MİT: IQ Testleri Hayat Başarısını Yordamaktadır
Orijinal Başlık: Myth 49: IQ tests predict success in life. That’s why schools use them to form ability groups and pick students for gifted or special-needs tracks 1
IQ testleri hayat başarısını yordamaktadır. Bu nedenle okullar beceri grupları oluşturmak, üstün yetenekli veya özel eğitime ihtiyacı olan öğrencileri belirlemek için IQ testlerini kullanır.
Entelektüel zekâ (IQ) testleri, yaygın olarak kullanıma başlandıkları günden beri tartışmalara konu olmuştur. Başarı, zekâ ve IQ testlerine ilişkin bazı varsayım ve kavram yanılgılarını belirlemek ve açıklığa kavuşturmak bu nedenle önemlidir. İlk olarak, “hayat başarısı”nın kabul edilmiş tek bir evrensel tanımı olmadığına dikkat etmeliyiz. Bir kişinin hayatta neyi başarı olarak gördüğü ile diğerinin neyi başarı olarak gördüğü faklıdır.
IQ testlerini savunanlar, “başarı” tanımlarını genellikle akademik performans, eğitimde geçirilen süre, fiziksel sağlık, uzun yaşam gibi geleneksel olarak değerli görülen çıktılar ve IQ arasında bir ilişki olduğunu gösteren çalışmalara dayandırmaktadır (Duckworth, Quinn, Lynam, LOeber, & Stouthamer-Loeber, 2011). Bu çıktıları başarılı bir hayatın göstergeleri olarak kabul edenler, sadece IQ puanlarının çocuğun yaşamı boyunca aldığı yolu tahmin edebileceğine inanmaktadır.
Ancak IQ ile zekânın aynı şey olmadığı gözden kaçırılmamalıdır. Zekânın, hem genetik hem de çevresel etkiyi hesaba katan tanımlarından biri şöyledir: “Zekâ; sorgulama, problem çözme, planlama, soyut düşünme, karmaşık kavramları algılama, çabuk öğrenme ve deneyimler yoluyla öğrenme becerilerini kapsamaktadır”. Zekâ sadece ezbere öğrenme, akademik beceri ya da testlerde başarı elde etmekten ibaret değildir. Bilakis zekâ, daha kapsamlı ve derinlikli bir şekilde çevreyi kavrama kabiliyetini ve farkındalığı yansıtmaktadır (Gottfredson, akt. Nisbett ve diğ., 2012).
IQ puanı zekâyı test performansına göre belirlerken, IQ puanının elde edildiği testler pek çok yetersiz varsayıma sahiptir. Geleneksel IQ testlerini oluşturanlar, zekânın standart bir test ile ölçülebilecek tekil bir yapı olduğuna inanır ve zekâyı bir sayıya indirgerler. Bu düşünceyi destekleyenler, IQ testlerinin bireyin beceri ve potansiyeli ile ilişkili olan gerçek ve süreklilik gösteren şeyleri ölçtüğüne inanırlar ve bu testlerin objektif bir şekilde okulda ve gerçek hayatta insanları sınıflandırmak için kullanılabileceğini ve hatta kullanılması gerektiğini savunurlar. (Herrnstein & Murray, 1994). Ancak bu düşüncenin karşıtları, zekâ gibi böylesine karmaşık bir olgunun tek bir test ile ölçülebilmesinin mümkün olup olmadığını ciddi bir şekilde sorgulamaktadır.
Gelişim psikoloğu Howard Gardner zekâyı; dilsel, görsel, sosyal, müziksel gibi sekiz veya daha fazla özgül bileşeni olan komplike bir bütün olarak görmektedir. Gardner çok sayıda bilişsel modun var olduğunu ve bunların aralarında çok zayıf ilişkiler olduğunu ileri sürmektedir. Bu yüzden, IQ testleri entelektüel becerilerin yalnızca küçük bir kısmını ölçtüğü için, müzik dehası olan bir insan bu testlerden oldukça düşük bir puan elde edebilir (Gardner, 1983). Ayrıca geleneksel IQ testlerine alternatif olarak Robert Sternberg (1985) bu testlerde zayıf kalan yaratıcılığın ve uygulamalı deneyimin önemini vurgulayan üç bileşenli bir zekâ teorisi geliştirmiştir. Aslında, geçen 100 yılı aşkın sürede insan zekâsının doğası üzerine çalışan üç ayrı araştırma geleneği bulunmaktadır: ilk olarak psikometrik yaklaşım, ardından 20. yüzyılda bilgi işleme ve bilişsel yaklaşımlar (Kaplan & Saccuzzo, 2009). IQ testleri bu araştırma yaklaşımlarından yalnızca birine ait çabaları temsil etmektedir: psikometrik yaklaşım.
Psikologlar arasında zekânın doğasına ilişkin olarak güçlü bir anlaşmazlık bulunmakla birlikte, üç soru cevaplanmaya değerdir; 1) IQ testleri ilk olarak ne için geliştirildi? 2) IQ testleri neyi ölçer? ve 3) IQ testleri neyi ölçmez? IQ testleri ilk olarak eğitim sistemini geliştirmenin bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. 1905 yılında, Fransa Milli Eğitim Bakanlığının isteği üzerine, Alfred Binet ve arkadaşları “zekâ yönünden sınırlı bireyleri belirleyerek, bu bireylerin normal sınıflardan özel eğitim servislerine alınmalarını sağlamak” amacıyla ilk IQ testini geliştirmiştir (Kaplan & Saccuzzo, 2009, p. 231). Binet’e göre zekâ; muhakeme yeteneği, dikkat ve sorgulama becerilerini test etmek yoluyla, kelime bilgisi ve aynı zamanda sayısal becerileri ölçecek şekilde tasarlanmış sorular ile ölçülebilir. Bu IQ ölçümü ve tanımlaması psikometrik yaklaşımdır.
Günümüzde Stanford- Binet Zekâ Ölçeğinin (Binet ölçeğinin Amerikan türevi) beşinci sürümü geliştirilmiştir ve çocukların genel bilişsel becerilerini ölçmek için kullanılmaktadır (Çocuklar için Wechsler Zekâ Ölçeği gibi diğer zekâ testleri ile birlikte). Bir çocuğun IQ puanı, bilgi ve kısa süreli hafızanın yanı sıra; sözel, görsel/uzaysal ve sayısal muhakeme gibi zekâyı bilişsel açıdan ölçen sorulardan elde edilmektedir (Kaplan & Saccuzzo, 2009). IQ testleri genellikle bir çocuğun yetenekli mi yoksa özel eğitime mi ihtiyacı olduğunu belirlemek için kullanılır. Bazı okullar IQ testlerini öğrencinin sınıf içindeki performansı ve akranlarıyla iletişimi gibi diğer bilgilerle birlikte değerlendirerek öğrencinin hangi sınıfa yerleştirileceği gibi kararları almak için kullanır. Bazı okullar ise bu gibi kararları vermek için sadece, öğrencinin zihinsel becerileri hakkında objektif bir ölçüm sağladığına inandıkları IQ puanını kullanmayı tercih eder. Ancak şunun doğruluğunu kabul etmeliyiz ki geleneksel IQ testleri bireylerin farklılıklarını yok saymaktadır ve eleştiriler bu testlerin yoksullara ve azınlıklara karşı yanlı hazırlandığı konusunda yoğunlaşmaktadır. IQ testlerinin okullarda öğrencilerin yerleştirilmesiyle ilgili yanlı testler olduğuna yönelik düşünceler, neden düşük gelirli ailelerin ve azınlık çocuklarının yetenekli çocuklar için oluşturulan programlarda daha az, özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar için oluşturulmuş programlarda ise daha fazla temsil edildiğini açıklamakta yardımcı olabilecektir.
IQ testlerinin ilk olarak okullar için tasarlandığı göz önünde bulundurulursa öğrencinin okul başarısını belli ölçüde yordaması şaşırtıcı değildir (Neisser ve diğerleri, 1996). Ne yazık ki IQ testlerinin ölçmediği karakter, motivasyon, sosyal beceriler, tutum, kişilik ve sosyal ağlardaki üyelikler gibi kişisel özellikler bireyin hayat başarısında çok büyük bir etkiye sahiptir. Ortalama bir insana gerçek hayatta başarılı olmak için gerekli niteliklerin neler olması gerektiğini sorduğunuzda, hiç şüphesiz, yukarıda belirtilen bilişsel olmayan becerilerin birçoğu listenin başında yer alacaktır. Bilim insanları son zamanlarda bilişsel olmayan becerilerin çocukların gelişimlerindeki önemini araştırmaya başlamıştır. Paul Tough (2012) “Çocuklar nasıl başarılı olur?” (How Children Succeed) kitabında nörobilimcilerin, ekonomistlerin, psikologların ve eğitimcilerin bu değişen eğilimini ortaya koymuştur. Tough, bilim insanlarının öz-denetim, azim ve direncin çocuğun başarısını belirlemede önemli olduğuna inanmaya başladıklarını ifade etmiştir. Nitelikli okul öncesi eğitimin etkilerine ilişkin yapılan boylamsal çalışmalar bu inancı desteklemektedir. Üniversiteyi tamamlama, gelir durumu ve hayatın ilerleyen zamanlarındaki diğer çıktılara baktığımızda sözel ve matematiksel beceriler kadar “sosyal becerilerin” de başarıda belirleyici olduğu görülmektedir (Deke &Haimson, 2006; Lleras, 2008).
IQ testlerinin çocukların 40 yıl sonraki hayatlarında elde edecekleri başarıyı yordayabileceği düşüncesi, zekânın sabit ve değişmez bir yapıda olduğu inancı ile yakından ilişkilidir. Esnetilebilir zekâ ise zekâyı dinamik ve kişinin hayatındaki çevresel ve biyolojik faktörlerin etkisiyle şekillenen bir yapı olarak gören karşıt görüşü yansıtır. Bu düşüncenin temellendirildiği nöroplastisite, bilim insanlarının nöral yollarda yapısal değişiklikleri gözlemlemelerini mümkün kılan taramalarda beynin gelişim süreci esnasında büyük değişimler olduğunu kaydetmiştir. Daha basit ifade etmek gerekirse, nöroplastisite teorisi beyni bir kas olarak görür: ne kadar çok egzersiz yaparsanız o kadar çok gelişir. Zekânın bu esnetilebilir yapısı umut vericidir, çünkü bu teori bilişsel becerilerin çok çalışarak ve pratik yaparak geliştirilebileceğini vaat eder. Bu, Tough’un karakter ve sosyal beceriler gibi bilişsel olmayan becerilerin çocuklara öğretilebileceği görüşü ile birlikte düşünüldüğünde, IQ testlerinin tek başına hayat başarısını belirleyebileceğini söyleyen deterministik görüş komik kalmaktadır.
Ek olarak, çok sayıda bilim insanı tarafından sosyal hayatın zekâ puanları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Flynn (2009) Britanyalılar ve Amerikalı siyahiler arasındaki gibi bir akran alt kültürünün IQ testindeki performans üzerinde etkili olduğunu ileri sürmüştür. Ergenlik yıllarında, IQ olarak ölçtüğümüz kavramın üzerinde ailenin ve okulun etkisinden daha güçlü bir etki bırakmaktadır. IQ testlerinin değişmezliği ve durağanlığı ile ilgili olarak kuşku duymamıza sebep olan bir gösterge ise işçi sınıfından ve orta sınıf ailelerden evlatlık edinilen çocukların IQ puanlarının 12-18 puan aralığında artmasıdır. Açıkça görülüyor ki, zekâ yalnızca genlere özgü bir özellik olsaydı bunun olması mümkün olmazdı.
Sözün özü, IQ testlerinin çocukların hayatını gerçek ve önemli yollardan şekillendirdiği düşünülmektedir. Eğitimciler IQ testlerini çocukların hayatını uzun vadede etkileyecek kararları alırken kullanmaktadır. Ayrı bir sınıfa ve okula yerleştirilmek ve bireyselleştirilmiş eğitim planlarının geliştirilmesi, IQ testlerinin bir çocuğun hayatını nasıl değiştirebileceğinin yalnızca iki örneği. Eğitimcilerin bu bilişsel ölçme aracını çocuğun geleceğini gösteren kristal bir küre olarak görmeleri, çocuklar ve aileleri açısından oldukça zarar vericidir. Hiçbir test bir çocuğun bütün ve özgün becerilerini ölçemez; insan beyninin karmaşık yapısını ve kişiliği tek bir sayıya indirgeyen bir test ise hiç ölçemez. Bu testler geleceği de yordayamaz. Eğitimciler bu testleri kullanırken dikkatli olmalı, eğitimsel bir karar verileceği zaman çocuğu bütüncül olarak değerlendirmeli ve bütün çocukların kendi özgün potansiyelleri ile öğrenebileceği düşüncesini korumalıdır.
Değerlendirme
Aileler, çocuklarının geleceği söz konusu olduğu zaman eğitim ve eğitimin niteliği konusunda daha bir heyecanlı ve kaygılı davranmaktadır. Toplumsal geleceği, iddialı metin ve söylemlerle kurgulayan eğitsel modellerde ise, “üstün beyin gücü” anlamından daha öte yüklemelere açılarak tartışmalar eğitsel doğru ve beklentilerin dışına çıkmaktadır. Daha iyi bir eğitim ve gelecek için sunulan her türlü pratik uygulama ve iddia içeren eğitsel destek önerisi sosyal hafızada hızla “mit”leşerek farklı sakıncalara yol açmaktadır. İnsan gelişimi ve mutluluğu bir bütündür. Bu, tekil elde edilecek değerlendirme ve eklemelerle sağlanamaz. Kaldı ki “hayat başarısı” kavramının kişilere göre tanımında görülen farklılıklar, kişisel yeterliklere ve amaçlara bağlı kalarak yaşam doyumunu her birey için ayrı ayrı açıklar. Sosyal bir kabule ya da imaja bakarak eğitim, yaşam ya da meslekler hakkında kararlar almak insanların nesneleşmesine ve kategoriler içerisinde değerlendirilmesine giden kült akımlar oluşturur. Diğer taraftan, insanların problemlerle başa çıkma yeteneği, bilişsel bir değerlendirme ile erişilen ve anlık olmayan mutluluk değerlendirmesi, yaşam motivasyonu sağlayacak kadar yeterli ve iyi olma hissi veren olumlu duygulanım ile kişisel amaçlarla bunların geçekleşmesi arasındaki tutarlılık olarak ele alınabilecek bireyin “iyi olma hali” ile ilgili göstergelerin de değerlendirmeye dâhil edilmesi önemlidir. Bunların yanı sıra, tüm bireylerin ayrı ayrı özellik ve yeterliklerinden kaynaklanan “özgül” koşullar listesini de eklemek gerekecektir.
Standardize edilmiş ilk zekâ testinin Paris banliyölerinde yaşayan çocukların öğrenme sorunları ve farklarını açığa çıkarmaya dayalı bir kurguya sahip olduğu düşünüldüğünde daha çok öğrenilmiş zekâ ve kültürlenme ile gelen farkı açığa çıkartacak yaklaşımları benimsediği söylenebilir. Bu durumda ölçümler dar bir popülasyon için alınacak kararlara gerekçe olarak kullanılacak iken yaygınlaşan kullanım ve başka eğitsel değişkenlerle iddialı bir şekilde birleştirilen zeka ölçüm sonuçları, başlangıç gerekçelerinden koparak güncel sorunlara ölçüsüzce cevaplar hazırlamaya çalışan bir nesneye dönüşmüştür. Ayrıca, hakkında bir takım eğitsel tanılamalar getirilmesi gereken grup için dahi sağlanacak değerlendirmenin kapsamlı gelişim incelemesi yerine psikometrik incelemeler de bulunması ayrıca eleştiri konusudur. Kan tahlili yapılır gibi çocukların zekâ değerlerinin belli paremetrelerle ölçülmesi ve en sağlıklı olacak “eğitim reçetelerinin” kaleme alınması gerçekçi olmayacağı gibi insani de değildir. IQ testleri eğitim için gereklidir. Sınırlı durumlarda ve sınırlı değerlendirmeler yapmak için kullanılabilirler. Eğitsel değerlendirme için tek başına kullanılmaları ya da sağladıkları ana fikir üzerine diğer eğitsel gelişim göstergelerinin eklenmesi değerlendirme objektifliğini artıramaz.
İnsan ve eğitim bir eko-sistemin konusudur ve bütündür. Gelişimin kendi paradigması içinde bireye özgü ve katkı sağlayabilmek amacıyla öne çıkan tüm farklı paradigmalardan beslenen göstergelerin yine bireye özgü kullanılması önemsenmelidir. Hiçbir araç geçerlik varsayımları ne olursa olsun insanla ilgili kestirimler yapmak ve kararlar almak için hiza taşı olarak kullanılamaz. Özellikle ailelerin kaygıları ve daha parlak bir gelecek için yapılabilecekler adına kestirimde bulunmak adına yola çıkan psikometrik değerlendirmeler açık bir etik ihlal ve teknik yanlışlık olacaktır. Eğitimciler belli kavramları kendi içlerinde kullanma gerekçeleri kadar bunların sosyal yansımalarını da izlemek ve dikkate almaktan sorumludurlar.
Dipnotlar:
- Berliner, D. C. ve Glass G. V. (2014). Myth 49: IQ tests predict success in life. That’s why schools use them to form ability groups and pick students for gifted or special-needs tracks. 50 myths and lies that threaten america’s public schools: The real crisis in Education içinde (s. 233-236). Teachers College Press. ↩