlük davranışlarında da bu olmalı. Bunun dışında mesela ders inceleme grupları var. Aynı branştan olan öğretmenler, farklı branştan olan öğretmenleri de işin içine alarak kendi okullarında belli bir konunun nasıl öğretilebileceği ile ilgili olarak oturup plan yapıyorlar. Sonrasında bu planı bir öğretmen uyguluyor. Mümkünse diğerleri plan uygulaması yapılırken gözlüyorlar, mümkün değilse uygulama kayda alınıyor. Sonrasında planı yapan kişiler bir araya gelerek burada “neyi başardık”, “neyi başaramadık” diye oturup karar veriyorlar. Eğer başaramadıkları şey varsa yeniden plan yapıp uygulamaya koyuyorlar. Kendilerine göre en mükemmele ulaşana kadar buna devam ediyorlar. Burada yapılan şey öğretmenlerin iş birliği yapması. Bu iş birliği sırasında o plan yapılırken öğretmenlerin hepsinin birbirlerinden öğrenmesi söz konusu. Müdür ve öğretmenler, öğretmenler ve öğretmenler okulda birlikte çalışarak birbirlerine dönüt verebilirler, verdikleri dönütlerle birbirlerinin mesleki gelişimlerine katkı sağlayabilirler. Denetimin gerekliliğini de aslında öğretmenin dönüt ihtiyacı ortaya koyuyor.
Dönütün anlamına baktığımız zaman dönüt, bize davranışlarımızın doğruluğu-yanlışlığı hakkında verilen bilgi anlamına geliyor. Öğretmenlerin de yaptıkları davranışın doğruluğu veya yanlışlığı hakkında kesinlikle bilgiye ihtiyaçları var. Bunun için mesleğe başladıkları andan mesleği tamamladıkları güne kadar-başlangıçta biraz daha fazla olmak üzere-öğretmenin dönüte ihtiyacı vardır. Dönüt alan öğretmen, yansıtıcı düşünme yapabilir. Yansıtıcı düşünme, deneyimlere anlam yüklemektir. Aksi halde araştırmalar gösteriyor ki mesleğinin başlangıcında öğretimle ilgili olarak işe yaradığını düşündüğü davranışlar sergileyen öğretmen, sonrasında yanlışlığını doğruluğunu düşünmeksizin bu alışkanlıkları mesleği bitirene kadar devam ettiriyor. Bu şu demek; eğer öğretmen ilk yılındaki alışkanlıklarını sürdürüyorsa 30 yıllık öğretmen aslında 30 yıllık öğretmen değil, 1 yıllık öğretmendir. Yani eğer öğretmeni yansıtıcı düşünmeyle meşgul edemez, yaptıklarının anlamını düşünmesini sağlayamazsak öğretmenin mesleki gelişimini destekleyemediğimiz gibi mesleki gelişim ihtiyacını kendi kendisine hissetmesini de sağlayamayız. Bu nedenle işi tesadüflere bırakmamak gerekiyor. Bunun için denetime ihtiyacımız var.
Burada denetime neden ihtiyacımız var sorusuna büyük oranda cevap verdik. Bunun yanı sıra eğitimde denetim sürecine ilişkin farklı yaklaşımlar mevcut. Dilerseniz bunlardan bahsedelim, bu yaklaşımlarla ilgili kısa bir bilgi verebilir misiniz?
Biraz önce söylediğim gibi işin en iyi şekilde nasıl yapılacağını ortaya koyalım, öğretmenlere bunları anlatalım ve beklentilerimizi, isteklerimizi ortaya koyalım anlayışına sahip bilimsel denetim bunlardan bir tanesidir. Bu yaklaşımın sorunlu taraflarından biri, eğitimin bütün her yerde, herkes için kesin standartlarının olduğu varsayımıdır. Örnek verecek olursak; “Çankaya’daki okulla bizim okulumuz bir mi? Hep aynı şeyleri yapmamız isteniyor.”, “Hangi okula göre standartları veya uygulamaları belirleyeceğiz?” gibi sorular karşımıza çıkıyor. Buradan hareket ederek bu yaklaşımı, herkes için, her zaman geçerli uygulamalar olmayabileceği; ayrıca öğretmen özerkliğini ortadan kaldırması nedeniyle kullanmamalıyız. Her öğretmenin güçlü olduğu, kendini iyi hissettiği, farklı yapabileceği durumlar var. Bilimsel denetim uygulamasında hem öğretmenler arası farklılığı hem okullar arası farklılığı göz ardı etmememiz gerekir. Buna yönelik olarak Eisner’ın sanatsal denetim adını verdiği denetim uygulamalarının ortaya çıkması söz konusu. Bana göre sanatsal denetim, bir denetim yaklaşımından ziyade bilimsel yönetime bir eleştiridir. “Sınıf çok karmaşıktır, dolayısıyla bu karmaşanın içinde öğretmenin ne yapacağına ilişkin standartları, ölçütleri ortaya koymak mümkün değildir” diyor. Her sınıf birbirinden farklı şekilde değerlendirilmelidir. Özet olarak ifadesi bu. Bu nedenle kendi adıma sanatsal denetim adı verilen denetimin sadece bilimsel yönetime bir eleştiri olduğunu düşünüyorum.
Bunun dışında bahsedeceğim yaklaşımlardan biri, gelişimsel denetim yaklaşımı. Gelişimsel denetim yaklaşımı, öğretmenlerin soyutlama seviyelerinin, yani sınıfta olup bitenlere yükledikleri anlamın özet olarak onların gelişim seviyelerine göre farklılaştığını ifade etmektedir. Hal böyle olunca gelişimsel denetim yaklaşımı, farklı gelişim seviyelerindeki öğretmenleri aynı şekilde denetlemenin anlamlı olmadığını ifade ediyor. Farklı bir ifadeyle bazıları bu gelişimsel denetimi, “mesleki gelişimi iyi durumda olan öğretmenlerin denetlenmesine gerek yok” şeklinde algılıyorlar. Hayır öyle değil.
Bir başka yaklaşımdan bahsedecek olursak o da farklılaştırılmış denetim yaklaşımıdır. Bu yaklaşım da aslında gelişimsel denetim yaklaşımına benzerlik gösteriyor. Bu yaklaşımın temel farklılığı olarak; mesleki gelişimi iyi durumda olan öğretmenlerin; diğer öğretmenlerin sınıfına girmesi, onlara dönüt vermesi, onların mesleki eğitim faaliyetlerine katılması, seminerler vermesi, sınıfına diğer öğretmenleri çağırıp örnek uygulamalar yapması gibi uygulamalardan bahsedebiliriz. Burada öğretmenlerin farklı olduğunu, onların özelliklerine göre yine farklı şekillerde denetlenmeleri gerektiğini özet olarak ifade edebiliriz.
Siz yaklaşımları kronolojik olarak bizimle paylaştınız. Bu anlamda geldiğimiz noktada biraz bugünkü eğilimleri konuşacak olursak dünyada özellikle eğitim alanında gelişmiş ülkeleri göz önünde bulundurduğumuzda eğitim denetimindeki güncel eğilimler nelerdir?
Daha önce karşınıza çıktı mı, okuma şansınız oldu mu bilmiyorum; ama “Yeni Nesil Denetim” adlı kitap bölümünde hem OECD hem de Ehren ve arkadaşlarının yazmış olduğu kitaba dayalı olarak güncel eğilimleri ortaya koymuştum. Onların söylediklerine göre ifade edecek olursak gelişmelerin daha çok okul özerkliği ve öğretmen özerkliğine doğru gittiğini söyleyebiliriz: Artık okullar ve öğretmenler daha özerk. Bilimsel yönetim yaklaşımına dayalı olarak merkezden kuralları ve uygulamaları koymak, sonrasında takip etmekten ziyade; yerelin özelliklerine ve öğretmenlerin özelliklerine göre özerklik vermek söz konusu. En başta bu geliyor.
Ayrıca denetim artık daha sistematik. Sistematik derken mesela bizde de var yeni yönetmelikte gözünüze çarpmıştır; e-denetim modülü var. Hangi okulda ne var, eksikleri fazlalıkları neler, nerede soruşturma yaptık, soruşturma konuları neler? Bu konuların merkezden daha sistematik bir şekilde takip edilmesi durumu söz konusu. Gözlem, kesinlikle ve kesinlikle var. Gözlem yoluyla okulların ve öğretmenlerin etkinliğini geliştirilmesine yönelik bir eğilim var.
Yine öğretmenlerin bireysel olarak performanslarının belirlenmesinden ziyade okul performansının belirlenip okul performansının geliştirilmesine yönelik uygulamalar yapılması da yeni gelişmelerden biri. Özerklik kapsamında okul temelli uygulamaların ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Bir de biraz önce söylediğim gibi kamuya hesap verebilirlik noktasında bir gelişim söz konusu.
OECD açısından baktığımızda yine uluslararası sınav sonuçlarını temel alarak kanıta dayalı yönetim sistemine geçiş söz konusu. Denetim artık günümüzde sadece öğretmene, okul müdürüne dönüt vermekten, bilgi vermekten ziyade üst yönetimde karar alan kişilere “okullarımızda durum şudur, öğretmenlerimizin, müdürlerimizin durumu şudur, eksiklerimiz, fazlalıklarımız şunlardır” diye veriye dayalı bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Genel hatlarıyla okullardan beklentilerin oluşturulması, gözlemlerin yapılması rapor yoluyla üst yöneticilere, politika yapıcılara karar vermeleri için kanıt toplanması yönünde bir eğilim var. Bunun sonucu olarak da hesap verme durumu karşımıza çıkıyor.
Bu hesap verebilirlik ekseninde konuştuklarımızdan şöyle bir soru doğdu bende: Okul özerkliğini ve öğretmen özerkliğini bununla nasıl ilişkilendirebiliriz?
Tabii ki hesap verebilirlik gündeme geldiği zaman orada performansın ölçülmesi gerekiyor. Düşünmekte haklısınız. Birbiriyle ters şeyler gibi karşımıza çıkıyor; ama burada hesap verebilirlik, okulların hesap verebilirliğinden ziyade politikacıların ve üst yöneticilerin hesap vermesine yönelik. Okullar için hesap verebilirlik dediğimizde de burada; okullar ve öğretmenler açısından veya öğrenci sonuçlarından ziyade okuldaki süreçlerin sağlıklı şekilde yapılıp yapılmadığına yönelik bir hesap verebilirlik anlayışını ifade ediyorum. Burada sonuca dayalı değil, sürece dayalı bir hesap verebilirlikten bahsediyorum. Çocuğunun nitelikli öğretmenlere, nitelikli öğrenme araçlarına ve nitelikli öğrenme ortamlarına sahip olduğundan emin olmak velilerin hakkı. Bu doğrultuda velilere, nitelikli eğitim yapıldığı güvencesini vermek için hesap verebilirliği sağlayacak bir denetim yapısı oluşturmak gerekmektedir. Hesap verebilirlik kapsamında, kamuya sonuçları açıklanan denetim uygulamaları ile nitelikli ortamlarda nitelikli eğitim yapıldığı, uygun olmayan ortamlar için gerekli düzeltme çalışmalarının yapıldığı, öğretmenlerin mesleki gelişimlerinin sağlandığı mesajı verilmelidir.
Türkiye’ye gelecek olursak eğitim denetimi uygulamaları geçmişten bugüne nasıl bir gelişim gösterdi? Bu arada öne çıkan denetim uygulamalarında hangi felsefe ve yaklaşımlar etkili oldu? Genel bir değerlendirme yaparsak neler söylersiniz?
Türkiye’de Osmanlı’dan bu yana aslında denetimin çok uzun bir geçmişi var. İlk defa 1838’de mahalle mekteplerinde çalışan öğretmenlerin kontrol edilmesi, öğretmenlerin başına buyruk hareketlerinin önlenmesi diye bir genelgenin olduğunu, 1846’da muin adı verilen bugünkü müfettişliğin resmi olarak temellerinin atıldığını görebiliyoruz. Ancak Osmanlı’da öyle çok hızlı bir gelişim de olmamış. 1869 nizamnamesi var, burada müfettişliğin oluşturulması söz konusu, müfettiş adı ilk olarak burada geçiyor. Sonrasında özellikle 1913’te Osmanlı döneminde çıkartılan bugünkü 222 sayılı İlköğretim Kanununun karşılığı olan geçici bir kanun var. Bu kanunda denetimin amacının öğretmenlere rehberlik ve denetim yapılması olduğu yazılmış. O gün bugündür de Türkiye’deki denetim uygulamalarının temel amacının rehberlik ve denetim olarak yazıldığını, kanunlarda ve yönetmeliklerde böyle yer aldığını görüyoruz.
Bu aşamada Cumhuriyet sonrası Bakanlık müfettişleri var, -isimleri değişmekle birlikte- ilköğretim müfettişleri var. İlköğretim müfettişlerinin ülkenin eğitimine ciddi anlamda katkı sağladıklarını görüyoruz. 1926-28-29 yönetmelikleri hazırlanmış. Bu yönetmelikleri incelediğimizde ilköğretim müfettişlerinin taşrada eğitimin neredeyse her şeyi olduğunu görüyoruz. Nereye okul yapılacak, hangi bölgede kaç derslikli bir okul yapılacak; okulların binalarının kontrolü, çalışacak kişilerin yetiştirilmesi, eğitimi vb. konularla ilgili olarak çok ciddi görevler yaptıklarını görüyoruz. Bu dönemde özellikle 20’li, 30’lu, kısmen 40’lı yıllar itibarıyla baktığımızda öğretmenlerin bir kısmının formal eğitim almaması durumu söz konusu. Askerde okuma yazma öğrenen kişilerin bir kursla eğitmen olarak görevlendirilmesi durumu gerçekleşmiş. Yani o dönemde ilkokul öğretmenliği yapan kişilerin gerçekten kontrol edilmesine, gerçekten mesleki yeterliliklerinin olup olmadığının takip edilmesine ihtiyaç duyulmuş. İlköğretim müfettişleri de ciddi anlamda bu işi yapmışlar. Biraz önce söyledim ama altını çizmek için tekrar söylüyorum, rehberlik ve denetim yapmak o dönemden itibaren günümüze kadar müfettişlerin temel görevi olarak belirlenmiştir.
1945’e geldiğimizde müfettişlerin Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu olmaları gerektiği ifade ediliyor. Ancak okulu geliştireceğiz diye 12 yıl öğrenci almamışlar, sonrasında almaya başlamışlar. 1958’den bu yana, günümüze gelinceye kadar Gazi Eğitim Enstitüsü, çeşitli şekillerde müfettiş okulu, yönetici okulu olarak karşımıza çıkıyor. Yine uygulamalara baktığımızda 1970 yılına kadar ilköğretim müfettişlerinin bireysel olarak çalışmaları söz konusu. Müfettişe ilçeyi veriyorlar ya da ilden belli okulları veriyorlar; o ilçeden veya o okullardan tek bir müfettiş sorumlu oluyor. Sonrasında 1977’ye kadar grupla teftiş uygulamaları yapılıyor, 1 yıl ara veriliyor, tekrar grupla teftiş uygulamasına geçiliyor. Tekrar ediyorum, yine rehberlik ve denetim, müfettişlerin görevleri arasında.
Belki son 10-15 yılda bu uygulamaların değiştiğini söylemek mümkün olabilir. Daha insani ilişkilerin, daha fazla rehberliğe, yardıma yönelik uygulamaların ön plana çıkarıldığını söyleyebiliriz. Ancak siz de biliyorsunuz 2014 yılından bu yana öğretmen denetiminin müfettişler tarafından yapılmaması neticesinde son dönemlerdeki müfettiş davranışlarının gelişimi, gerçek bir durum mudur yoksa öğretmen denetiminin hiç yapılmamasından kaynaklanan yanlış bir algı mıdır, net bir şekilde ortaya koymak zor.
Yapılan çalışmalar neredeyse istisnasız olarak ilköğretim müfettişlerinin önceki uygulamalarının; öğretmenlerin mesleki gelişimine ve sınıftaki uygulamalarının geliştirilmesine yardım etmediğini gösteriyor. Maalesef böyle bir durum var. Şunu da söyleyelim, aday öğretmenler ile köy ve kasabada çalışan öğretmenler gibi müfettişlerin yardımcı olduğu kesimler de var. Aday öğretmenler, müfettişlerin yaptıkları denetim ve rehberlik uygulamalarının kendilerine yardımcı olduğunu, bunları ömür boyu unutamadıklarını söylüyorlar. Araştırmalar bunu gösteriyor. Ben de eski bir ilköğretim müfettişi olarak beni en çok hatırlayan öğretmenlerin, adaylık döneminde onları denetlediğim ve onlarla birlikte çalıştığım öğretmenler olduğunu görüyorum.
Burada şöyle bir durum var; müfettişin öğretim anlamında öğretmene yardımcı olabilmesi için öğretmenin gelişmesini sağlamak gerekir. Zaten öğretmenin beklediği şey de mevzuata uygunluk denetiminden ziyade sınıfta öğretimin geliştirilmesi için neler yapılabileceği konusunda yardım ve destek almak. Öğretmenin gelişimini sağlayacak müfettişin de gelişmesini sağlamak gerekir. Müfettişin eğitim-öğretim alanında gelişimini sağlamadığınızda yaptığımız iş öğretmenin sınıftaki uygulamalarını geliştirmekten ziyade bürokratik işleri ne kadar yaptığını veya yapmadığını kontrol etmeye dönüşüyor. Neye bakıyorsunuz o zaman; öğretmen planını yapmış mı yapmamış mı ona bakıyorsunuz. Öğretmen, zümre öğretmenler kurulu toplantısını yapmış mı? Veli toplantısı tutanağını tutmuş mu? Okuldaki kulüp çalışmalarını yapmış mı? Öğretmenin sınıftaki davranışlarını geliştirmekten ziyade yaptıklarını kanıtlamaya yönelik belgeler üzerine odaklanıyorsunuz, bir katkı sağlamıyorsunuz. Böyle olunca da öğretmenler için denetim istenilecek, savunulacak bir şey olmaktan ziyade kaçınılması gereken, kendilerine kötü ve olumsuz duygular yaşatan bir uygulama haline geliyor.
Hocam altını çizdiğiniz gibi rehberlik ve denetimin bir arada olduğu bir görev tanımı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu iki görevin bir arada olmasının etkileri neler oluyor?
Buna ilişkin araştırma sonuçları; bir kişiye hem yardım etmenin hem de beklediklerinizi yapmadığı durumda ona soruşturma açabilecek durumda olmanın ya da onun mesleki gelişimi için karar verecek durumda olmanın, rehberliği olumsuz yönde etkilediğine yönelik bulgular ortaya koyuyor. Tabi bunu söylerken bugüne göre konuşmuyorum. Geçmişte, 2014 yılına kadar öğretmenlerin denetlenmesi ve 100 üzerinden değerlendirilmesi uygulaması vardı. Hal böyle olunca öğretmenin sınıfında yolunda gitmeyen şeyleri müfettişle ya da okul müdürüyle paylaşması durumu söz konusu olamaz. Niye olamaz? Daha öncesinde de sicil raporu uygulaması vardı. Kişinin aldığı sicil raporuna göre terfi etmesi ya da 90 üzerinde aldığı zaman erken terfii vs. söz konusuydu. Öğretmenin atama yükselmede işine yarayacak veya kullanılacak bilgileri, olumsuz bilgileri müfettişle paylaşması söz konusu olmaz. Dolayısıyla aradaki ilişkiyi bozan şeylerden bir tanesi bu. Belki de biraz önce söylediğim, öğretmenlerin denetimi olumsuz duygularla eşleştirme nedeni de genel olarak bu. Günümüze geldiğimizde bu uygulama ortadan kalktı. Bu yönüyle bir rahatlama olduğunu söyleyebiliriz.
Genel değerlendirme dediğimizde biraz önce söylediğim gibi öğretmenin performansını ölçüp performansının karşılığı olarak bir not vererek değerlendirmek durumu söz konusu. Burada öğretmenin adaylığının kaldırılması, atanması ve terfi etmesinde bu değerlendirmenin kullanılması durumu ortaya çıkıyor. Biçimlendirici değerlendirmede ise yapılan şey, tümüyle öğretmenin mesleki gelişimine yardım etmek için sınıftaki uygulamalarını gözlemlemek ve ona dönüt vermekten ibaret. Hal böyle olunca Türkiye’de rehberlik ve denetim denilen şey, bu biçimlendirici ve genel değerlendirmenin karşılığı olarak ortaya çıkıyor.
Okulda yaşanan sorunların çözümüne yönelik yardımcı olmamız bekleniyor. Ama bu çözüme yardımcı olamıyorduk. Niye yardımcı olamıyorduk? Çünkü bir sonraki sefer okula gittiğimizde önceki seferde tespit ettiğimiz sorunlar giderilmiş mi giderilmemiş mi ona bakmamız gerekiyordu. Sorunlar giderilmemişse öğretmene veya müdüre belki düşük puan vermek durumundaydık. Öyle olunca öğretmen de müdür de okuldaki sorunu bize söylemiyor. O zaman sorunu biz tespit etmek durumunda kalıyorduk. Dolayısıyla denetim için geldik dediğimizde yaptığımız şeyle rehberlik için geldiğimizde yaptığımız şey aynı oluyor. Tek fark, rehberlik için gittiğimizde okul çalışanları için bir değerlendirme notu vermiyoruz. Denetim için gittiğimizde ise bir değerlendirme notu veriyoruz. Hal böyle olunca bir parça kafa karışıyor.
Burada rehberlik ve denetim diyerek MEB, öğretmenlerin, yöneticilerin, müfettişlerin, herkesin kafasını karıştırıyor aslında. O anlamda bu mevzuatın kesinlikle ve kesinlikle literatür doğrultusunda güncellenmesine ihtiyaç var. Bu noktada, yeni hazırlanan yönetmelik geçmişteki bu anlayışa dayalı olarak hazırlanmış. Oysa bu kavramlar net bir şekilde açıklanmalıydı. Hatta bu yönetmelikte mesela 63’e 2. maddede “Kurumda rehberlik ve denetim faaliyetlerinin birlikte yapılması esastır.” ifadesi mevcut. Yani neyi öngörüyorsunuz? Benim anladığım şey; geçmişteki uygulamalara dayalı olarak aynı anda hem mesleki yardımda bulunacaksınız hem de öğretmenlerin ya da okul çalışanlarının performansını ölçeceksiniz ve bir not vereceksiniz gibi bir sonuç çıkartıyorum. Ama yönetmeliğin genelini okuduğum zaman öyle bir durum da söz konusu değil. Buradan genel olarak anladığım; olumsuzlukların tespit edilmesini denetim, bu olumsuzlukların giderilmesi için yapılan yardımı da rehberlik olarak ifade etmişler. Ama çok anlaşılabilir değil. Ayrıca ilginç bir şekilde rehberlik ve denetim raporu diye iki rapordan bahsediliyor. Açıklamalarına baktığımızda ikisinin anlamı da aynı.
Bugünkü yönetmeliğe ve mevcut duruma gelmeden önce yakın bir geçmişe de göz atalım dilerseniz. Özellikle 2010’dan sonra eğitim denetimi sisteminde yaşanan gelişmelere değinecek olursak burada karşılaşılan önemli değişikliklerden bir tanesi, müfettişlere verilen isimlerin değişmesi. Karşımıza maarif müfettişi, eğitim müfettişi, il eğitim denetmeni veya müfettiş gibi isimler çıkıyor. Bu süreçte çıkarılan yönetmeliklerle bu isimlerin değiştirildiğini görüyoruz. Bunun sistemin işlevselliği açısından ne tür etkileri olmaktadır?
MEB yaptığı bu uygulamalarla, denetimle ilişkili olarak herhangi bir teorik yaklaşımı benimsemediğini göstermiştir. 2010’dan bu yana yapılan bu unvan değişikliği uygulamaları bize gösteriyor ki MEB, çalışanların unvanını değiştirerek denetim uygulamalarını değiştirebileceğini varsayıyor. Yani görevini değiştirmediğiniz sürece ilköğretim müfettişi deseniz ne olur, eğitim müfettişi deseniz ne olur, il eğitim denetmeni deseniz ne olur, maarif müfettişi deseniz ne olur? 2010 yılında unvan değişikliği ile başlayan süreç, 2022 yılında tekrar başladığımız yere dönerek sonuçlandı. Bu süreçte ne oldu? Biraz önce size anlatmış olduğum 1838’den itibaren gelen bir denetim anlayışı vardı, bir geçmişi vardı. Bu geçmiş yok sayılarak 2014 yılında öğretmen denetiminin tümüyle kaldırılmasıyla süreç son buldu. Halbuki yönetimden beklenen şey, bu tür radikal değişikliklerden ziyade varsa eksiklerin ve memnuniyetsizliklerin giderilmesidir. Ama bu memnun olmamanın ya da yarattığı stresin sonucu neredeyse okulları hiç denetimsiz bırakmak olmamalıdır. Olmamalıydı.
Sorun, denetimin amacıysa, amacını değiştirirsiniz; uygulayıcılarsa, uygulayıcıları değiştirirsiniz veya uygulayıcıları yetiştirirsiniz. Aslında 2014 yılından bu yana okullarımız da bir kaos ve karmaşa içindeler. Okul müdürleri de öğretmenlerin özellikle yapılması gereken bürokratik işleri yapmadıklarından, bunları öğretmenlere yaptıramadıklarından bahsediyorlar. Tamam, denetim bürokratik işleri yerine getirmek olmamalı ama Türkiye için konuşacak olursak en azından böyle bir işlevi yerine getiriyordu.
Benim aslında sormak istediğim sorulardan biriydi, 2014 yılında ders denetiminin sona ermesi sonucunda ne tür etkilerin ortaya çıktığı konusu. Öğretmenlerin ders denetimi konusu her zaman denetimle ilgili tartışma konularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda öğretmenin ders içinde denetlenmesi konusunda bir değerlendirme yaparsanız neler söyleyebilirsiniz?
Öğretmen denetiminde neyi amaçladığımıza göre bunun yanında ya da karşısında olunabilir. Eğer öğretmen denetiminde amaç, öğretmenin performansını belirlemek ise bunun karşısındayım. Çünkü yapılan araştırmalar öğretmenin performansının doğru bir şekilde ortaya konulamadığını, öğretmenin performansının çoğu kez üst düzeyde değerlendirildiğini gösteriyor. Hatta Amerika’da New York’ta yapılan bir çalışmada okul müdürlerine düşük performanslı öğretmen oranınız nedir diye sorduklarında %5 düzeyinde bir oran görünüyor. Ancak rapor edilen orana baktığınızda bu oran %2,5. Yine Amerika için diğer denetim sonuçlarına baktığımızda okul müdürleri, veliler, yerel yönetim örgütleri, eğitimin niteliğinin düşüklüğünden şikâyet ediyorlar ancak öğretmenlerin aldıkları puanlar gözden geçirildiğinde hepsinin üst düzeyde performans göstermiş olarak raporlandığı görünüyor. Bu durum, Wobegon Gölü Etkisi diye adlandırıyorlar. Bu, orada uzunca yıllar devam eden bir radyo programıymış. Wobegon Gölü diye bir gölün etrafında hayali bir kasabada insanlar yaşıyor. Hepsi sağlıklı, hepsi yakışıklı, hepsi güzel, hiçbirinin sorunu yok, mükemmel bir yaşam sürüyorlar. Buradan hareket ederek öğretmen performansının ölçülmesinin bir hayal olduğunu ifade etmek için Wobegon Gölü Etkisini kullanıyorlar.
Amacımız genel değerlendirme yapmak yani öğretmenin performansını ölçüp karar vermekse, buna cevabım hayır olur. Ama biçimlendirici değerlendirme yapmaksa, yani öğretmene dönüt vererek öğretmenin mesleki gelişimini sağlamaya çalışmaksa evet. Onun için burada öğretmenin mutlaka ve mutlaka denetlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bu denetim kim tarafından yapılacak? Burada böyle bir durum karşımıza çıkıyor. Bu denetimin müfettişler tarafından değil okul müdürleri tarafından yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Biraz önce okul özerkliğinden, öğretmen özerkliğinden bahsettim, yerel değerlerin ön plana çıktığından bir parça bahsettim. Bu noktada okul dışından gelen birisinin öğretmen performansına katkı sağlaması çok kolay değil. Çünkü denetimin süreklilik arz etmesi gerekiyor. Gerekiyorsa haftada bir olur, gerekiyorsa ayda bir olur, iki ayda bir olur ama sürekli olması gerekiyor. Öğretmenin sınıfına yılda bir, iki yılda bir, üç yılda bir gelen bir müfettişin öğretmeni tanıma ve öğretmene yardımcı olma şansı çok düşük. Bütün süreçleri gözden geçirdiğimizde; yani gözlem öncesi görüşme, gözlem, gözlem sonrası görüşme, bu üç aşamayı da içerecek bir değerlendirme için bir öğretmenle uzun saatler çalışılması gerekiyor. Hali hazırda merkezden bir köye, kasabaya veya ilçeye giden müfettişin bu kadar zamanının olması söz konusu değil. Bunun yanı sıra tanımadığı birisine yardımcı olması veya öğretmenin, müfettişe güvenip ondan yardım istemesi de söz konusu değil.
Denetlemek derken performansını ölçmesini değil, onlara dönüt vermesini, onlarla birlikte çalışmasını kastediyorum. Bu anlamda gelişimsel denetim yaklaşımının çok kullanışlı olduğunu düşünüyorum. Bunları bilen bir okul müdürü, farklı öğretmenlere farklı şekilde yaklaşarak onlara dönüt verip onların mesleki gelişimlerini sağlayabilir. Denetimi stresli bir olay olmaktan ziyade istenen, özlenen, beklenen bir hale çevirmek gerekiyor. Bunun için de okul müdürlerini güçlendirmemiz, burada söylediğim anlamda denetim uygulamalarını yapabilecekleri şekilde eğitmemiz, yetiştirmemiz gerekiyor.
Okul müdürlerinin denetim sürecinde rol almasından bahsetmişken aslında müfettişlerin ders denetiminin bir anlamda sona ermesi ile birlikte burada okul yöneticilerine ders denetimi ile ilgili bir rol yüklendiği görülüyor. Bu süreç etkili bir şekilde işledi mi? Etkili olan ve olmayan yönleri nelerdi?
Konunun bir parça dışında olan ya da yeterince işin içine girmeyen insanlar “müfettişler ders denetimi yapmayı bıraktılar, artık öğretmen denetimini okul müdürü yapacak” şeklinde algılıyorlar. Ama işin içinde, mutfağında bulunmuş, hala da çeşitli gerekçelerle bulunan birisi olarak net bir şekilde söyleyebilirim ki okul müdürlerinin, öğretmenlerin sınıfına gitmesi ve derslerini gözlemlemesi neredeyse yok denecek kadar az. Yapanların da öğretmenlerin mesleki gelişimine herhangi bir şekilde katkı sağlaması söz konusu değil.
Okul müdürünün uygulamada yaptığı şey, sınıfa gidip öğretmenin planlarını, diğer tuttuğu defterleri, dosyaları yani portfolyosunda ne varsa gidip onları incelemek. Onun için sınıfa gitmesine gerek yok ki. Sınıfta öğretmen ders anlatırken öğretmen masasında ya da arka tarafta bir yerde oturup onları incelemenin öğretmene bir katkısı yok. Ama tekrar ediyorum; okul müdürlerinin birçoğunun sınıfa gitmemesi söz konusu. Gidiyorlarsa da bir ders boyu bile durmuyorlar. Bu arada bunları söylerken amacım okul müdürlerini suçlamak değil. Ben okul müdürü olsam ben de benzer bir şey yaparım. Çünkü ben sınıfa gittiğim zaman ne yapacağımla ilgili olarak bana bir eğitim verilmedi. Bununla ilgili olarak herhangi bir eğitim vermeden müdüre; “hadi öğretmenin sınıfına git, onu gözle veya denetle” dediğiniz zaman bu, hemen bugünden yarına yapılabilecek bir şey değil. Çünkü öyle bir yeterliliği yok. Okul müdürünü iyi öğretmen olduğu için seçmiyoruz ki.
Ayrıca olayın başka bir boyutu var. Biliyorsunuz ortaöğretim kurumları, MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğine, okul öncesi ve ilköğretim kurumları da MEB Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğine göre yönetiliyor. Ortaöğretim kurumları yönetmeliğinde müdürün görevleri arasında yılda bir defa öğretmenin sınıfına girip ona rehberlikte bulunması yer alıyor. Peki Okul Öncesi ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde, okul müdürünün görevleri arasında ne yazıyordur? O yasal metinler arasındaki paralellikten hareket edersek lisedeki müdüre öğretmenin sınıfına yılda bir kez girip ona rehberlikte bulunma görevi vermişseniz, ilkokuldaki müdüre de aynı görevi vermiş olmanız beklenir. Ama ilköğretim kurumlarında okul müdürüne böyle bir görev verilmemiş.
Dolayısıyla “müfettişler artık denetlemeyecek, bundan sonra okul müdürleri denetleyecek ya da ders denetimini okul müdürleri yapacak” sözü tümüyle bir şehir efsanesi. Böyle bir durum yok. Bu şehir efsanesi doğrultusunda okul müdürleri kendilerince bir şey yapmaya çalışıyorlar, fedakârca çalışıyorlar. Ama ne yapacakları konusunda ek bir eğitim almadıkları, görevlerini bu olarak algılamadıkları, geçmişten gelen alışkanlıkla bu işin, müfettişlerin görevi olduğunu düşündükleri için işin içine çok fazla girmiyorlar.
İlkokullarda okul müdürünün öğretmenin ders denetimini yapması görevi, yönetmelikle müdüre verilen bir görev değil. Lisede verilen görev ise sadece rehberlik. Lisede verileni görev olarak kabul ediyorum; ama tek bir sefer gidilmesi yeterli değil. Müdür, formal olarak belki bir sefer gidebilir; ama informal gözlemler dediğimiz, teneffüste zil çaldıktan sonra sınıfa giren bir öğretmeni görüp; “Öğretmenim dersinizi bir 10 dakika izleyebilir miyim?” deyip girmesi de bir gözlemdir. Farklı bir şey yapabilir. Örneğin; öğretmeni, velilerle toplantı yaparken gözlemleyebilir, nöbet tutarken gözlemleyebilir. Gözlem dediğimiz şey sadece sınıfa girmekle olabilecek bir şey değil. Bu en son söylediklerimi şunun için söylüyorum: Öğretmen denetimini en iyi yapacak görevli, okul müdürüdür. Okul müdürlerini; öğretim lideri olarak yetiştirmek, onları gözlem, dönüt verme, rehberlik yapma, denetim, denetim teknikleri, denetim araçlarının kullanılması konusunda ve okulda temel görevlerinin öğretim olduğu, öğretime odaklanmaları gerektiği konusunda yetiştirmek durumundayız.
Dışardan bu işi ne kadar yapmaya çalışırsak çalışalım müfettişler yoluyla bunu başarma şansımız yok. Bunu söylerken müfettişler tarafından hiç denetim yapılmasın demek istemiyorum. Okulda yapılanların dış bir göz tarafından gözlemlenmesi yararlı olabilir. Okul müdürünün okulda yaptığı şeylere, okulda yapılanlara ilişkin olarak dönüte ihtiyacı olabilir. Bu dönütü müfettişler sağlayabilir. Buna itirazım yok ama öğretmen denetiminin ya da okulda yapılan denetim uygulamalarının özünü, müdürün yaptığı uygulamaların oluşturduğunu söylüyorum.
Müfettişlerin ders denetimi yapması konusu, bizi 1 Mart 2022 tarihli MEB Eğitim Müfettişleri Yönetmeliğine getiriyor. Bu yönetmeliği genel olarak değerlendirecek olursanız eğitim sistemine olası yansımaları bağlamındaki görüşleriniz nelerdir?
Önce olumludan başlayalım. 2018’de yazdığım raporda da okullarda öz değerlendirme yapılması gerektiğini öneriyordum. Yönetmelik kapsamında bu getirildi, muhteşem bir gelişme. Biraz önce söylediğim denetim modeline de uygun; okullar özerk bir şekilde çalışacaklar, kendi öz değerlendirmelerini yapacaklar. Bu öz değerlendirmelerin doğru şekilde yapılıp yapılmadığının takibi ise müfettişler tarafından yapılacak. Bu yönüyle yapılan değişikliği çok önemsiyorum, çok değerli görüyorum. Aslında bu, denetim uygulamalarında bir kırılma olarak karşımıza çıkabilir. Ancak bunun tek bir tane şartı var: Öz değerlendirme uygulamalarının niteliği ne olacak?
MEB’in önceki uygulamalarına baktığımızda mesela 2000’li yılların başında toplam kalite yönetimi uygulamasına başlandığını görüyoruz -90’lı yılların sonu da olabilir. Bir moda olarak başladı ama okullarda defter, dosya doldurmaktan, bürokratik işler ortaya çıkarmaktan başka bir anlam ifade etmedi. Öz değerlendirme yapılması kesinlikle ve kesinlikle çok olumlu bir gelişme ama devamına bakmamız gerekiyor. Devamının gelmesi için benim önerim, müfettişlerin okulda yapılacak bu öz değerlendirmelere rehberlik yapmasıydı. Yönetmelikte bununla ilgili olarak bir hüküm var aslında: “Öz değerlendirme sürecinde eğitim müfettişleri başkanlıklarınca gerekli rehberlik yapılır” diye söylüyor. Umuyorum bu süreç sağlıklı bir şekilde başlar ve devam eder. Bu yönüyle kendi adıma çok olumlu bulduğumu söyleyebilirim.
Bir başka önemli bulduğum husus, yurtların denetiminin tekrar müfettişler tarafından yapılıyor hale gelmesidir. Biliyorsunuz özel öğrenci yurtlarında yaşanan bazı olumsuz olaylar son zamanlarda basın-yayın organlarında fazlasıyla gündeme gelmeye başladı. Bu tür olaylar yaşanmasının önlenmesi açısından müfettişlerin oradaki denetimleri yapmasını çok çok önemsiyorum. Bu anlamda çok ciddi şeyler olabilir. Kendi adıma yönetmeliğin olumlu bulduğum tarafları bunlar.
Olumsuz taraflarına geldiğimizde en olumsuz tarafı olarak müfettiş seçme süreciyle başlayacak olursak 184 yıllık geçmişten gelen bir gelenek var. Biraz önce söylediğim gibi 1945’ten bu yana Gazi’de müfettiş yetiştirilmesi söz konusu. Hatta bu o kadar önemsendi ki 90’lı yıllarda 2+2 lisans tamamlama programı oldu. MEB geçmişte müfettişlerin mutlaka eğitim yönetiminde -o zamanki adıyla eğitim yönetimi ve denetiminde- lisans mezunu olmasını isterken; bugün birdenbire bundan vazgeçerek sadece lisans mezunu öğretmen olma şartının getirdi. Bu, şimdiye kadar var olan geleneğin tümüyle yok sayılması. Eğitim yönetimi eğitiminin yetiştirmede de adı geçmiyor. Mesela şöyle bir ifade ile bu durumu bir parça daha yumuşatmış olabilirlerdi: “Adaylık döneminde bu seçilen öğretmenlerden yüksek lisans yapmamış olanlar, eğitim yönetimi ve denetimi alanında yüksek lisans yapmaları için maaşlı izinli sayılırlar” gibi bir ifade konulabilirdi.
Özellikle üniversitelerde çok sayıda ilköğretim müfettişliğinden geçme akademisyen var. Bu akademisyenlerin bilgilerinden, deneyimlerinden pekâlâ yararlanılabilirdi. Yararlanılmadı. Ya da eğitim yönetimi alanında yüksek lisans yapan kişiler doğrudan alınmasa da bunlara öncelik tanınması veya ek puan verilmesi gibi uygulamalar pekâlâ düşünülebilirdi. Bunların düşünülmemesini sorun olarak görüyorum. Bu şekilde müfettiş seçtiğinizde-hatta devamını söyleyecek olursak belli bir kısmı da KPSS puanıyla üniversitelerin hukuk, işletme, iktisat vs. bölümlerinden mezun olanlar arasından alınacak, bilimsel yetişmeyi esas almıyorsunuz, alan öğretmenliğini esas alıyorsunuz ki aldığımız öğretmenin okuldaki performansıyla ilgili en ufak bir bilgimiz yok. Diğer aldıklarımız zaten eğitim fakültesi mezunu bile değil. Neyle alıyoruz öğretmeni, mevzuat bilgisiyle alıyoruz. Yazılı sınavların içeriğini %75 mevzuat oluşturuyor. Geriye kalan %25’lik kısımda Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi var, alan bilgisi var, bir de çok kısa meslek bilgisi var. Yani seçeceğimiz kişilerin iyi öğretmen olup olmadıkları, öğretmenliği başarıp başaramadıkları ve akademik yetenekleri hakkında çok fazla bilgimiz yok. Bunun yansıması uygunluk denetimi olacak. Okullarda müdürler ve öğretmenler yönetmeliklerde öngörülen defterleri, dosyaları tutmuşlar mı tutmamışlar mı ona bakacaklar.
Olayın bir başka boyutu daha var. Halihazırda çalışan eğitim müfettişleri var, “onlar bu işi pekâlâ yapabilirler” diyebilirsiniz. Mevcut müfettişler açısından da sorunlu bir durum var. Temel olarak onlar mevcut durumda derin denilebilecek bir adaletsizlik duygusu yaşıyorlar. 2010’dan bu yana birçok kez unvanları değişti, öğretmen denetiminden alındılar. 2016’da soruşturma görevleri ellerinden alındı. Sonrasında Danıştay tarafından iptal edilmiş olan bir yönergeye dayalı olarak içlerinden bazıları Bakanlık müfettişi olarak seçildi. Bakanlık müfettişleriyle aralarında çok ciddi anlamda bir statü ve gelir farkı mevcut. 2014 sonrasında şöyle de bir durum ortaya çıktı: Bakanlık müfettişleri ve ilköğretim müfettişlerinin maarif müfettişleri adı altında birleştirilmesiyle Bakanlıktaki Bakanlık müfettişlerinin illere maarif müfettişi olarak gelmesi söz konusu oldu. Bunlardan bir kısmı halihazırda illerde eğitim müfettişi olarak çalışıyorlar. Bu durumda 2 tür eğitim müfettişi oluyor, bunlar aynı araçla okula gidiyorlar. Unvanları eğitim müfettişi ama birisinin geliri diğerinden beş bin TL civarında farklı. Bütün bunların sonucunda mevcut eğitim müfettişleri derin bir adaletsizlik duygusu hissediyorlar. Bu müfettişin okula morali ve motivasyonu yüksek olarak gitmesini nasıl bekleyebilirsiniz? Doğruluğunu yanlışlığını ifade etmek için söylemiyorum, Danıştay tarafından iptal edilen bir yönergeye dayalı olarak içlerinden bazılarının Bakanlığa gitmiş olması söz konusu. İptal edilmiş olması bir tarafa, seçim sürecinde kendilerine haksızlık yapıldığını düşünen çok sayıda müfettiş var. Burada haksızlık yapılıp yapılmadığını tartışmıyorum. Ama o sınava girip başarısız olmak, onlar için bir travma olmuş; her türlü durumda kendilerini adaletsizliğe uğramış olarak görüyorlar.
Bir de aynı süreçte illerdeki maarif müfettişlerinin soruşturma görevlerinin ellerinden alındığına değindiniz biraz önce. Bununla ilgili olarak neler yaşandı?
Adaletsizlik duygusu yaşamalarının temelinde o da olabilir. 2016’ya kadar görevlerinden bir tanesi soruşturma yapmaktı. Ondan sonra dediler ki bu görev, yönetmelikten çıkarıldı. Ama illerde soruşturma yapmak üzere yetişmiş yetkin insanlar, müfettişler. Şimdi hem yönetmelikten soruşturma yapma görevleri çıkartıldı hem de illerde valiler yine soruşturma yapmak zorunda bıraktılar müfettişleri. Onlar da diyorlar ki: “Geçmişte bizim görevlerimiz arasında soruşturma yapmak vardı. Bunu çıkarttınız, bize niye hala soruşturma görevi veriyorsunuz?”. O da bu adaletsizlik duygusunun yaşanmasının temellerinden bir tanesi. Yeni yönetmelikle bu sorun da ortadan kaldırıldı. Müfettişlere soruşturma yapma görevi şu anda verilmiş durumda. Zaten yapıyorlardı; ama yaparken kendilerini, yapmamaları gereken bir işi yapıyormuş gibi hissedip o adaletsizlik duygusunu tekrar tekrar yaşıyorlardı.
Bu adaletsizlik duygusunun giderilmesi yönünde neler yapılabilir?
O süreçle ilgili olarak öncelikle maarif müfettişlerinin özlük haklarının iyileştirilmesi gerekiyor. Bakanlık müfettişlerinin seviyesine mutlaka ve mutlaka getirilmesi gerekiyor. Birincisi, bu haksızlığın, adaletsizlik duygusunun üstesinden gelinmesi için ikincisi de başka bir nedenle bu gerekiyor: Yeni seçilecek öğretmenler maarif müfettişi olarak atandıklarında maarif müfettişi olarak alacakları ücret, kıdemli bir öğretmenin tam ders ücreti alması durumunda alacağı ücretle aynı. Dolayısıyla örneğin; Konya merkezde çalışan bir öğretmenin maarif müfettişi olmayı, maarif müfettişi olduktan sonra beş farklı bölgede çalışmayı, farklı illere taşınmayı göze alması için müfettişlik mesleğine yönelik onu cezbedecek bir şey olması gerekir ki bunların başında da ücret gelir. Halihazırda öyle bir ücret farkı yok. Örneğin; yüksek lisanstan beri müfettiş olmak istediğini söyleyen bir doktora öğrencim var. “Hocam yönetmelik çıktı, ilan çıkarsa başvurayım mı?” dedi. Başvuru şartlarını taşıyor. Bu ücret konusunu söylediğim zaman; “Ben o zaman şu anki müfettişlerden daha fazla gelir elde ediyorum, öğretmen olarak niye oraya gideyim?” dedi. Bu adaletsizlik giderilmediği sürece en yetenekli kişilerin de müfettişlik mesleğini tercih etmeleri için engel koymuş olursunuz. Mutlaka ve mutlaka özlük haklarının iyileştirilmesi gerekiyor. O olmadan olmaz. Hatta meslek liseleri için baktığımızda meslek liselerinde meslek derslerine giren öğretmenlerin ders ücretleri biraz daha farklı biliyorsunuz. Onlarla birlikte değerlendirdiğimizde müfettişlerin aldıkları ücret komik konuma bile gelebilir.
Peki yeni yönetmelikle Bakanlık maarif müfettişleri ve illerdeki eğitim müfettişleri arasındaki ayrım bağlamında bir gelişme oldu mu?
Bununla ilgili olarak yeni yönetmelikle Bakanlık maarif müfettişleri, ildeki eğitim müfettişlerinin bir üstü konumuna getirildi. Çünkü illerdeki eğitim müfettişleri başkanının görevlendirilme süreci Teftiş Kurulu Başkanına bağlandı. Yönetmelikte; “Teftiş Kurulu Başkanının önerisi, Bakanın onayıyla atanır” diyor. Bakanlıktaki Teftiş Kurulu Başkanı, illerdeki eğitim müfettişleri ile organik bir bağ kurmuş oldu, sanki onların amiriymiş gibi bir durum ortaya çıktı. Geçmişte böyle bir bağlantı yoktu, iki ayrı grup olarak çalışıyorlardı. Böyle bir bağlantı getirildi ama iyi mi kötü mü diye sorarsanız koordinasyonun sağlanması açısından iyi olarak ifade edilebilir. Ancak yeterlilikler açısından baktığımızda; yeni alınacak kişilerin özel niteliklerini bilmiyorum ama illerdeki eğitim müfettişlerinin yönetim eğitimi almış olmaları, yüksek lisans-doktora yapmış olmaları vs. bütün bunları dikkate aldığımızda Bakanlıktaki müfettişlerden çok da geri kalır bir tarafları yok. Bu nedenle böyle bir organik bağın kurulmuş olmasının artılarını ve eksilerini hep birlikte göreceğiz, şu anda tam kestiremiyorum.
Hocam yönetmelikle ilgili değinmek istediğiniz başka bir konu var mı?
Yönetmelikle ilgili olarak mesela biraz önce başka konulara geçtiğimiz için ifade edemedim: Müfettiş yardımcılığına atanma koşullarında eğitim yönetiminde yüksek lisans yapanların tercih nedeni olmaması gibi okul yöneticiliği yapmış olmanın da bir tercih nedeni olmamasını olumsuz olarak görüyorum. Çünkü yönetmeliğe göre kişilerin, 35 yaşına kadar alınması söz konusu. Herhangi bir yönetim deneyimi olmayan birisinin sırf mevzuatı bildiği için okula gidip okul müdürüne rehberlik yapması, onun denetimini yapması çok kolay bir durum değil. Bu nedenle mutlaka ve mutlaka müfettiş seçimlerinde yönetmelikteki maddenin değişerek yüksek lisans yapmanın, eğitim yönetiminde yüksek lisans yapmanın ve yöneticilik deneyimine sahip olmanın tercih nedeni olması gerektiğini düşünüyorum. Bu yönüyle kesinlikle sorun var. 35 yaş şartı ilginç bir şart. Günümüzde öğretmenlerin KPSS vs. derken 24-25 yaşlarında öğretmen olduğunu düşündüğümüzde, 8 yıllık öğretmenlik şartı olduğu için arada yalnızca iki üç yıllık bir süre oluyor. Bu süre sorunlu gibi görünüyor. Emeklilik şartlarının değişmesiyle 35 yaş şartının 45’e, 50’ye, 55’e değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Okulda uzman öğretmen veya baş öğretmen olan bir öğretmenin denetlenmesi durumunda o öğretmenin; “Ben uzman öğretmenim veya baş öğretmenim, sınavla geldim.” dediğinde müfettişin verebileceği çok fazla cevap olmayabilir. Bu nedenle uzman öğretmen veya baş öğretmenlerin müfettiş olarak öncelikli olarak atanması için bir değişiklik yapılmalı. Sonrasında da bağlantı kurulmalı. Diyelim ki öğretmen sınava girdi, müfettiş oldu; ama uzman öğretmen olacak mı olamayacak mı bilmiyoruz. Müfettiş olduğu için muhtemelen olamayacak. Biraz önce de söylediğimiz öğretmenlerle müfettişler arasındaki maaş farksızlığı, uzman öğretmenin ve baş öğretmenin lehine önümüzdeki yıldan itibaren artmış olacak, bir de böyle bir sorun var.
Ayrıca Bakanlıkta yeni müfettiş yardımcılarının alınması ile ilgili şöyle bir süreç mevcut. Müfettiş yardımcılarının 3 yıllık süre içinde başka bir müfettişin gözetiminde ve denetiminde çalışması; bağımsız olarak inceleme, soruşturma, denetim yapamaması söz konusu. Ama yönetmeliğe şöyle bir şey koymuşlar: “Yeterince müfettiş bulunamaması halinde müfettiş yardımcılarına araştırma, inceleme ve soruşturma hizmetleri görevi verilebilir” deniyor. Tehlikeli bir madde bu. Muhtemelen şunun için yazmışlardır: Halihazırda doğudaki bazı illerde hiç müfettiş yok. Batıda çalışan eğitim müfettişleri, oradaki görevlerini tamamladığı için ya da muaf olduğu için tekrar oraya gönderilemiyorlar. Dolayısıyla anladığım kadarıyla yeni aldıkları müfettiş yardımcılarını doğu ve güneydoğuya yanlarında müfettiş olmadan gönderecekler. Oradaki işleri de bu kişilere yaptıracaklar. Dolayısıyla müfettiş yardımcılarının 3 yıllık yetişme dönemi yanlarında herhangi bir mentör olmadan gerçekleşecek, yani deneme-yanılma yoluyla öğrenecekler. Eğer MEB, müfettiş yardımcılarını yetiştirmek istiyorsa mutlaka önce batıda bir yerlere görevlendirip orada yetiştirip ondan sonra doğuya göndermesi gerekir. Öğretmenlerin de -yeni başlayanların, aday öğretmenlerin- doğuya gittiğini düşündüğümüzde hem müfettişin aday hem öğretmenin aday olma durumu ortaya çıkıyor. Oradaki eğitim niteliğine katkı sağlamak isteniyorsa başka bir yol bulmak gerekli.
Birdenbire diyorsunuz ki siz bunlara; “okul denetimi yapacaksınız” ve muhtemelen hiç bilmedikleri öz değerlendirme konusunda; “okullara rehberlik yapacaksınız, sonrasında da öz değerlendirme uygulamalarının doğruluğunu-yanlışlığını kontrol etmek için okula gideceksiniz”. Bu nedenle mevcut eğitim müfettişlerinin çok ciddi bir eğitime alınmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. “Müfettişler bunu geçmişte yapıyorlardı, yine yaparlar” mantığıyla olaya bakmak yanlış olabilir çünkü 6 yıldır, 8 yıldır ciddi anlamda eğitimden uzak kaldılar.
Ayrıca tam sayıyı bilmiyorum ama halihazırda 1200 civarında eğitim müfettişi var. Bu 1200 civarında eğitim müfettişi yanında 64 bin civarında okulumuz var. Halk eğitim merkezleri, öğretmenevleri, ilçe milli eğitim müdürlükleri vs. hepsini dikkate aldığımızda yaklaşık 100 bin civarında kurumdan bahsediliyor. Yönetmelik, bu kurumların 3 yılda bir denetlenmesini öngörüyor. 1200 halihazırda var, 750 de müfettiş yardımcısı kadrosu açıldı, bu kadar kişiyle 3 yılda bir bu kurumların denetlenme şansı yok. MEB’in 3 yılda bir denetlenme hedefinden vazgeçmesi ya da müfettiş yardımcısı kadrosunu kesinlikle artırması gerekiyor. Eğer müfettiş yardımcısı kadrosunu artırmayacaksa benim önerim, özellikle köyde tek başına çalışan aday öğretmenlere odaklanılması. Yönetmelikte her yıl rehberlik ağırlıklı olarak denetleme yapılması ifadesi var. Ama diğer okulları bırakarak gerekiyorsa sadece bunlara odaklanmak gerekli. Çünkü biraz önce söylediğim gibi bu dönemdeki yardım önemli, hem işe yarıyor hem de öğretmenler bunları bekliyorlar.
Bunun dışında kendi adıma müfettişliğin, eğitim öğretime yönelik bir meslek olduğunu düşünüyorum ki öyle. Ancak mevcut durumda illerdeki eğitim müfettişlerine özel öğretim kurumlarıyla ilgili çok fazla iş veriyorlar. Mesela okul açılacak veya kapanacak; böyle bir durumda müfettiş gidip okuldaki kapı 90 cm mi, 89 cm mi onu ölçecek; bahçe kaç metrekare, bu bahçeye kaç tane öğrenci sığar standardı var, metrekaresi belli. Onlarla ilgili olarak eğitim müfettişlerinin o kadar fazla zamanını alıyorlar ki müfettiş okuldan, sınıftan, eğitim öğretimden uzak kalıyor. Bunlar, biraz önce söylediğim gibi mekanik işler, herhangi bir lise mezununun bile yapabileceği türden işler. Bu işleri müfettişlere yaptırarak onların becerilerinin altında bir işle zamanlarının harcanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Hemen hemen her şeye değindik gibi duruyor hocam, teşekkür ediyorum. Son olarak konuyu toparlamış olalım diye şöyle bir sorum olacak: Ülkemizin eğitim denetimi konusundaki deneyimlerini ve COVID-19 ile birlikte önemi anlaşılan krizlerle başa çıkabilecek bir eğitim sistemi gerekliliğini göz önünde bulundurursak eğitim sistemimizin ihtiyaç duyduğu denetim modelinin genel hatları sizce nasıl olmalıdır?
Böyle bir denetim sistemi, genel hatları ile kontrol ve raporlamaya değil; okullara ve öğretmenlere dönüt vermeye, onlarla birlikte çalışarak okul çalışanlarının mesleki gelişimini sağlamaya yönelik bir denetim yapısı, modeli oluşturmaya yönelik olmalı. Bu öz değerlendirme uygulaması buna epeyce yakın bir uygulama. Bu anlamda bu öz değerlendirme uygulamasını ciddi bir gelişme olarak görüyorum. Tek şart, yapılan planın, tasarının ciddi şekilde uygulanması. Çünkü mesela Singapur eğitim sistemine baktığımız zaman Singapur eğitim sisteminde öğrencilerin akademik olarak başarılı olmasını sağlayan şeylerle Türkiye olarak bizim yaptığımız şeyler teknik olarak birbirine çok fazla benziyor. Onların bilip bizim bilmediğimiz, onların uygulayıp bizim uygulamadığımız hiçbir şey yok. Ama ne oluyor biliyor musunuz, onlar planladıkları şeyi ciddi bir şekilde uyguluyorlar. Bizim yaptığımız şey ise planların kişilere bağlı olması.
Son 10 yıldaki müfettişlerin unvanlarındaki ve görevlerindeki değişiklikleri değerlendirdik. Şu an iyi dediğimiz öz değerlendirme uygulamasından, belki 6 ay sonra bir Bakan değişikliği veya Teftiş Kurulu Başkanlığı değişikliği gibi bir durumla vazgeçilebilir. Burada eğitim uygulamalarında, denetim uygulamalarında ortak aklı devreye koyarak bilinçli tercihler yapmalıyız. Başlangıç olarak bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Ondan sonra da verdiğimiz kararlardan hemen kolayca vazgeçmememiz gerekiyor. Yoksa halihazırdaki Bakanlık ve illerdeki denetim yapılanmasının yeterli olduğunu düşünüyorum. Müfettişleri yeterince doğru kişilerden seçip, yeterince eğittiğimiz zaman ki birçoğu zaten eğitimli ve çok fazla desteğe ihtiyaçları yok. Bu anlamda başarılı olmamamız için hiçbir sebep göremiyorum.