Üstün Yetenekliler ve Gerçeklik

Üstün Yetenekliler ve Gerçeklik

TEDMEM Koordinatörü Dr. Mehmet Palancı tarafından Artı Eğitim Dergisi için kaleme alınan bu yazı, Aralık 2015 sayısında yayımlanmıştır.

Davranış ve yaşamla ilgili bazı kavramlar doğası gereği oldukça ilgi çekici ve popülerdir. Hipnoz gibi… Hafıza teknikleri gibi… Beden dili ya da yüz ifadesinden kişilik analizi gibi… Uzmanlaşmış saygın psikoloji alanı çalışanlarının aylar sürecek incelemelerle erişemeyeceği derinlikte kişilik-davranış çözümlemelerini bir çırpıda söylemenin keyif ve iddiasının kolaycılığı, çoğu durumda sıkıcı psikoloji makaleleri ile uğraşmaktan daha cazip olsa gerek. Konu beyin ile bedenin çalışma prensipleri ve insanın olağan üstü olabilecek beyin gücü olunca, daha az çaba ile daha çok sonuç elde etme isteği ve popüler psikolojinin anlattıklarının dayanılmazlığı iyice artıyor. Tıpkı 05-06 Aralık 2015 tarihinde ulusal düzeyde yayın yapan üç televizyon kanalının ana haber bültenlerinde yayınlanan ve aynı kaynaktan alındığı belli olan haberde olduğu gibi; “Milli Eğitim Bakanlığı 500.000 dahi çocuğun peşinde”! Özetle, haberlerde ülkemizde bulunduğu varsayılan üstün yetenekli çocukların keşfi ve sonuçta uygulanacak özel stratejilerle ülkenin ekonomik ve sosyal olarak nasıl kurtarılacağı umudu toplumla paylaşılıyor. Konu insan, onun mutluluğu ve eğitimi olduğunda aynı haberi hepimizi ilgilendiren başka bir konu için aynı heyecan tonunda duyabilir miydik? Örneğin; Milli Eğitim Bakanlığı gelişim güçlüğü gösteren 500.000 çocuk ve ailesinin peşinde! Bakanlık zorluklar içinde varlık üretmeye çalışan bu insanların yaşam ve mutluluğuna nasıl bir katkı sağlayabiliriz sorusunu ısrarla soruyor! Diğer taraftan, “İyi ama ikisi ayını şey mi?” “üstün zekâlılar ülkeyi ‘kurtarma’ potansiyeline sahip.” denilecektir. Kurtarma sözü resmi toplantılar ve kongrelerde alan çalışanları ve bürokratlarının kullanmayı çok sevdiği bir kavram. Mevcut kavram, sosyolojik olarak daha çok üçüncü dünya ülkelerinde sistematik gelişmeyi toplumsal pratiklerde ve kurtarıcı dinamiklerde gören semptomun bir ürünü. Asıl sorun şu ki, konu üstün yetenekli çocuklar olunca “gerçekle temasımız” kesilmeye başlıyor. Abartı yorumlar ve azalan gerçeklik, bilginin doğru ve yeterli olmadığı her yerde olduğu gibi işi yine sloganlara teslim ediyor. Konu ile ilgili uluslararası yayınlar, haberler ve toplantıların sonuç bildirgeleri tarandığında bu konuda bizim kadar heyecanlı bir kamu sistemi ve okul modelinin olmadığı görülüyor. 24. Dönem TBMM’de Üstün Yetenekli Çocukların Keşfi, Eğitimleriyle İlgili Sorunların Tespiti ve Ülkemizin Gelişimine Katkı Sağlayacak Etkin İstihdamlarının Sağlanması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu ve hazırlanan rapor (Kasım, 2012), 1996 yılında kurulan BİLSEM’ler; 1960’lı yıllarda akademik girişimlerle desteklenen ufak çaplı denemelerle birlikte düşünüldüğünde konuyu dünyanın kullandığı dilden daha farklı ele aldığımız ve stratejik bir anlam yüklediğimiz açık. Peki, bu konuda gitmek istediğimiz yerle gidilmesi gereken yer aynı mı? Konuya özel heyecan ve popüler söylemler bir kenara bırakılırsa “sakin” ve “teknik” bir duruşla yapılması gereken birçok hususun varlığı, hatta uygulama da alınan yolun yetersizliği kabul edilebilir. O halde bu durumda sorulması gereken soru, öncül olarak yapılması gereken doğruların neler olduğudur.

Kim Üstün Yetenekli?

Zekâ ve yetenek kavramlarının algılanma biçimindeki müthiş karmaşa ne yazık ki üstün zekâlı “denen” çocuklara ve bu çocukların ailelerine yönelik bir taarruza dönüştü. Üstün yeteneklileri her fırsatta özel bir yere atfeden “ayırma ve özel ilgi temelli” söylemler bu konuda yapılan en önemli hatadır. Oysa bir ülkeyi kalkındıran bütünsel gelişimidir (Selçuk, 2015). Eğitim bir ekosistemdir. Ekolojik yaklaşım eğitim sürecindeki her bir katılımcının varlığını gerçek kişilerden kurumsal ilişkilere, ulusal bağlamdan evrensel normlara kadar ilişkisel ve katmanlar arasında geçirgen bir modelde ele almayı önerir. Yaşam ve toplum bir bütündür ve bütün olarak davrandığında sağlıklı olur. Bütünleyici ve gerçek bir yaşam modeli üzerine kurulacak uzman ilgisi üstün yeteneklilerin yaşam sürecini her kesim için daha mutlu ve işlevsel kılacaktır. Kısaca sadece üstün yeteneklilerin değil, toplumun tamamının ortak katkısı ile beklenen kalkınma gerçekleştirilebilir. Yaşamın akışını ve ilerlemesini sağlayanlar ve dünyada daha çok bulunanlar “normallerdir”. Üstün yeteneklileri tanılayan, seçen, eğitimlerini düzenleyenler de çoğunlukla onlardır ve bu çok “normaldir”. Üstün yetenekli bireylerin buluşları ile çığır açtıkları doğrudur ancak bu kendi potansiyelleri ile tek başına başardıkları bir şey olmaktan çok doğal yaşam ortamının sağladığı bütünlüğün bir sonucudur. Kolektif üretilen bilgi ve yaşam ile bilimin yeni oluşan bir alt dalı için bile derinliğinin bir beynin kavrayacağından gittikçe daha fazla olması, ortalama insanın işbirliği içinde davranarak yaşama sağlayabileceği katkıyı daha açık hale getirmiştir.

Üstün yetenekliler kimlerdir sorusunun tek bir cevabı yoktur. Doğası gereği konunun ele alınma paradigmasına göre oldukça zengin bir spektrum içermesi ve kategorik olmaması gerekmektedir. Ancak, genel hatları içinde gelişmiş dünyada içeriğin ele alınma biçimi bizden çok farklıdır. Örneğin Ivy ligde yer alan üniversiteler yeteneği daha çok problem çözme, nörobilim ve yetenek bileşenlerinin bireye özgü çözümlemesi kapsamında ele alırken; Türkiye’deki yaklaşım teşhis, başarı, çocukların buluş yapmaları ya da hızlı bir şekilde katma değer üretmelerine odaklanan soyut yorumlamalara dayanıyor. Bir etiketlemeye ihtiyacımızın olmadığı gerçeği çoğu zaman dikkatten kaçıyor. Gelişmiş dünyada yetenekli çocuklar sessiz sedasız sistemin içinde yönlendiriliyorlar. Alt yapısı iyileştirilmiş ve bütüncül uygulamalar ile gerçek bir eğitim eko-sistemi içinde öğrencilerin yaşam ve kariyer planlarının düzenlenmesi mümkün. Önemli diğer bir ilke ise, bu konuda belirleme ve eğitim ortamı düzenlemeyi içeren uygulamaların alternatif ve çoğulcu yaklaşımlara dayanarak sağlanmasının gerekliliğidir. Sadece IQ puanlarını referans alan, cevapları tüm toplumca bilinen ve istendiği zaman ilgili derneklerden uygulama yönergesi satın alınabilen, tarihsel olarak geçerliğini yitirmiş birkaç geleneksel test ile bu konuda yürütme yapmak oldukça tartışmalıdır. Zekâyı neden-sonuç düzleminde bir gösterge ağına varsayımsal olarak teslim etmek, özü yaratıcılık ve üstün potansiyel olan “hediyeyi” ele alma özeninden çok uzaktır.

22 Mart 2015 tarihinde gerçekleştirilen Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM) Öğrenci Seçim Sınavı’na ülke genelinde 228.152 öğrenci katılmıştır. Bu öğrencilerden 7000’inin BİLSEM’lere seçileceği duyurulmuştur. Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü BİLSEM’lerin 14.390 öğrenciye eğitim verdiğini ifade etmiştir. Merkezi sınav sonucunda, genel zihinsel alanda başarılı olan ve bireysel incelemeye alınan 14.187 öğrenciden 2.607’si, müzik alanında bireysel incelemeye alınan 25.698 öğrenciden 1.368’i, resim alanında bireysel incelemeye alınan 54.432 öğrenciden 1.396´sı olmak üzere toplam 5.371 öğrencinin BİLSEM’lere kayıt yaptırabileceği dile getirilmiştir. Konu ile ilgili Meclis araştırma raporlarında sözü edilen yaklaşık 380.000 çocuğun varlığı, Bakanlığın seçim ön elemesinden geçerek bireysel incelemeye alınan çocukların oranları ile seçim sonuçlarının ortaya koyduğu rakamlar, konu ile ilgili bilimsel istatistikler dikkate alındığında yaşadığımız kafa karışıklığını göstermektedir. Öyle ki, öğretmen ve aile gözlemlerine dayanan ve ilgili uzmanların nitel değerlendirmeleri ile bütünleşen, gelişim potansiyeli olan ve özgünlük temelli bir değerlendirme sürecinin tasarlanması gereklidir. Böyle bir süreçte çocuğun etiket içermeyen, farklı gelişim potansiyelini dikkate alan esnek bir genel eğitim modeli içerisinde bireyselleştirilmiş uygulamalarla buluşturulması önemsenmelidir.

Üstün Yetenekli Çocukların Eğitimi İçin Aktör Kim Olmalıdır?

Üstün yetenekli çocukların gelişim ve eğitimlerinden Milli Eğitim Bakanlığı’nın birinci dereceden sorumlu olması beklenen bir durum. Ancak “bir” aktörün neredeyse tüm rolleri üstlenmiş varlığı ise olması gereken şey değil. Bakanlık farklı senaryolar sunmuş gibi görünse de konuyu öğrenci, müfredat ve öğretmen çemberi içine sıkıştırmıştır. TBMM Araştırma Komisyonu Raporu (2012) BİLSEM’lerin altyapı dâhil birçok alanda temel amacı ve beklentileri karşılamaktan uzak olduğunu ifade ediyor. Proje tabanlı eğitimin ya da türev uygulamaların gerçeklik değeri tartışmalıdır. Dolayısıyla mevcut modelin kaçınılmaz olarak ulaştığı sonuç bir tür ek ders ya da etüt merkezi rolüne yakın görünmektedir. Öğrenen çocukların çok zeki olması göz önünde bulundurularak nasıl eğitim verilirse verilsin iyi sonuçlar alınacağı inancıyla kurgulanmış bir yapı var karşımızda. Sistem teorisi, üretilen her yapının belli aralıklarla iç işleyişinin ve ilişkili mekaniklerin kontrollerinin yapılmasının ne kadar önemli olduğunu bizlere sık sık hatırlatır. Öğretmen seçimi, paydaş katılımı, bilimsel destek, kaynak çeşitliliği, gerçek yaşamla ilişkili uygulamaların olup olmadığı gibi unsurların değerlendirilmesi gerekir. Bunun yanı sıra, farklı gelişen çocukların bireyselliği bağlamında takınılması gereken özgünlük, uygulamadaki modelin ne ürettiği, verimliliği ya da amaca uygunluğu konusunda kontrollere ihtiyaç duyulmaktadır.

Farklı yaklaşım ve modellerin denenmesinin serbest olduğu bir yapı içinde ilgili kurumlar aktör olarak inisiyatif almalıdır. Sivil Toplum, Üniversiteler, TÜBİTAK, Sanayi Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Gerçek Üretim Sektör Temsilcileri ve Organizasyonları, Ar-Ge birimleri, uluslararası işbirliği, Enstitüler, ilgili Vakıflar en az Milli Eğitim Bakanlığı kadar sürece aktif olarak katılmalıdır. Farklı ortaklıklar, ilişkiler ve senkron çalışma kombinasyonları belli akreditasyon kriterleri ile dileyen kuruluşun liderliğinde yürütülmeye teşvik edilmelidir. Konu daha esnek ve gelişim temelli bir üslupla kurumlar ve uygulamaların yeterlikleri bağlamında kanuni düzenleme ve desteğe kavuşturulmalıdır. Çünkü anne-babalar bir yandan çocuklarının üstün yetenekli olmasıyla gurur duyarken, bir yandan çevredeki istismar nedeniyle paniğe kapılıyor. Bu paniği değerlendirip velilerin çaresizliğini kullanan istismarcılar sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyor. Devlet, aile, okul, sivil toplum gibi kurumlar bir eko-sistem yaratamadığı için çocuklar ortada kalıyor. Aslında böyle bir ekosistem kurulsa yapılması gereken şey, başka hiçbir şey yapmamak (Selçuk, 2015).

Sistemin, Ailelerin, Algının ve Uygulamaların Gerçekliğe Taşınması İçin Ne yapılmalı?

Üstün yetenekli olsun ya da olmasın her insanın dünyadaki anlamı ve varlığı özeldir. Demokratik eğitim sistemlerinde kimsenin feda edilememesinin gerekliliği felsefi olarak, açığa çıkacak her düzeydeki yeteneğin yaşama sağlayacağı katkı ve mutluluk ile ilgilidir. Bu düşünceler, konu üstün yetenekliler olduğunda bu çocukların sahip oldukları olağan üstü potansiyelin layıkıyla değerlendirilmediği savı ile eleştirilebilecektir. Sakin, bilimsel ve gerçekçi bir tavırla herhangi bir hiyerarşi endeksine bağlı kalmaksızın mutlu kılınmaya çalışılan ve yetenekleri kadar destek alan her “üstün yetenekli”, eğitim sisteminde yer alan herhangi birisi gibi hak ettiği değeri görmüş olacaktır. Eğitim eko-sisteminin gerçek bir bütünleşme içermesi ve bu kapsamda okul modelinin tekil olması zorunludur. Farklı gelişen her çocuk için sağlayacağınız sosyal destek ve gerçek katılım uygulamaları, karşılaşacağınız sorunlarla baş etme gücünüzü artıracaktır. Şimdilik tam bütünleştirmeye hazır olunmadığı yönündeki söylemler en az iki risk barındırıyor: Bunların birincisi örtük olarak arka planda saklanan direnci, ikincisi ise bu konuda beklenen gerekli adımları atmak yerine mevcudu daha da köklendirmeyi içeriyor. İyi bir ihtiyaç analizinin veli, öğrenci, öğretmen ve yöneticiler için yapılması ve konusu insan olan uygulamaların nihai olarak toplumsal kalkınma ve kapital çıktı göstergeleri ile izah edilmemesi gereklidir. Üstün yetenekli olsa da bahsi geçen bir insandır… Onların oyunları, oyuncakları, arkadaşları, mutluluğu, aidiyeti, değerleri, evliliği, sahip olacağı çocukları, anne ve babası ile ilişkileri, kendini temsil etmesi ve yapmak istedikleridir konu; kısaca onların yaşama haklarıdır. Zaten bunları sağlayalım sonuçta bir üstün yeteneklinin üretecekleri dolaylı olarak bize yetecektir düşüncesi dahi yeterince insani ve ahlaki olmaktan uzaktır. Bu tutum, böyle olmayanları ayak bağı olarak görmek gibi bir ters iz düşüm üretecektir. Ülkemizde öncelikle “zekâ” ve “yetenek” kavramlarının çerçevesinin sağlıklı algılanması için abartılı söylemlerin ve bilgi kirliliğinin temizlenmesi gerekir. Daha sonra resmi kurumlar ve yetkililerin aşırı anlam yükleyici dillerinin daha sentetik ve nötr bir dile kavuşması beklenmelidir. Böyle bir başlangıçla uzmanların ve ailelerin konuya aşırı anlam yükleyen dilleri ve heyecanları da daha makul bir çerçeveye oturacaktır. Süreçte eğitimciler dâhil tüm sorumlular için kavramları sadeleştirecek bir kamuoyu iletişim planı uygulanabilir. Bütünleştirilmiş eğitim uygulamaları içinde farklılık gösteren çocuklar için; okuma-anlama bağlamında yaşam ve kendilik gözlemi, ihtiyaç analizi, davranışsal hedefler belirleme, kariyer planlama, aile rehberliği, psikolojik yardım, problem çözme becerilerinin geliştirilmesi, risk değerlendirmeleri, öğretmen eğitimi, kişiye özgü içerik geliştirme, kişiye özgü eğitim yolakları tasarlama, sosyal destek sistemini tanımlama ve başarı kimliği geliştirme gibi uygulama esasları alternatif seçenekleri içerecek zenginlikte sunulmalıdır (Dağlıoğlu, 2010; Özbay ve Palancı, 2011; Ulusal Eğitim Programı, 2015).

Sıralananlar üstün yetenekli olan ve olmayan tüm bireyler, eğitimciler, ebeveynler, danışman veya başka profesyoneller için konunun değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken başlangıç konularıdır. Ayrıca her çocuğun doğasından kaynaklanan dinamik yaşantılarının ona özgü bir gelişim modeli içinde ele alınması, nihayetinde hepimiz için konunun özünü oluşturacaktır.

Kaynaklar

Dağlıoğlu, H. E. (2010). Üstün yetenekli çocukların eğitiminde öğretmen yeterlikleri ve özellikleri. Milli Eğitim Dergisi, 39(186), 72-84.

Özbay, Y. ve Palancı, M. (2011). Üstün yetenekli çocukların ve ergenlerin psiko-sosyal özellikleri, Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22, 89-108.

Selçuk, Z. (2015). Kan Testi Zekâ Testi, TEMDEM. http://www.tedmem.org/vurus/kan-testi-zeka-testi adresinden erişildi.

TBMM. (2012). Üstün yetenekli çocukların keşfi, eğitimleriyle ilgili sorunların tespiti ve ülkemizin gelişimine katkı sağlayacak etkin istihdamlarının sağlanması amacıyla kurulan meclis araştırma komisyonu raporu. Ankara: TBMM Yayınları.

TEDMEM. (2015). Ulusal eğitim programı. Ankara: Türk Eğitim Derneği.