Mustafa Yavuz

Doç. Dr. Mustafa Yavuz ile Eğitimde Özerklik Üzerine

Eğitimde uluslararasılaşmanın artmasıyla beraber eğitim tartışmaların odağında daha fazla yer almaya başlayan özerkleşme kavramı, Türkiye’de de özellikle son 10 yılda kendine önemli bir alan açtı.

Özerkleşme kavramı öncelikle okullar, ardındansa öğretmen ve öğrenciler üzerinden farklı ülkelerde farklı kapsamlarda ele alındı. Örneğin okul özerkliği, okulların yerelleşmesi ve tüm eğitim süreçlerinin yerele özgü olarak yeninden yapılandırılması, eğitim finansmanın demokratikleşmesi, kaynakların öz yönetimle kullanılması gibi geniş bir yelpazede değerlendirildi. Öğretmen özerkliği ağırlıklı olarak mesleki süreçlerde esnekliğe sahip olma ve serbesti kazanma boyutlarıyla ilişkilendirilirken, öğrenci özerkliği bireyselleştirilmiş öğretim programları ve öğrenci temelli eğitim sistemleri ön plana çıkarılmıştır.

Bu doğrultuda, özerklik kavramını geniş bir çapta ele alarak Türkiye’de özerkliğin nasıl bir karşılık bulduğu ve eğitim sisteminde nasıl yansımalar barındırdığını Doç. Dr. Mustafa Yavuz ile konuştuk. Görüşmenin detaylarını yazımızın devamında bulabilirsiniz.

Özerkleşme dediğimizde ne kadar geniş kapsamlı bir kavramdan söz ediyoruz?

Özerklik kavramı altında tam özerklik, sınırlı özerklik ve özerkliğin olmadığı durumlar mevcuttur. Özerklik ülkeden ülkeye, okuldan okula değişen bir kavramdır. Bizim eski dilde özerklik kavramına “muhtariyet” kelimesi karşılık gelmektedir. Okulun, kurumun bazı kararlarını kendi kendisine alabilmesini ifade etmektedir. Bazı ülkelerde sınırlı özerklik vardır ve kararların bir bölümü okul düzeyinde alınır ancak üst makamların onayı gereklidir. Bazı ülkelerde de özerkliğin hiç olmadığı durumlar mevcuttur. Özerkliğin düzeyi farklıdır, özerklik dendiğinde hep aynı şeyin anlaşılmaması gerekir, dereceleri vardır. Ancak temelinde karar alabilme salahiyeti, serbestiyeti olarak tanımlanabilir.

Okul özerkliği, öğretmen özerkliği, öğrenci özerkliği ve bu kavramlar arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Bu kavramlar eğitim sisteminde hangi avantaj ve dezavantajları barındırmaktadır?

Özerklikler birbiri ile bağlantılı olmak zorunda değildir. Öğrenci özerk değilse okul da özerk değildir anlamı çıkmamalıdır. Çünkü bazı ülkelerde okulların belli özerklikleri varken öğrenciler için olmadığından söz edilebilir. Yalnız şunu söyleyebiliriz; okul özerkliği tam olan ülkelerde öğrenci özerkliğinin de fazla olduğu görülmektedir. Çünkü özerklik kültürü var. Eğer ülkeler bu kültüre sahipse zaten okulunu özerk hale getiren bir ülke, öğrenci ve öğretmenini de özerk hale getiriyor. Öğrenci özerkliğini, öğretmen ve okul özerkliğinden ayrı olarak tanımlamamız gerekmektedir. Öğretmen ve okul özerkliği birbiri ile iç içe geçmiş kavramlardır. Tam özerkliğe sahip ülkeler genellikle bu üç özerklik alanına da önem vermektedir.

Hangi özelliklere sahip ülkeler öğrenci, öğretmen ve okul boyutunda daha özerktir?” sorusunu yanıtlamak gerekir. Burada ilk olarak “güven kültürü” önemli bir noktadır. Örneğin, okul ve öğrenci özerkliğinin yüksek olduğu Finlandiya’da özellikle toplumsal güven kültürüne çok önem verilmektedir. Yani ülkedeki insanların birbirlerine olan güven düzeyleri yüksektir. Her yıl yayınlanan ve toplumsal güven düzeyi ile ilgili sonuçların da yer aldığı Dünya Değerler Araştırması verileri incelendiğinde benim çıkarımıma göre, okul özerkliği yüksek olan ülkeler birbirlerine daha çok güvenen insanlardan meydana geliyor.

Yani bir merkezi irade, yetkilerinden bir bölümünü okullara delege etmek, onları yetkilendirmek istiyorsa öncelikle toplumsal güven düzeyinin yüksek olması gerekmektedir. Birbirine güvenmeyen insanlardan oluşan bir toplumda kurumların ve insanların özerk olması mümkün değildir. Bu anlamda özerklik için öncelikle güven kültürü şarttır.

Dünya Değerler Araştırmasına göre maalesef ülkemizde toplumsal güven düzeyi düşüktür. Birbirimize yeterince güvenmiyoruz. Güven olmadığı durumda öğretmen öğrenciyi özerk kılmaz, okul müdürü öğretmeni özerk kılmaz, merkezi idare de okulu özerk kılmaz. Yani okullarda özerklik için en önemli başlangıç noktası güven kültürünün oluşturulmasıdır.

Özerkliğin sağlanmasında diğer önemli unsur ise yeterliktir. Özerklik yeterlilikten farklı düşünülemez. Yani öğretmen ve okulun özerk hale getirilebilmesi için yetkin olmalarının sağlanması gereklidir. Örneğin ülkemizde öğretmenlere ödev konusunda özerklik verilmemektedir. Geçtiğimiz günlerde yarıyıl tatilinde ödev verilmeyeceği açıklandı. Bu konuda PISA 2012 sonuçlarına göre ödev sayısı arttıkça akademik başarının düştüğüne ilişkin bulgular mevcut. Ancak bir genelge ile bunu yasaklamak mı gerekir sorgulanmalıdır. Özerkliği olan ülkelerde böyle bir genelge çıkması mümkün değildir, ödevin verilip verilmeyeceği ve ne tür bir ödev verileceği konusunda öğretmen kendisi karar verir. Ödev arttıkça akademik başarı düşüyorsa, ödev verme konusunda bir yeterlik sorununun olduğu düşünülebilir. Ödev vermeyi bilmiyoruz belki de. Yeterliği düşük olan kişi ve kuruma özerklik verilemez. Yani otomobil kullanmayı bilmeyen birisine otomobil kullanmayı delege edemeyiz. Bu nedenle okulları, öğretmenleri, öğrencileri özerk hale getirme süreci ile birlikte yeterli hale getirmek için de çaba harcanmalıdır. Özerklik tek başına konuşulacak bir kavram değildir. Yeterlik bulunmadığı durumda özerklik dezavantajlı sonuçlar doğuracaktır.

Özerklikle birlikte konuşulması gereken kavramlardan bir diğeri de hesap verebilirliktir. Okulların başarı durumu, etkililiği, öğrencilerin ne noktaya geldiği, öğretmenin performansı gibi konuları da açıklayabilmesi gerekmektedir. Hesap vermeden özerklik sağlıklı olmayacaktır.

Konuşulması gereken bir diğer kavram ise saydamlıktır. Ancak bu kavram yanlış anlaşılmaktadır. Bazen müdürlerimiz “sorun, hesap verelim” demektedir. Saydamlık sorunca söylemek değil, zaten açık olmaktır. Öyleyse özerkliğin bileşenleri güven kültürü, yeterlik, hesap verebilirlik ve saydamlıktır. Bu bileşenler ile birlikte konuşmadan tek başına özerkliği anlamamız mümkün değildir. Bu bileşenler sağlanmadan özerk olunması da doğru değildir üstelik.

Okul özerkliği, öğretmen özerkliği, öğrenci özerkliği ve süreç esnekliğinin eğitim sistemi içindeki rolü sizce ne olmalıdır?

PISA 2012 sonuçlarına göre milli gelirden sonra akademik başarıyı en çok etkileyen değişken okul özerkliğidir. Okulları özerk olan ülkelerin akademik başarıları daha yüksek. Ama bu hemen okulları özerk yapalım anlamına gelmez, öncelikle ön koşul olan bileşenlerin sağlanması gerekmektedir. Bunun yanı sıra özerkliği yüksek olan kişi ve kurumların karar verme ve problem çözme berecilerinin geliştiğinden bahsedilebilmektedir. Çünkü tepeden oluşturulan kararları uygulamaları değil kendi kararlarını kendilerinin vermesi beklenmektedir. Özerkliği yüksek olan kişi ve okulların kararlara katılım gösterdiklerinden dolayı bağlılıkları da artmaktadır. Ayrıca özerk kişi ve kurumlar bir yetişkin gibi davranırken özerk olmayanlar çocuk kalmaktadır. Bakanlık yetişkin olarak en iyisini bilerek kararlar alırken, öğretmenler ve okul genel olarak çocuk konumunda karar ve mevzuat değişikliklerini uygulamaktadır. Böyle bir durumda öğretmenin ve okulun düşünmesine ve bir program geliştirme süreci içinde olmasına gerek yoktur. Çünkü onlar adına yetişkinler karar vermektedir. Diğer bir deyişle, özerkliği düşük olan kişi ve kurumlar yetişkin gibi davranamamakta ve çocuk kalmaktadır. Özerk kişi ve kurum kendisini geliştirme ihtiyacı hissederken özerk olmayan kurumlar böyle bir ihtiyaç hissetmez. Gelişme sorumluluğu hissetmez.

Öğretmen özerkliğinin ve mesleki esnekliğin artırılması için kilit noktalar nelerdir? Uygulanan öğretim programlarının esnekliği ve öğretmen yeterliği bakımından neler gereklidir?

Program içerik, amaçlar, öğretim yöntem ve teknikleri, ölçme ve değerlendirme, öğrenme ve öğretme sürecinden oluşmaktadır. Program özerkliği bakımından Çek Cumhuriyeti ve Estonya gibi ülkelerde tam özerklik söz konusudur. Bu ülkelerdeki öğretmenler programı kendileri geliştirmektedir. Ve bu ülkeler eğitim sistemleri açısından başarılı ülkelerdir. Sınırlı özerk olan ülkelerde ise programın genel çerçevesi merkezde veya eyaletleri olan ülkelerde yerelde belirlenmektedir. Finlandiya, Litvanya, Lihtenştayn, Danimarka gibi ülkeler sınırlı özerkliğin uygulandığı ülkelere örnek olarak verilebilmektedir. Ülkelerde özerklik derecesi zorunlu ve seçmeli dersler için farklılık göstermektedir. Ülkelerin büyük bir bölümünde zorunlu derslere ait programlarda özerklik düzeyi yüksek olmasına rağmen tam özerklik yalnızca Estonya ve Çek Cumhuriyeti’nde mevcuttur. Ancak seçmeli derslerde ülkelerin neredeyse tamamında tam özerklik söz konusudur.

Diğer taraftan, öğretim yöntemlerinin belirlenmesi konusunda Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hepsinde tam özerklik uygulanmaktadır. Öğretmenler ve okul yönetimi öğretim yöntemlerini kendileri seçebilmektedir. Bu noktada ülkelerin çoğunluğunda öğretmenlerin kendi aralarında belirli gruplara ayrılarak yaptığı çalışmalar etkili olmaktadır.

Türkiye’de ise program merkezde belirlenmekte olup öğretmenlere yalnızca uygulama rolü düşmektedir. Ülkemizde çerçeve program uygulandığı söylenmesine rağmen katı bir program uygulandığı görülmektedir. Özellikle son zamanlarda TEOG gibi sınavlarda kazanımların detaylı ve net bir şekilde belirlenmesiyle esneklik kaybolmaktadır. Öğretmenlere düşen görev olduğu gibi bu programı uygulamak olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’deki öğretim programlarını katı ve öğretmene yeterince alan bırakmayan programlar olarak tanımlamak mümkündür.

Öğretmen yeterliği açısından değerlendirmek gerekirse, Türkiye’deki öğretmenlerin özerkliğe yeterince hazır olduğunu düşünmüyorum. Çünkü TIMMS (2011) yüksek lisans doktora yapmış öğretmen oranlarımızın ortalama %6 ile oldukça düşük olduğunu ortaya koymaktadır. OECD ortalamasının %24 olarak Türkiye oranının yaklaşık dört katı olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Türkiye’de PISA oranlarına bakıldığında mesleki anlamda yeterli olduğunu düşünen öğretmen oranı OECD ortalamasına göre oldukça düşüktür. Bu nedenle öğretmen yeterliğimizin tam özerkliği karşılayacak düzeyde olduğunu söylemek oldukça güç.

Öğretmen yetiştirme politikalarımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bu konuda eğitim fakültelerine giriş koşullarından öğretmenlerin mezun olduktan sonraki mesleki gelişim programlarına kadar bir dizi düzenleme yapılması ve niteliğin artırılması gerekmektedir. Öğretmen eğitimini yüksek lisans düzeyine çekmek gerekmektedir. Çünkü lisans düzeyindeki öğretmenler araştırma yeterliği kazanmadan mezun olmaktadır. Araştırma yeterliğine sahip olmayan bir öğretmenin alanda yapılan çalışmaları takip etmesi mümkün değildir. Ayrıca okulda karşılaştığı problemleri hissedip tanımlaması ve araştırma sorusunu oluşturup eylem araştırması yaparak o problemi çözmesi de mümkün görünmemektedir. Mevcut durumda öğretmenlerin tam özerkliğe geçmesi olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ancak bu bir gelecek vizyonu olarak aklımızda bulunmalıdır. Hedef olarak belirlenmeli ve bu hedef için ön koşulları sağlamaya yönelik olarak gerekli adımlar atılmalıdır. Çünkü araştırmalar öğretmen özerkliğinin milli gelirden sonra akademik başarıyı etkileyen en önemli değişken olduğunu göstermektedir.

Bilginin ve öğrencilerin durmadan değiştiği bir süreçte öğretmenlerin, verdikleri derslerin sabit olması bekleniyor. En az öğrenciler kadar farklı ve özgün olan öğretmenlerin farklı potansiyelleri ve yetenekleri sistem içinde nasıl açığa çıkartılabilir? Öğretmenler, sistem içinde nasıl sistem aktörü/değişim ajanı olabilir?

Öğretmenlerin değişim ajanı olmalarının ve yeterliliklerini ortaya çıkarmalarının en önemli koşulu sürekli öğrenci olarak kalmayı başarabilmeleridir. Yani öğretmenlerin oto-didaktik, kendi kendilerine öğrenebilen, problem çözebilen ve araştırma yapabilen bireyler olması gerekmektedir. Buna yönelik olarak öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora eğitimlerine, mesleki gelişim etkinliklerine, örnek uygulamaların konuşulabileceği platformlar oluşturulmasına, ulusal ve uluslararası düzeyde öğretmen hareketliliğinin artırılmasına ağırlık verilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte öğretmenlerin sivil toplum örgütleri aracılığı ile bir araya gelmelerini de oldukça önemsiyorum. Bu örgütlerin ülkemizde artırılması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bazı ülkelerde matematik eğitimcileri derneği, fen eğitimcileri derneği, okul müdürleri derneği gibi il ve ülke bazında dernekler bulunmaktadır. Ve bu dernekler program geliştirme faaliyetlerinde ve yasal metinlerin geliştirilmesinde önemli rol almaktadır. Bu anlamda mutlaka öğretmenlerin ve yöneticilerin sivil toplum örgütleri oluşturarak eğitim sorunlarının çözümüne katkı sağlamaları gerekmektedir. Söz konusu öğretmen örgütlerinin araştırma ve raporlar üreterek doğrudan politika yapıcılara veri sağlamaları ve Bakanlık üst sistemini sağladıkları bu veriler ile beslemeleri önemli bir gerekliliktir. Ülkemizde böyle bir mekanizma işlememektedir. Öğretmenler ve yöneticilerden (öğretmen ve yöneticiler eğitim politikalarının belirlenme sürecine aktif olarak katılmalıdırlar) politika yapıcılara eğitim sorunlarını temel alan veriler akmamaktadır. Bakanlık herhangi bir değişime gitmek istediği zaman elinde öğretmenler tarafından oluşturulmuş veriler yeterince bulunmamaktadır. Bu anlamda sürecin içerisine öğretmenlerin ve yöneticilerin özellikle sivil toplum örgütleri aracılığı ile daha fazla dâhil olması büyük önem arz etmektedir.

“Öğrencinin odağa alındığı eğitim sistemi” ya da “öğrenci merkezli eğitim” kavramlarından bahsedilmekte; dünya ile kıyasladığınızda öğrenci özerkliği açısından Türkiye nerede duruyor?

Öncelikle öğrenci özerkliği, öğrencinin kendi öğrenme içeriği, yöntemi ve değerlendirmesine yönelik süreçteki kararlarda özne olması durumudur. Yüksek öğrenci özerkliğinden öğrencinin öz düzenleme, karar verme becerisinin gelişmesi, motivasyon düzeyinin artması ve yaşam boyu öğrenen olması sonucu beklenmektedir.

Ülkemizde çok fazla seçmeli ders olmasına rağmen bu derslerde bile yeterince öğretmen olmadığı için öğrenciler okul yönetiminin belirlediği birkaç ders ile sınırlı olarak ders seçebilmektedir. Bu önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır, çünkü öğrenciler bireysel yeteneklerini geliştirmekte zorlanmaktadırlar. Henüz konuşmaya hazır değiliz ancak ilerde öğrenci özerkliğinin bir boyutu olarak okul seçmeyi tartışmamız gerekiyor. Çünkü bazı ülkelerde öğrenciler kendi okullarını kendileri seçebiliyorlar. Adrese dayalı olan ve sınavla belirlenen sistemler de mevcut. Hastaların istediği doktoru seçebilmesi gibi, öğrencilerin istedikleri okulları seçebilmesi önemlidir ve bunun için asgari koşulların belirlenmesi gerekmektedir. Bireyselleştirilmiş öğretim programlarıyla öğrenmede geride kalan öğrencilere yapılacak tamamlama eğitimleri sonucunda öğrenciler arasındaki başarı farkı azalacaktır. Öğrenciler arasındaki başarı farkının azalması şu an için yüksek olan okullar arasında başarı farkının azalmasına neden olacak ve bunun sonucunda öğrenciler kendi okullarını seçebilme durumuna gelebileceklerdir. Bütün bu süreç sonunda öğrenci, öğretmen, veli ve eğitim sistemi üzerindeki merkezi yerleştirmeye yönelik sınav baskısının azalacağı düşünülmektedir.

Diğer taraftan, öğrenciler proje ve dönem ödevlerini de ilgi alanı ve yeterliliklerine göre seçebilmelidir. Bu konuda ülkemizde yeterli özerkliğin olmadığını düşünüyorum. Öğretmenler işlenen dersle ilgili bireysel farklılıkları gözetmeden herkese standart ödevler vermektedir. Hâlbuki ödevlerin öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeyine göre ve öğrencinin fikri alınarak belirlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde şu anda okullardaki eğitim öğrenciler için oldukça “fix menü” şeklinde sunulmaktadır. Bunun “açık büfe” haline getirilmesi gerekmektedir. Bu hedeflerin önünde okulların öğretmen yetersizliği, araç-gereç ve derslik yetersizliği gibi sınırlılıkları mevcuttur ve bu sınırlılıklar okullar ve öğretmenleri kuşatmaktadır.

Türkiye’de okul özerkliği ve karar alma serbestisi önündeki temel engeller nelerdir? Bunları aşmak için atılması gereken öncelikli adımlar neler olabilir?

Daha önceki soruları yanıtlarken belirttiğim gibi güven kültürü, yeterlik, hesap verebilirlik, saydamlık gibi bileşenlerdeki yetersizlik Türkiye’de okul özerkliği konusunda en temel engellerdir. Bu engelleri aşmak özellikle güven kültürü açısından oldukça zordur. Ancak öğretmen yeterliği konusundaki engeli beş yıllık bir plan dahilinde iyi bir aşamaya getirebiliriz. Eğitim fakültelerine giriş koşullarını düzenleyerek, mesleki gelişim eğitimlerini düzenleyerek öğretmen yeterliliğini daha kısa sürede aşabiliriz. Hesap verebilirlik ve saydamlığı da aşabileceğimizi düşünüyorum. En zoru güven engelini aşmak gibi görünüyor, çünkü bu bir kültür. Ülkemizde yöneten ile yönetilen arasında güç mesafesi oldukça fazla. Güç mesafesi yöneten ile yönetilen arasındaki açıklıktır. “Yöneten kendisini ne kadar yönetimin bir parçası olarak görüyor” “bir sorun olduğu zaman kendisini ne kadar yöneticilere açıklayabiliyor” soruları bu açıklığı tanımlamaktadır. Türkiye’de yönetim kültürü ile ilgili bu zihni modellerin sorgulanması gerekmektedir. Dolayısıyla güven kültürünün oluşması için bir zihinsel hazırlık süreci şarttır. Bunun için illerde öğretmen, yönetici ve sivil toplum örgütlerinin de katıldığı küçük toplantılar, seminerler düzenlenebilir. Ancak bunun sihirli bir formülü bulunmamaktadır.

64. Hükümet Programında ilk ve ortaöğretimde okul bazlı bütçe yönetimine geçilmesine yönelik çalışmalar yapılacağından bahsedilmekte. Okulların özerkleşmesi ve karar alma serbestisinde okul bazlı bütçe yönetiminin nasıl bir etkisi olur?

Okul bazlı bütçe yönetimini destekliyorum. Okullara kendi kaynaklarını oluşturma seçenekleri sunularak, kaynak sağlanarak okulların kendi yönetimini gerçekleştirmesi sağlanabilir. Adil ve doğru bir bütçelendirme yapılabilirse okul bazlı bütçe yönetim modeli uygulanabilir olacaktır, okullarımızın bunu yapabileceğini düşünüyorum. Ancak bu uygulamanın şu anki okul yapısı ile yürütülmesi zor olacaktır. Çünkü okulların bu konuda insan kaynağı yeterli değildir. Bu nedenle, okullara yeni bir birim eklenerek yönetim kurullarının oluşturulması gerekmektedir. Okul bütçesinin velilerin de dâhil olduğu yönetim kurulu tarafından denetlenmesi gerekmektedir. Özerklikten önce okulların kendi kararlarını alabilecek yetkinliğe ulaşmaları sağlanmalıdır.

Türkiye’deki yönetim kültürü açısından düşünüldüğünde, eğitim finansmanında demokratikleşme ne yönde çıktılar üretir?

Özerklik demek güven, saydamlık, hesap verebilirlik, yeterlik demektir. Eğer bütçe yönetimi okullara bırakılacaksa okulların bu çerçevede yeniden organize edilmesi gerekmektedir. Bu sürecin çıktısı demokratik bir okul olacaktır. Özellikle bütçe konusunda saydamlık ve hesap verebilirlik daha önemli iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birkaç not daha eklemek istiyorum;

AB’de ülkelerin en az üçte ikisinde ders kitaplarını okul kendisi seçmektedir. Bununla birlikte, okulların öğrencileri nasıl değerlendirecekleri, ne tür sınavlar yapacakları konusunda da ülkelerin büyük bir kısmında özerklik söz konusudur. Yine ülkelerin en az üçte ikisinde öğrencilerin sınıf tekrarı konusunda özerklik söz konusudur. Bununla birlikte, çalışma saatlerini belirleme konusunda özerk olan ülkeler bulunmaktadır, örneğin Hollanda öğretmenlerin kaç saat çalışacağına okulların karar verdiği bu konuda tam özerk bir ülkedir. Mesleki gelişim programlarını okulların düzenlemesi konusunda da Avrupa’daki ülkelerin büyük bir kısmı özerktir.