Hayat Tekrar Okul Olduğunda
Orjinal Başlık: When life means school again 1
“Non scholae, sed vitae discimus“
“Okul için değil, yaşam için öğreniriz.” (Seneca’dan sonra)
İşte yine Eylül geldi. Kuzey yarımkürede yaşayan milyonlarca çocuk için Eylül, yaz tatilinin sonu ve de yeni okul yılının başlangıcı anlamını taşıyor. Bazıları için daha önce hiç deneyimlemedikleri şeylerle karşılaşmak demekken, bazıları için alışık oldukları rutine geri dönmek demek. Fakat hepsi için okul, genç hayatlarının büyük bir bölümünü harcadıkları yer.
Artık çocuklar okula daha erken yaşta başlıyor. OECD’nin Eğitime Bakış 2013 (Education at a Glance 2013) raporunun da gösterdiği üzere, 2011 yılı ortalamasına göre, 4 yaşındaki çocukların %84’ü formal eğitime kayıtlı bulunmakta ve bu oran 2005 verileriyle kıyaslandığında %5’lik bir artış görülmektedir. 25 OECD ülkesinde, 3 yaşındaki çocukların en az yarısı, okul öncesi eğitime katılmakta ve bu ülkelerden, Belçika, Fransa, İzlanda, Norveç ve İspanya’da aynı oran %95 veya daha yüksek olarak kaydedilmektedir.
Bu kadar küçük yaştaki çocukların uyku düzenleri açısından bu süreyi okulda geçirmeleri uygun olmasa da, bu durum 5 ya da 6 yaşında ilkokula başladıkları zaman değişmektedir. OECD ülkelerinde, 2011 yılında ilkokul öğrencilerine verilmesi planlanan ders saati ortalama 800’dür, fakat Avustralya, Kanada, Şili, İsrail, Lüksemburg, Hollanda ve Portekiz gibi ülkelerde, ders saatleri 900’ü aşmaktadır. İlkokulda bu saatlerin neredeyse yarısından fazlası okuma, yazma, edebiyat, matematik ve fene ayrılmaktadır. Çoğu zaman çocuklar, ortalama 21,2 öğrencilik sınıflara bölünmektedir. Sınıf mevcudunun azaltılması eğilimi, okul günlerinin erken saatlerde başlayıp geç saatlerde bitmesini eğilimini desteklemiştir. 2000 yılına bakıldığında ortalama bir ilkokul sınıfının 1,5 öğrenci daha büyüktür.
Alt ortaöğretime geçildiğinde, yani 12 yaş civarında, okul deneyimleri tekrar yoğunlaşmaktadır. Bu dönemde toplam ders saati ise, yılda ortalama 924 saate ulaşmaktadır. Bunun yanı sıra2000’de 24,6 kişilik sınıf mevcudundan 23,3 kişiye düşmüş ve bu da sınıflarda öğrenci başına düşen alanın artmasını sağlamıştır. Öğrencilerin öğretmenlere oranları ise ilkokulda 15,4’ten, alt ortaöğretimde 13,6’dır.
Alt ortaöğretim sona erdiğinde, yani çoğu ülkede zorunlu eğitim yaşına erişildiğinde, ilköğretim ve alt ortaöğretimde öğrenciler 7,751 saatlik ders görmüş olmaktadır. Fakat birçok öğrenci, doğal olarak eğitim hayatlarına devam etmekte, üst ortaöğretime, yükseköğretime ya da devam eden diğer eğitim kademelerine geçmektedir. 2011 eğitime katılım modelleri, 5 yaşındaki bir öğrencinin 40 yaşına gelene dek, yaklaşık 17 sene boyunca tam zamanlı ve yarı zamanlı eğitim hayatında bulunacağını göstermektedir. Fakat katılım seviyelerinin yüksek olduğu Kuzey ülkelerinde bu ortalama, 19 yıla kadar çıkmaktadır. 2011’yılında, 15 ila 19 yaş aralığındaki öğrencilerin %84’ü, 20 ila 29 yaş aralığındaki öğrencilerin ise %28’i eğitim hayatına devam etmektedir. Buna karşılık 2000’deki tablo, sırasıyla %76’7’ye %22’idir.
OECD ülkeleri ağırlıklı olarak, hayatın erken dönemlerinde okulun önemli olduğu, çocukların hayatının büyük bir bölümünü okullarda geçirdiği, okul deneyimlerinin giderek yoğunlaştığı, genç insanların zorunlu eğitimden sonra bile uzun yıllar eğitime devam ettiği ve eğitimde ortalama olarak insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar uzun kalındığı okullaşan toplumlara dönüşmektedir. Bu yönelimin bir kısmı, eğitim fırsatlarını iyileştiren kamu politikalarının, bir kısmı ise ailelerin çocukları için daha iyi bir gelecek arzusu beslemesinin bir sonucudur. Kamu politikaları ve özel talepler, eğitimli insan yaratmak için birlikte hareket etmektedir. Fakat PISA’nın da gösterdiği gibi, okullar tarafından belirlenen zaman miktarı, genç insanların gerçek dünyada karşı karşıya kalacakları becerilerin niteliği ile güçlü bir ilişki kuramamaktadır.