Mimarların Yüzyıl Önce Aldığı Kararlar Bugün Öğrenimi Nasıl Etkiliyor?
Orijinal Başlık: How Decisions Architects Made A Century Ago Affect Learning Today 1

Sömürge dönemlerinin tek sınıflı okul binaları yerli malzemelerden yapılmış basit bir tasarıma sahipti. Çocuklar en büyükleri en arkada olacak şekilde banklarda otururlardı. Nostalji bunları aklımızda tutsa da, bu tip sınıflar ezbere dayalı öğrenmenin ötesinde çok fazla olanak sağlayamıyordu. (LA Johnson/NPR)
Alexandra Lange’ın okul tasarımına olan ilgisi, Laura’nın Wisconsin’deki bir odalı okul binasının unutulmaz tasvirini içeren Küçük Ev (Little House on the Prairie) romanını okuduğu çocukluk yıllarında başladı.
Bugün kendisi bir mimarlık ve tasarım eleştirmeni. Çocukluğun Tasarımı (The Design of Childhood) adlı yeni kitabı, oyuncaklarla dolu oturma odasından, güvenli veya tehlikeli sokaklara, yeni ve iyi aydınlatılmış veya bakımsız sınıflara kadar çocuklarımızın öğrendiği ve büyüdüğü fiziksel alanları göz önünde bulunduruyor.
Alexandra Lange Ulusal Kamu Radyosunda (National Public Radio [NPR]) “Eğitim konusunda güncel tartışmaların çoğunun gerçekten içeriğe odaklanmış olduğunu hissettim” diyor ve ekliyor “Tasarımla ilgilenen biri olarak ki ben her zaman ilgilenmişimdir, ne tür bir odada bulunuyorsunuz, Ne kadar doğal ışık alıyor? Ne tür malzemelerden yapılmış? Ne tür bir sandalyede oturuyorsunuz? Eğitim ortamlarına yönelik bu soruların cevaplarını da önemsiyorum.”
Bugün, eğitimdeki en tartışmalı konulardan biri, okullarımızın zamana ne kadar ayak uydurduğu veya uyduramadığıdır. Okul binalarının fiziki yapısı eğitimin sağlanmasında en büyük sermaye yatırımını temsil eder, bu nedenle mümkün olduğunca uzun süre kullanılmaya eğilimlidirler. Lange’ın kitabı bir odanın boyutlarından yüksekliğine ve pencerelerin yerleşimine kadar her şeyin belirli öğrenme türlerini nasıl daha kolay veya daha zor hale getirebildiğini göstermektedir.
Bilinen tek sınıflı okul binaları sömürge dönemlerinden kalmadır. Ancak, Lange’ın kitabında yazdığı üzere, 19. yüzyıldan başlayarak, şehir merkezlerine büyük devlet okulları inşa edildi. Bu okullar bazen halkın kullanımına da açılan spor salonları ve konferans salonları gibi imkânlara sahipti. Ayrıca, tahtalar, Dünya küreleri ve haritaları gibi zamanın öğrenme teknolojileri ile donatılan sınıfların kendilerine özgü hikayeleri bulunmaktaydı.
Bu sınıflar sadece tek tip öğretim için tasarlanmıştı: doğrudan öğretim. Öğrencilerin banklarda oturduğu tek sınıflı okullardan ufak bir farklılıkla, öğrenciler yüzleri tahtaya dönük ve yere sabitlenmiş sıralara sahipti. Bu sınıflar, öğrencilerin defterlerindeki parlaklık ve gölgeleri önlemek için sol omuzlarından ışığın gelmesini sağlayacak, büyük sıra halinde pencereler ile aydınlatılıyordu, elbette ki öğrencilerin tümümün sağ elini kullanması gerektiği varsayılıyordu.
Lange kitabında “Eğer St. Louis veya Chicago veya New York’ta 1925’ten kalma bir sınıfın boyutlarını ölçerseniz, oranların muhtemelen aynı olduğunu görürsünüz” demektedir. Sınıflar yaklaşık 56 öğrenci için tasarlanmıştı.

Endüstriyel dönemde şehir merkezindeki okullar sağlam bir şekilde, büyük süslü lobiler, oditoryumlar ve spor salonları ile inşa edilmiştir. Sınıflar büyük pencereler tarafından aydınlatılmış ve sıra sıra ağır ve sabit masalarla doldurulmuştu. Bu okullar onlarca yıl altın standardındaydı. (LA Johnson / NPR)
Bu standardizasyon ve Amerikan okullarının değişmeyen görüntüsü, eleştirmenler tarafından sıklıkla ön plana çıkarılmıştır. Eğitim Bakanı Betsy DeVos geçtiğimiz günlerde onlarca yıllık bir sınıfın resmi ile “Hayatımıza dair her şey endüstriyel dönemin ötesine geçti. Ama Amerikan eğitimi büyük ölçüde geçemedi” mesajı ile bir twit attı.
Lange bunun için “Betsy DeVos’a özel olmayan asılsız bir haber… Eğitimi sekteye uğratmaya çalışan birçok teknoloji liderinin sınıfların 100 yılda değişmediği fikrini tekrarlamaya devam ettiğini düşünüyorum” diyor.
Evet, bazı asırlık okullar hala kullanılıyor, diyor Lange, ama öğretmenlerin bugün o sınıflarda yaptığı şey çok farklı.
“Benim çocuklarım 1929’da yapılmış Brooklyn’deki bir devlet okuluna gidiyor. Ama artık o mobilyalardan hiçbirine sahip değiller. Artık, başlarını eğerek iş yapmak zorunda kaldıkları zaman oturdukları küçük masaları var. Doğrudan öğretim sırasında yüzlerini ekrana dönerek oturdukları kilimleri var. Daha küçük çocukların sınıflarında genellikle bir oyun alanı veya giyinme alanı, daha büyük çocukların sınıflarında ise dokunarak ve işbirliği içinde çalışmalarına olanak verecek, proje tabanlı öğrenme için bir çalışma alanı bulunuyor”
Lange, sınıflardaki bir başka yeniliğin, kilitli ve tekerlekli raflarla sınıftan sınıfta dolaşan dizüstü bilgisayarlar ve tabletler gibi teknolojinin eklenmesi olduğunu söylüyor: “Böylelikle, her sınıfta proje tabanlı bir öğrenme tasarımı yaratmışlar.”
Yüzyıllık endüstriyel dönemi sınıfının hikayesi, John Dewey ve diğerlerinin ilerlemecilik yaklaşımından esinlenen okul binalarını tüm dönemlerin dışında tutar. Savaş sonrası dönemdeki banliyö okulları çoğunlukla tek katlı ve avluların etrafına dağılmış biçimdeydi.

Savaş sonrası banliyödeki mimarlar okul tasarımına zihinlerindeki çocukla yaklaştılar. Mobilyalar hareketli ve çocuk boyuna uygundu. Sınıflar, kitap köşeleri, kum masaları, müzik ve sanat alanı, ayrıca dışarıya (açık havaya) daha kolay erişim özelliklerine sahipti. (LA Johnson/NPR)
Eşitlik, ya da daha doğrusu, eşitsizlik, Amerika’da devlet okullarının inşasında her zaman bir mesele olmuştur. Lange’ın kitabında alışılmışın aksini söyleyen iki öğretici durum çalışması bulunmaktadır.
1920’lerde, Sears, Roebuck ile servet kazanan Julius Rosenwald, Amerikanın güneyinde Afrikalı-Amerikalı çocuklar için, ki Lange’ın söylediğine göre birçoğunun okulunun dahi olmadığı bir dönemde, binlerce okula ulaşmak için eğitmen Booker T. Washington’la birlikte çalıştı. Vakıf, okulun yerel marangozlar tarafından ahşaptan inşa edilebilecek kadar basit olması için katalog dağıttı. “Okulların görünümünün mütevazi olması zorunlu tutulmasına rağmen, sınıfların tasarımı tamamen günceldi” – bu durum yerel beyaz liderleri kıskandırıyordu.
Benzer şekilde, Jim Crow* yasasının geçerli olduğu 1950’lerde, Charles Colbert, Afrikalı-Amerikalı çocuklar için New Orleans’ta modernist yapılar haline gelen bir dizi okul tasarladı. Bu okullar, yükseltilmiş sınıflar ve gölgeli açık yürüyüş yolları ile yerel okullarının tarzıyla benzerlik gösteriyordu. Muhafazakârların kaygılarına rağmen, bu okulların son temsilcilerinden biri olan Phillis Wheatley İlkokulu, 2011 yılında yıkıldı.
1960’larda ve 70’lerde, açık planlı okulların yükselişi ile modernizm daha da yenilikçi hale geldi.

1960’lar ve 70’lerde inşa edilen açık planlı okullar, halı kaplı amfi tiyatrolar gibi birçok yenilikçi ve esnek tasarım unsurunu içeriyordu, ancak bir büyük faktörü göz ardı etti: gürültü. (LA Johnson / NPR)
“Açık planlı okul aslında büyük bir odadır. Genellikle hayalci bir biçimde daire şeklinde planlanmışlardı ve sınıflar kümelerden oluşurdu.”
“Bütün gün bir sandalyede dik oturmak, çocukların çoğunun yapmak istediği bir şey değil, ayrıca her türlü iş için de elverişli değil. Bu nedenle, mobilya ve oda boyutları açısından birçok seçenek var” anlayışının benimsendiği bu okullar çocuklara daha fazla özerklik vermeyi amaçlayan bir hareketin parçasıydı.
Bu seçimler, bireysel, küçük veya büyük gruplar halinde öğrenme için “küçük, orta ve büyük” alanları içeriyordu. Çocukların hareket edebilecekleri yumuşak mobilyalar vardı. Halı ile kaplı merdivenlerinin oturma alanı olarak kullanıldığı ve “kiva” olarak da adlandırılan açık amfi tiyatroları da olabilirdi.
Lange, Kuzey Carolina’da böyle bir okulda gözlem yaptı. Ona göre açık plan “çoğunlukla akustik problemlerden kaynaklı – ki gerçekten çok gürültülüydü – itibarını kaybeden” bir model. Görünürdeki esneklik yüksek sesli ve sessiz pek çok dikkat gerektiren aktivitenin “koreografi”sine ters düşüyordu. Ayrıca, ilerici ve ilgiye dayalı öğrenme daha katı standartlara dayalı öğretime yerini bırakırken, gerçekte ve mecazen yumuşak olan bu tasarımların modası geçti.
Ancak Lange günümüzün en çok övülen “Ted konuşmalarına konu olan özel yapım okulları”ı ziyaret etmek için dünyayı gezdiğinde, “yenilik söylemlerine” karşın 1970’lerden kalma pek çok tanıdık özellik buldu.

Sınıflar bugün 10, 50 veya 100 yıllık binalarda olsalar bile, çoğunlukla akıllı tahtalar, dizüstü bilgisayarlar için tekerlekli raflar, grup yapılmış hareketli masalar ve sergilenen pek çok öğrenci çalışmasının bulunmaktadır. (LA Johnson / NPR)
Yeni proje tabanlı, araştırmacı ve sorgulayıcı okullarda temel düşünce “sınıfa yönelik kalıplaşmış yargılardan kurtulmaktır…” Mimari süreçten etkilenen her türlü farklı öğrenme ortamlarını görüyorsunuz. Bu fikirler sürdürülebilirlik ve taşınabilir, dijital teknoloji gibi daha yeni kavramlarla donatılmıştır. Masa ve sandalyeler yere sabitlenmiş değil de, tekerlekler üzerinde olabilir.
Temel olarak hangi çağ olursa olsun, diyor Lange, “Sınıfın tasarımı bir teknolojidir ve bunu çok farklı şekillerde yorumlayabilirsiniz. Mimarlar bunu daha çok ve daha az tipik yapabilirler. Fakat önemli olan öğretimdir, sınıftaki etkileşimdir, daireye mi, kareye mi yoksa başka bir şeye mi benzediği değildir.

Gelecek? Sürdürülebilirlik ve dijital teknoloji iki ana eğilimdir. Bazı endüstriyel dönem fikirleri ise, gün ışığı gibi, her çağa uygundur (LA Johnson / NPR)
Geleceğin okulları nasıl olacak? Lange şu soru üzerine kafa yoruyor: “Bir alanda taburelere oturmuş dizüstü bilgisayar kullanan çocuklar olabilir mi? Mevcut düşüncelerden biri orman anaokulları ve kent çiftlikleri iken, diğeri eğitime dair her şeyin dizüstü bilgisayar ve tablet üzerinden yürütüleceğidir. Geleceğin tasarımları bu iki düşünceyi de harmanlayabilir.”
* Jim Crow yasaları Amerika’da 1875-1968 yılları arasında uygulanan, ırk ayrımına yönelik yasalardır.
Dipnotlar:
- Kamenetz, A. (2018, Haziran 9). How Decisions Architects Made A Century Ago Affect Learning Today [Web blog yazısı]. https://www.kqed.org/mindshift/51411/how-decisions-architects-made-a-century-ago-affect-learning-today adresinden erişildi. ↩