Pasi Sahlberg ile Türk Eğitim Sistemi Üzerine

Pasi Sahlberg ile Türk Eğitim Sistemi Üzerine

Türk eğitim sisteminin kaliteli öğretmen temin etmesinin önündeki temel engeller nelerdir?

Bence Türkiye’nin çalışma saatleri ve ücret gibi mesleki düzenlemeler kadar, öğretmenlerin sahip olması gereken bilgi ve beceriler, (okul gibi) çalışma ortamının standartları ve öğretmenlikle ilgili etik ilkeler bağlamında mesleği oluşturan tanımları da içeren kapsamlı bir öğretmen politikasına sahip olması önemli. Ancak bundan sonra bu politikaları geliştirmek için nasıl bir öğretmen eğitimi ve mesleki gelişim sisteminin olacağına karar verilebilir. Bence önemli sorulardan bir tanesi, Türkiye’deki öğretmenlerin ne kadar özerk olabileceği ve olması gerektiği. Bu; birbirlerinden bağımsızlaşmaktan ziyade bürokrasiden daha özerk olmak anlamını taşıyan kolektif özerklik biçiminde olabilir.

Okul müdürlüğünden eğitim liderliğine geçişin Türkiye’deki okulları nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Bu, söz konusu kavramların ne anlam ifade ettiğine bağlı. Bence okul müdürleri aynı zamanda eğitim lideri olabilir ve olmalıdır da zaten. Eğer eğitim liderine kıyasla bir okul müdürü daha çok idareci ve bir otorite rolünde ise, ben idarecilikten çok liderlikten yanayım. Türkiye’nin önündeki engellerden biri eğitim liderlerinin gelişiminde ve atanmasında liyakat anlayışına geçmek. Bugün bütün başarılı eğitim sistemleri bunu yaptı ve hepsi tecrübeye, ahlaki bağlılığa ve güçlü liderlik becerilerine sahip eğitim liderlerini göreve getirmeye çalışıyorlar.

Daha bireyselleştirilmiş eğitim yolakları tasarlamanın önündeki engeller nelerdir?

Emin değilim ancak birçok ülkede gelenek yüzünden olduğu söyleniyor. Eğitim konularında birçok şeyin önceden olduğu gibi devam etmesi gerektiğine yönelik güçlü bir algı var. Özellikle daha büyük nüfuslu ülkelerde eğitim, bireylerin iyileştirilmesine odaklanmaktan ziyade kitleleri hedef alan bir süreçtir. Endüstriyel kitle üretimine dayalı bir eğitim, her zaman daha ucuz ve daha kolaydır. Fakat artık hepimizin de bildiği üzere bu Türkiye’nin ve diğer ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayacak eğitim çıktıları elde etme açısından yeterince etkili değildir.

Özellikle PISA ve TIMSS gibi sınavlardan sonra ilköğretimin uluslararasılaşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence kendi ulusal eğitim politikalarımız ve kararlarımız için uluslararası, karşılaştırmalı araştırma ve çalışmalara ihtiyacımız var. Sorun ise bu uluslararası çalışmaların, medya ve politika yapıcılar tarafından nasıl kullanıldığı. TIMSS ve PISA hakkında dünya genelinde çok fazla yanlış yorum ve yanlış kullanım söz konusu. Eğer bu çalışmalar daha fazla standardizasyona ya da sınava yol açıyorsa, bir yanlışlık var demektir.

Öğretim modelleri, ölçme ve değerlendirme yöntemleri dikkate alındığında; dünyadaki son eğilimlerle Türkiye arasındaki farklar nelerdir?

Türkiye’de bulunduğum süre ve buradaki Türk öğrencilerimle yaptığımız tartışmalar doğrultusunda Türkiye’nin iki temel zorlukla karşı karşıya olduğunu söyleyebilirim. Benim önerim; ilk olarak öğretim yöntemleri öğretimden çok öğrenime odaklanmak için öğretimi ve öğrenmeyi geliştirerek iyileştirmeli, işbirlikli öğrenmeyi vurgulamalı ve bireysel öğrenmeyi dikkate almalı. Okul eğitimi sürecinde öğrenene söz hakkı veren yöntemler kullanılmalı. İkinci olarak bence Türkiye’nin ölçme ve öğrenme arasında yakın bir bağ kuran, sınavların payını azaltan, öğrencilere okulda ne kadar iyi öğrendiklerini belirlemede daha çok söz veren, daha akıllıca hazırlanmış öğrenci ölçme uygulamaları geliştirme potansiyeli olduğu hatırlanmalı.

Eğitimde insan odaklı teknoloji konusunda gerçekleştirilen iyi uygulamalar bize ne söylemekte? Ve Türkiye bunları nasıl değerlendirmeli?

Hepimiz okullarda teknoloji kullanımı konusunda dikkatli ve duyarlı davranmalıyız. Teknolojinin öğrenmeyi daha anlaşılır kılma ve öğrenci için ilham kaynağı olma konusunda önemli yardımları dokunabilir. Diğer taraftan teknoloji okullarda öğrenme ve öğretimdeki bazı insani boyutları yok edebilir. Teknoloji araçlarıyla ne yapılacağı konusunda net bir fikir sahibi olmadan okullara alınması konusunda temkinli olmalıyız. Her zaman teknoloji pedagojiyi takip etmeli, tam tersi değil.

Türkiye’nin siyasi koşulları eğitim yönetiminde yerelleşmeye engel teşkil ediyor ancak merkezi yönetimin yerel ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kaldığı da açıkça görülüyor. Türkiye için bir ara formül bulunabileceğini düşünüyor musunuz?

Benim görüşüm, merkez yerel dengesi açısından 180 derecelik bir değişikliğin nadiren başarılı olduğu yönünde. Özellikle de tarih ve kültür güçlü bir merkezi yönetim üzerine kurulu olduğunda. Türkiye’nin bazı durumlarda bölgesel özerklik, Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde ise daha fazla özgürlük gibi ara bir çözümü gözden geçirebileceğini düşünüyorum. Ancak bütün bu yönetsel reformlar bir vizyona, daha kapsamlı bir eğitim ve sistemin nasıl çalışması gerektiği fikrine dayalı olmalıdır. Buradaki önemli soru tabi ki bölgede ve yerelde eğitim liderliği kapasitesinin yeterli olup olmaması.

Yerelleşme aynı zamanda eğitim finansmanının demokratikleşmesini öne çıkarmakta. Hesap verebilirlik ve şeffaflığı dikkate alarak, Türkiye’deki kültürel geçmişin bu tür bir finans modeline uygun olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu da hem gelenek ve kültür hem de yönetme ve sürdürme kapasitesiyle ilgili bir mevzu bence. Yerelleşme, tek başına bir çözüm değil. Yerelleşmenin hiçbir şeyi geliştirmediğine dair örnekler var. Bunun, öğretmenlerin, okul liderlerinin, bölgelerdeki yerel eğitim liderlerinin geliştirilmesine ilişkin sistematik süreçle beraber yürütülmesi gerekiyor. İnsanların yeteneklerini ve bakış açılarını geliştirmeden sadece yeni yasalar ve düzenlemeleri uygulamaya koyarsak çok da bir şey değişmeyecektir.