Liselere Yerleştirmede Yeni Uygulama Döngüyü Kırabilecek Mi?
2013-2014 öğretim yılı sona ererken eğitim camiasındaki tartışmalar liselere giriş sistemi üzerinde yoğunlaşıyor. Bu tartışmalar yıllardır yaşanan ve özellikle 2013 SBS yerleştirme sonuçları ile yılan hikâyesine dönen bir sürece dayanıyor. Geçtiğimiz yıl ilk tercih sonucunda 64 bin boş kontenjan kaldığı ve bu kontenjanları doldurabilmek için okulların açılmasını takip eden zaman dilimini de kapsayacak şekilde öğrencilere 5 kez tercih hakkı tanındığı biliniyor. Buna rağmen sorunlar çözülememiş, boş kontenjanlar her ek yerleştirme ile azaltılsa bile doldurulamamıştı. Öte yandan, 2014 tercihlerinde aynı sorunların yaşanmaması için Milli Eğitim Bakanlığı’nın uzun süredir çalışmalar yaptığı biliniyor. Bu çalışmalar belirli aralıklarla kamuoyuna gerek tek sınav-tek yerleştirme sistemi, gerekse 25+1 tercih hakkı olarak yansımıştı. Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı tarafından bugün yapılan açıklamaya göre ise tercih yapmak isteyen öğrencilerin bu yıl ilk aşamada üç seçenekten birine karar vereceği açıklandı: “Özel yetenek sınavıyla yerleştim”, “Özel okula kayıt yaptırdım” ve “Tercih yapmak istiyorum”. Özel yetenek sınavıyla yerleşen öğrenciler ya da özel okula kayıt yaptıran öğrenciler tercih listesi oluşturamayacaklar.
Geçen yıl boş kalan on binlerce kontenjan açığının sebeplerinden biri olarak özel okullar ve resmi liseler arasında bağımsız işleyen kayıt sitemi gösterilmişti. Başka bir deyişle, kontenjan boşluklarının oluşmasında, tercih yapıp bir okula yerleştirilmesine rağmen tercihini özel okula kayıt yaptırmaktan yana kullanan öğrencilerin etkili olduğu düşünülüyordu. Bu sorunun bu yıl aynı boyutlarda yaşanmaması için yapılan yeni düzenlemede tercihin ilk aşamasındaki üç seçenekten biri “Özel okula kayıt yaptırdım” seçeneği olarak yer alıyor. Ancak, buna rağmen özel okula kayıt yaptırma olasılığı yüksek olup, şansını denemek isteyen öğrencilerin sayısının dikkate değer bir oranda olacağı kuvvetli ihtimaller arasında. Özetle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu yeni uygulaması sorunu çözmek için tek başına yeterli görülmüyor.
“Tercih yapmak istiyorum” seçeneğini işaretleyen öğrenciler ise tercihlerini iki liste üzerinden yapacak. Öğrenciler ilk listede il ve okul türü sınırlaması olmaksızın 15 tercih yapacak. Yerleşememe ihtimaline karşı ise ikinci listede yer alan Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi, Anadolu İmam Hatip Lisesi, Çok Programlı Anadolu Lisesi ya da Anadolu Liseleri türlerinden birini işaretleyecekler. Bu durumda 15 tercihine yerleşemeyen ve ikinci listede okul türü tercihi yapan bir öğrenci en yakın boş kontenjanı olan okula puan üstünlüğüne göre yerleştirilecek. Bu durumun olası sonuçlarına göre cevapları belirsiz sorular ortaya çıkıyor. Örneğin, daha önce eleştirilere konu olduğu gibi hala Kadıköy’de yaşayan bir öğrencinin Beylikdüzü’nde bir Anadolu Lisesi’ne yerleşme ihtimali bulunuyor. Yerleştirilmesi durumunda öğrenci tercih işlemi sürecinin dışına çıkmış olacak mı, nakil gibi başka çözüm yolları arayışına mı girecek ya da öğrencinin puanı yetmesine rağmen Beylikdüzü’ndeki bir okula yerleştirilmeyecek mi?
Ele alınması gereken bir diğer konu da ikinci listede işaretlediği okul türüne yerleşemeyen öğrencilerin karşılaşacağı durum olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan açıklamaya göre ikinci aşamada öğrenci tercih ettiği okul türünden birine yerleşemezse, bu kez okul türünden bağımsız olarak evine en yakın okullardan birine yerleştirilecek. Yani öğrenci tercihleri arasında olmadığı halde örneğin meslek lisesine yerleştirilebilecek. İki aşamalı tercih sonrasında büyük olasılıkla tercihleri arasında olmayan bir okul türüne yerleşen öğrenci, bir önceki aşamada olduğu gibi yine yerleşme sorunundan kurtulmuş olmayacak ve çözümü nakil gibi diğer yollarda arayacağı için bu sonu olmayan döngünün içinde yer almaya devam edecek. Bölgesel eşitlik, erişim ve alt yapı ile ilgili problemler daha genel coğrafyaların ötesinde, aynı şehrin semtleri arasında bile çözülememişken oluşacak eşitsizlikler yaşanan hakkaniyet sorunlarını iyice derinleştirecektir. Tercih edilen ikinci listede yer bulamayan ancak ortalamada daha yüksek puana sahip ve yaşam bölgesi itibarı ile daha dezavantajlı bir bölgede yaşayan öğrencinin daha iyi bir bölgede yaşayan ve daha düşük başarı puanına sahip öğrenciden beklentilerine göre görece daha kötü eğitim koşullarına maruz kalacak. Problem doğru tanımlanıp çözüm belli bir yöntem çerçevesine oturtulmadığında olası çözüm senaryolarının bütüne yönelik taşıyacağı eksiklikler benzer düşüncelerle maalesef daha fazla geliştirilebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi 2013 SBS yerleştirmeleri öğrencilere 5 kez tercih hakkı tanınmasıyla sonuçlanmıştı. Bu bakanlığa çok büyük bir iş yükü ve kamuoyu baskısı getirmekle birlikte, belirsizliklerle dolu ve tüm paydaşlar için yorucu bir süreç olmuştu. Yapılan bu yeni düzenleme ile birlikte çözüm arayışı, ek yerleştirmelerden okullar arası nakil işlemlerine kaydırılmış oldu. Bu durum, her ne kadar bakanlık üzerindeki baskıyı azaltacak gibi görünse de, aileler ve okulların üzerine daha büyük yük getiriyor. Sonuç olarak, sorun hala çözülebilmiş görünmüyor. Uzun vadede bu uygulama ile bakanlığın da içinde bulunduğu paydaşların hepsinin, içerikte aynı ancak şekil değiştirmiş sorunlarla karşı karşıya kalması muhtemel görünüyor.
TEOG yerleştirme sonuçları üzerinden yaşadığımız bu tartışma aslında MEB’in aldığı birçok karar üzerinden yapılan tartışmalarla önemli ölçüde benzerlik gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde özellikle son yıllarda sorunların sayısındaki hızlı artış ile büyük bir karmaşa yaşanıyor ve TEOG yerleştirme tercihleri de bunlardan sadece birisi. Okul öncesi eğitimden hayat boyu öğrenmeye kadar gerek erişim, gerek nitelik, gerekse de eşitlik açısından kamuoyundaki rahatsızlıklar had safhada. MEB bu rahatsızlıkların farkında olmakla birlikte kamuoyundaki oluşan algıyı ortadan kaldırmak adına son birkaç yıldır yoğun bir çalışma içinde. Milli Eğitim Bakanlığı sorun tespitlerini ve öncelik alanlarını belirlemekte sorun çözmekten daha etkin hareket ediyor, ancak sorunu ortadan kaldıracak yöntemlerin doğru uygulanabilme şansı çoğunlukla elde edilemiyor.
Yapının karmaşık olduğu, çok sayıda insanı ve paydaşı ilgilendiren durumlara sistem modeli üzerinden yaklaşılmadığında beliren probleme getirilen pratik çözümler bir sonraki aşamada daha da büyüyerek yeni bir sarmal üretiyor. Ne yazık ki zorunlu olarak doğacak ikinci pratik çözümün getirdiği yeni artçı sarmal problemi biraz daha büyütüyor ve tartışma ekseni başladığı yeri unutturacak kadar başka bir sonuca varıyor. Tartışmalar konu özelinden çıkarılıp bütünsel olarak değerlendirildiğinde, MEB’in sorunları bu kadar yakından takip ederken kamuoyunu bir türlü rahatlatamamasının aslında bir odaklanma sorunu olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Karar verme sürecinin ilk basamağı olan sorun tespitinde bakanlık verimli çalışsa da, şikâyetlerin fazla olması ve sürekli bakanlık bünyesindeki kişilerde değişikliğe gidilerek “bakanlığın hafızasını” yitirmesi nedeniyle önerilen yöntemlerin sorunları çözemeyeceği ne yazık ki görülemiyor. Çünkü bakanlık odaklanamıyor. Sorunları ve şikâyetlerin fazlalığı nedeniyle dikkatini odaklayıp, bütüncül bir bakış açısı getirip basitleşmeye gidemiyor. Yani baskı altında hızlı değişim ve dönüşüm kararları odaklanamama problemi ile alındığından eksik ve hatalı politika uygulamaları olarak karşımıza çıkıyor. Bu da kamuoyunun tatmin olmamasına, daha da önemlisi problemleri ortadan kaldırmadığı gibi daha da büyümesine neden oluyor. MEB’in bu karmaşadan uzaklaşması ve eğitim sistemini düzenleyebilmesi için ana sorun kaynağını bulmada odaklanmanın önündeki engellerin ortadan kaldırması en elzem ihtiyaç olarak karşısına çıkıyor.
Karar alma süreçlerinde böylesine büyük sorunlarla boğuşurken, tüm eğitim sistemini kapsayan bilgi ve sorun kirliliğinden sıyrılarak bir odak noktasının belirlenmesi şart. Sonrasında sorun alanları arasındaki ilişkiler ağı ortaya konulup kısa, orta ve uzun politika ve uygulama yöntemlerine gidilmesi gerekiyor.
Konunun özü; yapılan bu son düzenleme, on binlerce aileyi ilgilendiren bir sorunun çözümüne yönelik olsa da, günü kurtarmanın ötesine geçemeyeceği ve yukarıda sıraladığımız hesaplanabilir sorunlara ek olarak yaşadıkça fark edilecek yeni sorunlar oluşturacağa benziyor. Yapılan değişikliklerin sadece şekil değişikliği ile paydaşları etkilemeye devam edeceği yorumu şimdilik hiç de yanlış görünmüyor.