Nasıl Bir Ana Dil Eğitimi?
“Büyük Çin düşünürü Konfüçyüs’e sorarlar:
Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Büyük düşünür şöyle karşılık verir:
Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.
Sonra, dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerine devam eder:
Dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz.
Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz.
Ödevler gereği gibi yapılamazsa töre ve kültür bozulur.
Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar.
Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.
İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Dil, toplumun bireylerinin iletişim kurmalarını; duygu, düşünce ve isteklerini birbirlerine aktarmalarını sağlayan bir araçtır. İnsanlar, dili annelerinden başlayarak gittikçe genişleyen bir çevre içinde öğrenirler ve geliştirirler. Okullarda ise ana dil eğitimi dinleme, okuma, konuşma, yazma boyutlarıyla desteklenir ya da desteklenmeye çalışılır.
Dili; iletişim, duygu ve düşünce aracı olarak tanımlamak beraberinde dil öğretiminin amacını sorgulamayı da gerektirmektedir. Gerçek amacını ama… Sene başlarında yayınlanan “yeni programlarda(!)” belirtilen ve hiç eleştirmeden kabul ettiğimiz, değişsin diye çaba harcamadan, hatta verilen esneklikten bile istifade etmeden uyguladığımız amaçlar değil sözünü etmeye çalıştığım… Biz gerçekten çocuklarımıza nasıl bir Türkçe/ana dil eğitimi vermek istiyoruz? Sürecin sonunda hangi ana dil becerilerini edinmiş bireyler hedefliyoruz?
Bu bağlamda okullarda yürüttüğümüz Türkçe eğitimini ele almalı, kritik etmeliyiz. Meslektaş sohbetlerinde öğrencilerin okuduklarını anlamadıkları, duygu ve düşüncelerini yazıya aktaramadıkları, konuşmalarını akıcı bir şekilde ve bir bağlam temelinde yürütemedikleri gibi ana dil öğretiminin temel amaçlarından tutunda ana dilin teknik boyutları olarak değerlendirilebilecek yazım kuralları, noktalama işaretleri, sayfa düzeni, yazı güzelliği gibi konulara kadar var olan birçok yetersizlik sürekli dile getirilir. Böyle bir durumda akla Türkçe derslerinin nasıl işlendiği ve öğretmenler tarafından ana dil eğitiminin amacının nasıl algılandığı soruları geliyor. Ya da bir amaç sorgulaması yapılıyor mu…
Eğer işler kılavuz kitaplarımızda yazan kazanımları ve etkinlikleri aynen yürütmekle, yeni ve yaratıcı fikirlerin peşinden koşmaktansa yıllarca uyguladığımız yöntemleri tek gerçek olarak kabul edip kendimizi “otomatik pilota almakla”, dil öğretimi alanında yapılan yeniliklerin doğru ve iyi yanlarını görüp eksik yanlarını beslemek yerine değişimleri olduğu gibi kabul etmekle olsaydı az önce belirttiğimiz serzenişler söz konusu olmazdı. Çocuklarımız, iletişim becerisi güçlü, okumaktan zevk alan, kendini dilin tüm alanlarında rahatlıkla ve büyük bir yaratıcılıkla ifade eden bireyler olurlardı.
Evet, bizler çocuklarımıza ana dil eğitimini hangi amaçla veriyoruz? Temelde beklediğimiz nedir? Nasıl bir ana dil eğitimi olmalı? Bu sorular üzerinde düşünmek etkili bir ana dil eğitimine olanak verecektir.
Düşünsenize sınıflarımızda çocuklarımızla birlikte kitaplar, dergiler okuyup bunlar üzerinde uzun uzun tartışmalar yürüttüğümüzü, çocuklarımıza yazıp yaratmaları için serbest zaman tanıdığımızı, ana dil eğitimini diğer disiplinlerle ilişkilendirerek okumanın ve okuduğunu anlamanın sadece Türkçe derslerinde gerekli olmadığını öğrettiğimizi, birlikte tiyatroya gidip bir oyun seyrettiğimizi… Ben ana dil eğitim sürecinin böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sürecin sonunda ise karşımızda okumaktan keyif alan, amatörce de olsa hislerini, fikirlerini yazıya döken, kendini sözel olarak iyi ifade eden, iletişim becerileri gelişmiş bireyler bulacağımıza inanıyorum.
Yapılan işle ilgili süreç ve amaç sorgulaması o işin daha kaliteli yapılmasına imkân verir. Bu nedenle Türkçe eğitiminin okullardaki amacının kritik edilmesi, eğer yoksa bir amaç oluşmasına, varsa amacın daha anlamlı hale gelmesine, derinleştirilmesine, içselleştirilmesine katkıda bulunacaktır.