Dr. Halil Buyruk ile Türkiye’de Öğretmenlik Mesleği Üzerine Söyleşi

Dr. Halil Buyruk ile Türkiye’de Öğretmenlik Mesleği Üzerine Söyleşi

Öğretmen Emeğinin Dönüşümü kitabının yazarı olan Dr. Halil Buyruk ile öğretmenlik mesleğinde profesyonelleşme, öğretmen özerkliği, öğretmenlerin ve toplumun öğretmenlik algısı üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşimizi ilginize sunuyoruz.

1. “Öğretmen emeğinin dönüşümü” adlı kitabınızda öğretmenlik mesleğinin değersizleşmesi sürecinden nedensellik analizi ile birlikte söz ediyorsunuz. Bu süreçte etkili olduğunu düşündüğünüz unsurlardan söz edebilir misiniz? Bu unsurlar dünyada da benzer şekilde mi cereyan etmektedir?

Mesleki değersizleşme yalnızca öğretmenliğe özgü değil. Dolayısıyla öğretmenlik mesleğinin değersizleşmesini yalnızca öğretmenliği merkeze alarak analiz etmemiz oldukça zor. Sosyal bilimler alanında endüstri sonrası toplum tartışmalarına dair temel olarak iki tezden bahsedilebilir. Bunlardan ilkinde artan kentleşme ve hizmet sektöründeki genişlemeye paralel olarak toplumdaki profesyonellerin sayısının giderek artacağı ve dolayısıyla orta sınıfın genişleyeceği öne sürülüyordu. Diğer tez ise kapitalizmin gelişim dinamiklerine bağlı olarak proleterleşmenin genişleyeceğine dairdi. Kapitalist üretim koşullarında yaşanan değişimlerle birlikte beyaz yakalı işleri kapsayacak biçimde tüm emek biçimlerinde “güvencesizliği” öne çıkaran eğilimler görülmesi, meslek üyelerinin emek süreçleri üzerindeki denetimlerini kaybetmeleri, gelir ve statülerinin düşmesi, dolayısıyla mesleklerinin değersizleşmesi ilk tezin pek gerçeklik kazanmadığını düşünmemizi sağlıyor. Dolayısıyla beyaz yakalı bir çalışan her ne kadar fabrikada çalışmasa da mavi yakalı bir işçinin yaşadığı gerçekliği paylaşabiliyor. Ancak diğer yandan profesyonelliği tanımlayan özelliklerin değiştiğinden hareketle mesleklerdeki değişim yeni profesyonelizm ekseninde tanımlanıyor. Dolayısıyla bu tartışmanın farklı boyutlarıyla sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerinde hala devam ettiğini söylemek mümkün. Öğretmenlikteki dönüşümü de bu eksende kavrayabiliriz. Artan kentleşme, genel eğitim düzeyinin yükselmesi, teknolojinin gelişmesi ve dolayısıyla bilgiye erişimin artması, toplumdaki değer yargılarının ve eğitime yüklenen anlamın değişmesi öğretmenliğin değersizleşmesinde rol oynayan çeşitli faktörler elbette. Ama temel olarak meta ilişkilerin genelleşmesini ve eğitimin bu eksende yeniden biçimlenmesini gözden kaçırmamamız lazım. Tüm bu değişimler küresel düzeyde yaşanıyor ancak uygulamaların yerel dinamiklere göre biçimlendiğini, kimi değişimler gösterdiğini ifade edebiliriz. Örneğin İngiltere’de oldukça yerelleşmiş bir eğitim sistemi olmasına rağmen son dönemlerde ulusal düzeyde müfredat uygulamasına geçildiğini, giderek genişleyen merkezi ve standart sınavlarla birlikte öğretmenler üzerinde kontrolün arttığını görüyoruz. Benzer düzenlemeleri diğer ülkelerde de görmek mümkün.

2. Öğretmenliğin profesyonel bir meslek olması ne anlama gelmektedir ve hangi koşulların sağlanmasını gerektirmektedir? Türkiye’de öğretmenliğin profesyonelleşmesi için kamu ve kamu dışında meslekleşme ile ilgili ne tür akreditasyon süreçleri gereklidir? Bu konudaki en önemli sınırlılıklar nelerdir?

Geleneksel olarak profesyonel bir mesleği tanımlayan temel özellikler uzun bir eğitim sonucu elde edilen yüksek düzeyde sistematik bilgi ve bir meslek örgütü etrafında birleşmedir. Mesleğe özgü görev sınırlarının ve etik ilkelerin belirlenmesi ve sağlanan özerklikle birlikte profesyoneller dış kontrole karşı belirli bir dereceye kadar işleri üzerinde takdir yetkisi kullanabilirler. Bu tanımlamayı dikkate aldığımızda öğretmenliği özellikle Türkiye’de profesyonel bir meslek olarak düşünmemiz oldukça zor. Günümüz koşullarında geleneksel anlamda öğretmenliğin profesyonelleşmesini sağlamak pek mümkün görünmüyor. Zira mesleğin dönüşümüne yol açan yapısal değişimler var. Bu nedenle de mevcut çalışmalara baktığımızda profesyonelliği tanımlayan özelliklerin değiştiği, öğretmenlerin yeni vasıflar kazandıkları ve bu vasıflarla profesyonelleştikleri iddia ediliyor. Elbette teknolojik gelişmelere ve değişimlere paralel olarak öğretmenlerin yeni beceriler kazandıklarını vurgulamak gerekir. Ancak bu değişimler öğretmenlere özerklik sağlamıyor ya da kendi işleri üzerinde düşünmelerine, takdir yetkilerini kullanabilmelerine, güçlenmelerine olanak tanımıyor. Braverman’ın vurguladığı gibi “vasıf” kavramının kendisi,e meğin değersizleşmesi paralelinde değersizleşmiştir. Dolayısıyla vasfın anlamı değişiyor ve geleneksel olarak profesyonelliği tanımlayan bir öğe olması kazandığı yeni içerikle pek mümkün değil. Öğretmenliğin profesyonelleşmesinden bahsediyorsak vasıf kavramının geleneksel anlamından hareket etmemiz lazım. Yani öğretmene işi üzerinde düşünmesi için yeni fırsatlar yaratılmasına, öğretmenin sesinin eğitim alanındaki karar mekanizmalarında, uygulama süreçlerinde duyulmasına yönelik düzenlemelere ihtiyaç var. Dolayısıyla öğretmenin eğitim üzerine düşünecek, araştıracak, karar mekanizmalarına katılacak güç ve sorumluluğa sahip olması öğretmenliğin profesyonel bir meslek olmasının temel koşuludur. Türkiye’deki mevcut koşulları dikkate aldığımızda öğretmenlerin seslerini duyurabilecekleri, birlikte hareket edebilecekleri, eğitim politikalarına ses verebilecekleri adres öğretmen sendikalarıdır. Dolayısıyla tüm bu süreçlere öğretmen sendikalarının aktif katılımının sağlanması öğretmenlik mesleğinin güçlenmesinde önemli bir adımdır.

3. OECD tarafından yapılan araştırmalarda son yıllarda öğretmen özerkliğinin daha sık ve önemle vurgulandığını görüyoruz. Fizibilite açısından da düşündüğünüzde, Türkiye koşullarında öğretmen özerkliğinin nasıl bir modellemeyle ve hangi kapsamda uygulanmasını öneriyorsunuz?

Eğitimde yaşanan değişimlerde uluslararası kuruluşlar önemli roller oynuyorlar. Bu kuruluşların çabasıyla eğitim alanı küresel düzeyde yeniden dizayn ediliyor. Bu kuruluşların temel metinlerine baktığımızda öğretmen özerkliği, öğretmenlerin güçlendirilmesi gibi tanımlamaları görüyoruz ve dediğiniz gibi son yıllarda daha sık vurgulanıyor. Ancak yaşanan gelişmeler bu söylemlerin pek hayata geçirilmediğini ya da farklı biçimlerde uygulamaya sokulduğunu gösteriyor. Bir yandan yerelleşme, okullara özerlik ile öğretmenlerin okuldaki karar mekanizmalarına katılacağı ve özerkliklerinin artacağı vurgusu öne çıkarılırken, diğer yandan öğretmenler üzerindeki merkezi kontrolün merkezi müfredat ve standart sınavlarla arttığını görüyoruz. Dolayısıyla dünyadaki örneklere baktığımızda kurumsal özerklik sağlanırken sanırım daha çok finansman boyutuna öncelik veriliyor ve mali özerklik ön plana çıkarılıyor. Oysa az öncede kısaca bahsettiğim gibi özerkliğin çeşitliği boyutlara ayrılarak hayata geçirilmesi pek mümkün değil. Dolayısıyla eğer öğretmen özerkliğinden bahsedeceksek öğretmenin işi üzerinde takdir yetkisi kullanabilmesinden, karar ve uygulama süreçlerine katılabilmesinden söz etmeliyiz. Kuşkusuz her kesim gibi öğretmenlerin de “hesap verebilir” olmaları gerekir. Bu da ancak eğitim sürecindeki karar alma ve denetleme mekanizmalarına toplumun çeşitli kesimlerinin demokratik bir biçimde katılımıyla mümkündür. Aksi halde mevcut uygulamalarla hesap verebilirlik öğretmen özerkliğine en büyük tehdittir. Zira son dönemlerde eğitime ve dolayısıyla öğretmenliğe dair yürütülen reformlarda temel vurgu “hesap verilebilirlik” üzerinden tanımlanıyor ve yaşanan değişimler bu eksende meşrulaştırılıyor. Bu süreçte standart sınav sonuçları ve performans değerlendirme kullanılıyor. Her şeyin ölçülebilir olması sağlanarak açık şeffaf bir sistem geleceği iddia ediliyor. Oysa tüm bu yaşananlar öğretmenlerin özerkliğini ortadan kaldırıyor ve ölçmenin egemenliğini artırıyor.

4. Türkiye’de eğitim fakültelerinden öğretmen adaylarının nasıl bir rol algısına ve donanıma sahip olarak mezun olduğunu düşünüyorsunuz? Türkiye’deki öğretmen yetiştirme sisteminin değişen dünyanın eğitim paradigmaları ve eğilimleri ile uyumlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Öğretmenlerle yaptığım görüşmelerden çıkardığım sonuçlara göre, yetiştirme süreçlerinde öğretmenlere kazandırılmaya çalışılan roller ve donanımlarda önemli değişimler yaşanıyor. Kuşkusuz dünyada hızlı değişimler yaşanıyor ve eğitimde, öğretmen yetiştirme sisteminde değişimler yaşanması da kaçınılmaz. Ancak benim gözlemim öğretmen yetiştirmede teknik becerilerin daha fazla öne çıktığına dair. Yani son dönem mezun öğretmenlerin teknik becerilere, öğretim teknik ve yöntemlerine daha fazla önem verdiklerini ama bununla birlikte deneyimli öğretmenlerin ifadesiyle “öğretmenlik ruhu”nun yeni öğretmenlere kazandırılmasında kimi sorunlar olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla mesele yalnızca dünyada değişen paradigmalara uygun olarak öğretmenlerin çeşitli becerileri kazanması değil, içinde bulunduğu ortamı, toplumu, eğitimi bütünselliği içinde kavrayacak; içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarına yanıt verebilecek ama aynı zamanda demokratik ve evrensel değerlerin hayata geçirilmesinde rol oynayabilecek öğretmenlerin yetiştirilmesidir.

5. Öğretmenlerin toplumsal bir dönüşüme öncülük edebilecek değişim ajanları olabilmeleri için önerebileceğiniz eğitim politikaları nelerdir ve öğretmen rollerinin değişim ajanlığına evrilmesi sürecinde ülkemiz için karşılaşılabilecek en önemli engeller nelerdir?

Aslında bir önceki soruyla ilişkili olarak yanıtlayacak olursak sormamız gereken soru “Nasıl bir toplumsal dönüşümden bahsediyoruz?” sorusudur. Eğer öğretmenlerin daha eşitlikçi bir toplum yaratılması, demokratik değerlerin kazandırılması sürecinde rol oynayabilmesinden bahsediyorsak, eleştirel bir dile sahip olmaları, entelektüel bir işlev edinmeleri önemlidir. Böyle bir işlevi yerine getirebilmeleri ise daha önceki sorularınızda kısmen değindiğim gibi çalışmalarını özerk bir faaliyet olarak inşa edebilmelerine bağlıdır. Dolayısıyla öğretmenlerin müfredat oluşturma sürecinde, eğitim alanındaki karar alma ve uygulama mekanizmalarında aktif rol almalarını sağlayacak yapılanmalara ihtiyaç vardır. Daha öncede belirttiğim gibi böyle bir değişimde söz sahibi olabilmeleri için öğretmenlerin ellerindeki en önemli mekanizma kendi kurdukları örgütleridir.