Anayasa Mahkemesi’nin Dershanelerin Kapatılmasına Yönelik Gerekçeli Kararına İlişkin Değerlendirmeler
14 Mart 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanması ile resmen yürürlüğe giren Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapan 6528 Sayılı Kanun ile eğitim sisteminde büyük çaplı değişiklikler yapılmıştı. Bu değişikliklerin yedi maddesi 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na, 12 maddesi de yaklaşık 17 ay önce çıkarılan 652 Sayılı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’ya ilişkin düzenlemeleri içermekteydi. Bu düzenlemeler özünde, dershanelerin kapatılması, özel öğretim kurumları ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatının yeniden yapılandırılması ve öğretmen atamalarıyla ilgiliydi. Kanunun iptal edilmesi yönündeki başvurunun gerekçeli kararı ise 24 Temmuz’da açıklandı.
Bu kapsamda AYM’nin dershanelerin kapatılmasına yönelik gerekçeli kararına ilişkin değerlendirmeleri sunabilmek için öncelikle bu kararın gerekçesi hatırlanmalıdır. Bilindiği üzere kanun koyucu, 6258 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da dershanelerin kapatılmasının temel gerekçesi olarak dershanelerin;
- toplum tarafından okullarda yürütülen eğitim öğretim faaliyetlerine alternatif olarak görülmeye başlandığını,
- Tevhid-i Tedrisat kanunu ile son verilen eğitimde ikiliğin bir benzerini ortaya çıkardığını,
- dershaneye giden ve gitmeyen öğrenciler arasında fırsat eşitsizliğine yol açtığını,
- eğitim öğretim politikalarını olumsuz etkilediğini,
- öğrencilerin sınav başarılarının dershane başarıları olduğuna inandırarak toplumu okul ve öğretmenden soğuttuğunu,
- okula ayrılan zamandan kalan vakitlerini dershanelerde geçiren öğrencilerin sosyal beceri gelişimini sağlayacak etkinliklerden uzak kalmalarına sebep olduğunu,
öne sürmüştü. Dershanelerin kapatılmasına yönelik itirazın gerekçeleri arasında ise fırsat eşitliği, düzenlemenin yürürlükteki kanunlara uygunsuzluğu, okulların varlığı ve eğitsel görünürlükleri üzerinde ikilem oluşturduğu ve öğrenciler için sosyal etkinlik yapmayı engelleyici bir mesai getirdiği gibi sebepler üzerinde duruldu.
İptal talebiyle gerçekleştirilen başvuru kapsamında fırsat eşitliği ile ilgili olarak, “Bireylerin hedeflediği öğrenime kavuşmasının yolu olan dershane öğretiminin eğitim ve öğrenim hakkı kapsamında olduğu, dershanelerin kapatılmasının eğitim ve öğretimde fırsat eşitliği ile öğrenenin ve öğretenin öğrenim hakkını ihlal ettiği.” ifadelerine yer verildi. Anayasa Mahkemesi dershanelerin kapatılmasını iptal eden kararının gerekçesinde ise bu durumu; dershaneler olmadan öğrencilerin bir üst okula geçmesinin ya da yükseköğretim giriş sınavlarına hazırlanabilmesinin mümkün olmadığı yönünde değerlendirildi. Bu kapsamda öğrencilere bir tercih hakkı tanınmadığı ve yalnızca okullarda verilen derslerle sınırlı bir bilgiye erişim olanağının sunulduğu belirtildi. Ayrıca, okul dışı alternatif imkânlar sunulmadan dershanelerin kapatılarak eğitim sisteminden çıkarılmasının eğitim ve öğrenim hakkını ölçüsüz olarak sınırlandırması, Anayasa Mahkemesi’nce iptal gerekçelerinden bir diğeri olarak işaret edildi.
Geniş bir çerçeveden bakıldığında, dershanelerin kapatılması kararını alan Milli Eğitim Bakanlığı, yasanın iptali talebinde bulunan CHP ve yasayı iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeleri eğitim niteliği ve fırsat eşitliği noktasında kesişmektedir. Tüm tarafların okullarda verilen eğitimin niteliğinin bir sonraki okul kademesine geçmek ya da sınavlara hazırlanmak için yeterli olmadığı ön kabulünden yola çıktığı görülmektedir. Bunun göstergelerinden biri Milli Eğitim Bakanlığının dershanelerin kapanmasıyla doğacak boşluğun halk eğitim merkezleri aracılığı ile doldurulacağını ifade etmiş olmasıdır. Dershanelerin kapatılması sürecinde, özellikle bu konuda çocukları adına kaygılanan aileleri rahatlatmak için sunulan öneriler, yürütmenin dershanelerin sistem içerisinde üstlendiği rolün ve öğrenciler için öneminin farkında olduğunu göstermektedir. Ancak kanun kapsamında yapılmış olan düzenlemeler, daha önce de olduğu gibi, mevcut sistemdeki dershane talebini ortaya çıkaran koşulların göz ardı edilmeye devam ettiğini göstermektedir.
Dershaneleri açığa çıkaran nedenlerle ilgili sistem temelli ve kapsamlı bir çözüm önerisi getirmeyen her öneri, konuyu kendi doğası içinde ayrı bir çözüm dengesi bulmaya itmektedir. Üstelik dershanelerin kapanma kararının alındığı günden iptal kararına kadar geçen süre içerisinde açığa çıkan tartışmalar paydaşlarla ilgili olumsuzlukları gösterir niteliktedir. Ancak bu göstergelerle ilgili dikkatli bir okuma yapılmadan alınan kararlar, gelecekte açığa çıkacak problemlere ilişkin senaryoları açığa çıkarmaktadır. Geçiş dönemi için bir formül olarak hızla oluşan Temel Liseler burada vurgulanan sorunların tipik bir örneğidir. Üst öğrenime geçiş kavramını ya da seçme işlemini kendine isim olarak seçen okulların varlığı ve bunun kanıksanması oluşan psikolojiyi ve yeni süreci ima etmektedir. Tüm eğitimciler, iyi alt yapılara sahip özel okul öğrencilerinin dahi yıllardır dershaneye gittiğini bilmektedir. O halde sorun okullardan ve okulların sunduğu eğitimin niteliğinden çok sınavın niteliği üzerinden gerçekliğe taşınmakta ve eyleme yansımaktadır. Kâğıt kalem sınavlarının sınırlılığı, eğitim programlarının anlamını yitirmesi, eğitsel kazanımlar ve öğrencinin esas bilgi, beceri ve donanımını önemsemeden gerçekleşen yerleştirmelerle birlikte küçük sapmaların dahi hayati olduğu bir model, ailelere tüm kaynakları ve mevcut enerjilerini saldırgan bir şekilde kullanmayı salık vermektedir. Durum böyle iken, fiziki yeterlilikleri bakımından oldukça tartışmalı olan “apartman liseleri” onaylanarak okulculuk adı altında açığa çıkan “hibrit” dershanelerle ilgili oluşum göz ardı edilmektedir. İddia olarak gündeme gelen fırsat eşitliğini sağlama çabasına destek olarak sunulacak ekonomik yardımlar, sorunların neden analizinin en azından eksik yapıldığının kanıtı olarak gündemde durmaktadır.
Okullarda verilen eğitimin niteliği ile ilgili hem yasama hem yürütme organlarının kullandığı ifadeler durumun vahameti ile ilgili tabloyu gözler önüne serse de, temel kaygılarının fırsat eşitliğinin sağlanması konusunda benzeşmesi olumlu adımların atılması için bir başlangıç olarak görülebilir. Ancak, aynı şehrin içinde dahi eğitim kurumları arasındaki altyapı, öğrenci oranı, eğitim kalitesi ve çevresel sosyal desteklerden kaynaklanan farklılıklar dengelenmeden, sınavlar üzerine inşa edilmiş bir eğitim sistemi içerisinde öğrenci ve ailelerin sınava hazırlık kaygılarının nasıl giderileceği ortaya koymaksızın fırsat eşitliğinin ve adaletin sağlanması, ne yazık ki mümkün görünmemektedir. Fırsat eşitliği önündeki engeller kapsamında dile getirilen sorunlar, özünde dershanelerin varlığıyla değil, dershanelerin varlığını devam ettiren uygulamalarla ilgilidir. Dershanelerin kapatılmasından önce tüm eğitim kurumlarında eşit ve denk eğitim verilmesinin sağlanması gerekmektedir. Kariyer planlama, mesleki eğitim, iş gücü planlaması, alternatif eğitim tercihleri, dikey ve yatay geçiş uygulamalarının zenginleştirilmediği koşullarda, tek başına eğitim alt yapısını iyileştirmek yeterli olmayacaktır. Alternatif gelişim ve meslek edinme süreçleri tanımlanmadıkça, kısıtlı kadrolar için başvuruda bulunan gençlerin hayatlarının baharında sıralamalarını adalet kabul eden zoraki eşitleme sisteminin ne kadar insancıl olduğu ayrıca tartışmalıdır. Bunların yanı sıra, bir üst kademeye geçiş sınavlarında sıfır puan alan gençler, eğitim sistemini acımasızca sorgulamanın argümanları arasındadır. Peki, bir gün tüm çocuklarımız sorulan tüm soruları oldukça yüksek ve birbirine eşit düzeyde cevaplayacak kadar başarılı olursa onları üst eğitime göndermekle ilgili sorunlar çözülmüş mü olacak? Aksine, sistem gerçek açmazı ile yüzleşecek. Bu kadar genç bir nüfusu bireysel ve toplumsal mutluluk ve uyumu gözetecek şekilde verilen eğitimin barındırması gereken amaç ve yolak tasarımına uygun bir planlamanın yapılmasından oldukça uzakta olunduğu hatırlanmalıdır.
Daha adil bir eğitim sistemine ulaşmanın yolu; sınav odaklı sistemden vazgeçilmesi, okullar arasındaki farklılıkların azaltılması, derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, öğretmen yetiştirme ve niteliğinin artırılması konusunda gerçek bir reform yapılması, öğrencilerin sosyo-ekonomik dezavantajından kaynaklanan okul başarısızlığı için tedbir alınması gibi bütünleyici uygulamalardan geçmektedir. Bu tür uygulamalar, insan yetiştirmenin niteliğine katkı sağlayabileceği gibi eşitliği adalet üzerinde sağlamaya da aracılık edecektir. Sınav için bireyleri süreç içerisinde eşitleyecek alt yapının iyileştirilmesine yönelik çabalar, problemi gerçekçi bakış açısı ile çözmekten ziyade bir nevi sorumluluktan kurtulma, vicdani rahatlama ve yönetme sorumluluğunu eleştiri nedenlerinden kurtarma olarak düşünülebilir. Dershaneleri açığa çıkaran sorun sarmalı, fırsat eşitliğinin yanı sıra, gelişim odaklı davranamayan ve kariyer planlama basamaklarını aile, birey, sosyal sistem ile ekonomik gerçekler arasında dengeleyemeyen eğitim politikalarının varlığı ile ilgilidir. Bir eğitim geleneği oluşturulmasında referans noktası oluşturacak ulusal bir eğitim programının benimsenmemiş olmasıyla birlikte; gelecek hedefleri olmayan, kararsız, veri temelli davranmayan ve sınanmış modellerle revize edilmeyen sistem yamaları uyumsuz ve dağınık bir eğitim algısını haklı olarak pekiştirmeye devam edecektir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin dershanelerin kapatılmasının iptaline yönelik gerekçesinin okullarda verilen eğitimin niteliği üzerinden kurgulanması tartışmaya açıktır. Yıllardır öğrenci, aileler ve öğretmenler için nihai hedefe dönüşen sınav; okul, uygulama ve öğretmen seçimi için temel gösterge olurken, okulların başarı analizleri ve performans değerlendirmeleri için ölçüt kabul edilmiştir. Boylamsal olarak varlığını sürdüren tüm sosyolojik gerçekler gibi, toplum ve tarafların zihninde neyin asli ve öncelikli olduğu unutulmuş ve bu haliyle kanıksanmaya başlanmıştır. Örneğin; lise son sınıfta öğrencilerine uzun süreli kurul raporu almaya çalışan aileler son derece haklı görülürken, bu öğrencilere herhangi bir konuda araştırma öneren, ödev veren ya da eğitsel ölçmeleri ciddiye alan eğitimciler acımasız olmakla suçlanmıştır. Dahası, birçok özel okul ya da devlet okulu başarı performansını sergilemek ya da reklam yapmak için son yıl sınavla ilgili olmayan dersleri gerekli bulunan derslerle ikame etmektedir.
Anayasa Mahkemesi ve itirazda bulunan taraflar alternatif imkânlar sunulmadan dershanelerin kapatılmasının tüm bu toplumsal ve eğitsel eğilimler nedeni ile oluşturacağı sorunlara işaret etmiştir. Ancak dershanelerin kapatılması kararının alternatif imkânlar sunulup sunulmamasından ziyade temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, eğitim ve öğrenim hakkının ve çalışma ve teşebbüs hürriyetinin sınırlandırılması ile ilişkilendirilmesi hukuki açıdan daha anlamlıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin kararın iptali için sunduğu gerekçeler anayasaya aykırılık bakımından Eğitim ve Öğrenim Hakkı, Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması ve Özel Teşebbüs ile Hürriyet Hakkı başlıkları altında özetlenebilmektedir.
Eğitim ve Öğrenim Hakkı
Daha önce de ifade edildiği üzere, kararın gerekçesinde yer alan eğitim hakkı ihlali ile ilgili maddeler kapsamında, dershanelerin eğitim sistemindeki sınav ve sıralama odaklı yaklaşıma hizmet ettiği, öğrenciler tarafından bir üst okula ya da yükseköğretim giriş sınavlarına hazırlanmak için tercih edilen kurumlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Anayasa Mahkemesi, eğitim ve sınav sisteminin yol açtığı, devletin de yasal statüye kavuşturduğu dershanelerin doğurduğu sakıncaları önleyici tedbirler almak yerine, bu kurumları tamamen yasaklamak suretiyle dershanelerin kapatılması yoluna gidilmesinin, öğrencilerin sınavlara hazırlık kapsamında okul dışı özel kurumlardan eğitim desteği alma imkânını ortadan kaldırmakta olduğunu, bu nedenle de eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Ayrıca dershanelerin kapatılmasından bağımsız olarak kanun kapsamında çeşitli kursların “ortaöğretime veya yükseköğretime giriş sınavlarına hazırlık niteliğinde olmamak kaydıyla” açılabilmesi ile etüt merkezlerinin de “12 yaş ve altındaki” öğrencilere yönelik olarak faaliyet gösterecek şekilde yaş sınırı getirilmiş olmasının eğitim ve öğrenim hakkının sınırlandırılması anlamına geldiği ve hukuk devleti ilkesinin ihlali anlamını taşıdığı öne sürülmüştür.
Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması
Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin olarak aşağıda yer alan ifadelere yer vermiştir:
“Demokrasilerde devlete düşen görev, bireyin çoğulcu bir ortamda tercih yapabilme imkânına sahip olmasını sağlamak, özellikle de bu imkânı ortadan kaldırmaya yönelik tutumlardan kaçınmak ve bu yönde başkalarından gelecek olumsuz müdahaleleri engellemektir. Tercih hakkı, meşru amaçlarla sınırlandırılabilir ise de bu sınırlamanın kişilerin bu hakkını yok edecek veya kullanılamaz hale getirecek şekilde yapılmaması gerekir.”
Bilindiği üzere, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kapsamında 18 yaş altı bireylere yönelik eğitim faaliyetleri Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yer alırken, 12 yaş altı bireyler için verilen eğitimler etüt merkezleri altında devam edebilecek şekilde düzenlenmiştir. Bu bağlamda, belediyelerin de sürece destek olabileceği; tek şartın test ve sınavlara yönelik bir çalışma yapılmaması olduğu ifade edilmiştir. Zorluk yaşayan öğrenciler için ise, okul müfredatına alternatif olmamak koşuluyla, okuldaki dersleri takviye etmek amacıyla hafta sonu kurslarının açılabileceği dile getirilmiştir. Ancak, bir üst okula ya da yükseköğretime giriş sınavlarına hazırlanmak amacına hizmet edecek herhangi bir alternatif önerilmemiştir. “Bireylerin tercihleri doğrultusunda okul dışı eğitim alma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik farklı çözüm yollarının önerilmemesi” Anayasa Mahkemesi tarafından temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması kapsamında ele alınmıştır.
Bununla birlikte Kanunun toplumdaki fırsat eşitsizliğini düzeltmek üzere kamu yararı gözetilerek çıkarıldığı savunulmaktadır; ancak dershanelerin kaldırılması ile yaratılan kamu zararının dershanelerin varlığı ile oluşan kamu zararından daha fazla olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından ifade edilmektedir. Anayasa Mahkemesi, uygulamaya konan kanunun hedefi ve sonucu arasında kurulması gereken ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini tespit etmiştir.
Özel Teşebbüs ve Hürriyet Hakkı
Anayasa Mahkemesi Özel Teşebbüs ve Hürriyet Hakkının sınırlandırılmasına ilişkin olarak aşağıda yer alan ifadelere yer vermiştir:
“Dershanelerin eğitim öğretim alanında faaliyet gösteren teşebbüsler oldukları dikkate alındığında, Devletin bunlar üzerindeki gözetim ve denetiminin çok daha sıkı olması gerektiği açıktır. Bu anlamda kanunlara aykırı davranan teşebbüslere idarece yaptırım uygulanabilmesi ve kanuni şartlar oluştuğunda bu teşebbüslerin çalışma izinlerinin iptal edilebilmesi mümkündür. Ancak kanuni çerçevede faaliyetini sürdüren bir özel teşebbüsün demokratik toplum düzeni yönünden zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç olmaksızın, arz ve talebe, dolayısıyla bireyin özgür iradesine bağlı serbest piyasa şartlarından kaynaklanmayan nedenlerle tamamen yasaklanması/kapatılması, özel teşebbüs özgürlüğünü korumasız bırakır.”
Anayasa Mahkemesi dershaneler konusunda çeşitli düzenlemeler yapılmasını uygun bulmuş, ancak tamamen yasaklayıcı uygulamalardan oluşan dershanelerin kapatılması kararını “teşebbüs özgürlüğüne demokratik toplum düzeninde gerekli olmayan ölçüsüz bir sınırlama” olarak nitelemiştir. Bu ihlalin dershanelerin yanı sıra, diğer kurs ve etüt merkezleri kapsamındaki teşebbüsleri de engellediği vurgulanmıştır.
İptalden Sonra
Yapılan düzenlemeler sonucunda dershane faaliyetlerinin sona erecek olmasının sonucunda bazı temel soru işaretleri gündeme gelmektedir:
- Anayasa Mahkemesi’nin kararı gereği “özel öğretim kurumları” tanımının Özel Öğretim Kurumları Kanununda tekrar tanımlanması gerekmektedir. Ancak yürütmenin bu tanımı kanun içerisine alırken hangi kapsamda ve hangi kısıtlarla yapacağı belirsizdir. Çünkü esasın incelenmesinde de belirtildiği üzere “Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır. Sınavlara hazırlık eğitimi sunan kurumların eğitim politikasındaki yerini, bu kurumların tabi olacakları hukuku ve sınırlarını belirleme yetkisi de bu kapsamdadır.”
- Kurum, okul, dershane, çeşitli kurslar, öğrenci etüt eğitim merkezi gibi tanımların yeniden yapılmasıyla birlikte öğrenci- dershane ve dershane-okul ilişkisinin hangi zemine taşınacağı tüm paydaşlar için soru işareti oluşturmaktadır. Yeni tanımlamaların tüm tartışma süresince ön planda tutulan fırsat eşitliğine nasıl yansıyacağı merak edilen boyutlarından bir diğeridir.
- Anayasa Mahkemesi kararlarında bir taraftan eğitim sisteminde ikiliğin olmaması gerektiğini ifade ederken, bir üst okula veya yükseköğretime giriş sınavlarına hazırlanabilmenin dershaneler olmadan mümkün olmadığını da ifade emekte ve eğitim sistemindeki çekişmeyi gözler önüne sermektedir. Eğitim sistemindeki bu sorunların varlığı tüm taraflarca kabul edilirken, dershaneyi vazgeçilmez kılan eğitim sisteminin esasına ilişkin ne gibi önlemler alınacaktır?
- Eğitimin özelleştirilmesi politikalarının sonucunda dershaneden dönüşen temel liseleri desteklemek amacı ve gerekçesiyle başlatılan teşvik uygulamasının akıbeti ne olacaktır?
- Halk eğitim merkezlerinde açılacak olan kursların niteliği, alt yapı hazırlıkları ve bu konuda yürütülen çalışmalar nasıl şekillenecektir?
- Dershaneler ve etüt merkezlerine ilişkin temel düzenlemeler iptal olacağından dolayı, bu kurumlarda çalışmakta olan öğretmenlerin KPSS zorunluluğu olmaksızın bakanlıkta istihdam edilmelerinin artık mümkün olmayacağı belirtilmiştir. Bu kişilerin mağduriyetinin giderilmesini gerektirecek bir sebep olmamasına ya da kazanılmış hakkın bulunmamasına rağmen, kargaşa ortamının bir yansıması olarak işten çıkarılan ya da sözleşmesi yenilenmeyen öğretmenler için bir mağduriyet oluşmuştur. Bu bağlamda ele alınan dershane çalışanlarını nasıl bir süreç beklemektedir?
- Bunlara ek olarak, yasanın teşkilat yapısı ile ilgili olan bölümünde “… Bakanlıkta hâlihazırda yürütülmekte olan yeniden yapılanma çalışmalarına paralel olarak, belirli kademelerdeki yönetici kadrolarında bulunanların ihdas edilen kadrolara atanmaları ve mali haklarının korunması öngörülmektedir.” gerekçesi ortaya koyulmuştur. Ancak bu gerekçe bakanlık teşkilatında ve TTK üyesi, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür, İnşaat ve Emlak Grup Başkanı, İl Müdür, İl Milli Eğitim Müdürü Yardımcısı Ve İlçe Milli Eğitim Müdürü kadrosunda bulunanların görevlerinin sona ermesini, şahsa bağlı şube müdürü kadrosunda bulunanların ise bir başka kadroya atanmasını gerektiren hukuki ve fiili bir zorunluluk teşkil etmediği Anayasa Mahkemesi tarafından ifade edilerek iptal edilmiştir. Bu kadrolara ilişkin ileriki dönemlerde sürecin nasıl işleyeceği belirsizliğini korumaktadır.
Özetle, süreç tüm yönleriyle ele alındığında pek çok planlama, strateji ve zamanlama hatasıyla karşılaşılmaktadır. Eğitim sisteminde yapılacak en ufak bir değişikliğin, pek çok bileşeni etkilediği göz önünde bulundurulduğunda, dershanelerle ilgili atılacak adımların öğretmen yeterliklerinin, müfredatın, işgücü kalitesinin ve dünya ile rekabet üretebilecek bireylerin niteliklerinin okul içerisinde nasıl geliştirilebileceği gibi konularda derinlemesine analizleri içermesi gerektirmektedir. Eğitim politikalarına yön veren tüm paydaşların kısa süreli siyasi analizler yerine, orta ve uzun vadeli değerlendirmeler için bir araya gelerek, kapsamlı bir ulusal eğitim stratejisi oluşturmaları; insan ve kalite odaklı eğitim altyapısının nasıl geliştirileceğini kararlaştırmaları gerekmektedir. Yapılan sınavlar ve dershaneler ile ilgili belli bir planlama doğrultusunda düzenlemeye gidilmesi eğitsel açıdan gerekliliğini korumaktadır. En önemli gelişim evrelerinden birisi olan ergenlik döneminde öğrencilerin tüm zamanlarını soru çözerek geçirmeleri ve bunun yetişkinler tarafından çocukların geleceğini kurtarmak için mecburen en doğru davranış olarak kabul görmesi sorunu özetlemek için yeterli görünmektedir. Kişisel, akademik ve sosyal gelişimi aksatan, psikolojik travmalara yol açan bu durumun, teşebbüs tarafından umut ve gelecek satılarak topluma sunulma biçiminde de ciddi sorunlar bulunmaktadır. Aileler gerçekçi olmayan vaatlerle sosyal ve ekonomik başka bir sorun sarmalına itilmekte, eğitim yöneticileri ise bu sorunu çözmek konusunda bir girişimi organize etmek yerine sınavın içeriği ve etkileri ile uğraşmaktadırlar.
TEDMEM tarafından hazırlanan Ulusal Eğitim Programı bu konuya ilişkin bazı öneriler sunmaktadır. Programın asıl hedeflerinden biri herkes için sınav anlayışını herkes için kaliteli eğitim anlayışına dönüştürmektir. Öğrencilere yönelik ölçme değerlendirme süreçleri genel hatları ile iki temel amaç taşımaktadır. Bunlardan ilki, öğrencilerin beceri bazında akademik gelişimlerini takip etmek ve bu takip ile öğrencilere kısa, orta ve uzun süreli müdahalelerde bulunmaktır. Diğer amaç ise, öğrencilerin yetenekleri, bireysel özellikleri, gelişim alanları, bireysel güçlü yönleri ve bireysel gelişime açık yönlerinin tanılanması ve izlenmesidir. Bu kapsamda öğrenciler kademeler arası geçişlerde sadece merkezi sınav sonuçları ile değerlendirilmek yerine Dijital Öğrenci Portfolyo puanı, okul not ortalaması, Bireysel Birikimli Öğretmen Karar Puanı gibi göstergeler ile değerlendirilecek, yükseköğretime geçişte ise ulusal ve/ya uluslararası en az bir projede yer almak, lisede seçtiği öğretim alt alanına ilişkin en az bir staj tamamlamak, akredite kurumlardan en az bir sanatsal, sportif ve/ya sosyal faaliyete katılım göstermek gibi şartları sağlamaları beklenecektir. Ulusal Eğitim Programı her bir öğrencinin örgün eğitim boyunca hangi öğretim alanında, hangi ders gruplarını, hangi yollardan giderek seçebileceğini belirten aşamalı yol haritalarını, yani yolakları hazırlamıştır. Eğitim yolakları ve eğitim yolaklarının içerisinde yer alan basamaklar, her bir öğrenciye kendi eğitimini yönlendirme fırsatı sağlayabilecek şekilde düzenlenmekte, böylece öğrencilerin yaşam becerilerini de değerlendirebilecek bir ölçme değerlendirme sisteminin alt yapısı oluşturulmaktadır. Bir diğer deyişle, etkili bir ölçe değerlendirme sisteminin gelişim odaklı olacak şekilde kurulması okul öncesinden itibaren dikkate alınmaktadır. Bununla birlikte, Ulusal Eğitim Programı kapsamında ele alınan ölçme değerlendirme sistemi tüm öğrencileri kapsayacak şekilde alternatif yükseköğretime geçiş ve kademeler arası geçiş modelleri içermektedir. Dershane meselesi olarak tartışılan kademeler arası geçiş sisteminin ekosistem anlayışı çerçevesinde bir anlayışla modellenmesi hem eğitim politikalarına sağlam bir zemin oluşturması hem de sürdürülebilir bir sistemin sağlanması açısından faydalı olacaktır.
Sonuç olarak, eğitim sisteminde gelecek projeksiyonunun, günlük politik tartışmalar dışında eğitimin iktisadi, sosyolojik, felsefi vb. temeller ile küresel yönelimler üzerinden okunabileceği bir reform çabasıyla ele alınması daha doğru olacaktır. Bu çabaların yöntembilim üzerinden zamana yayılmış ve uygulanabilirlikle ilgili tüm detayları içerecek ortak bir aklı yansıtması önemsenmelidir. Her bakan ile birlikte değişen; reform, dönüşüm veya yeni model olarak anılan sistemlerden farklı olarak bütünlüklü, öğrenci odaklı ve temelinde kaliteli ve nitelikli bir eğitim amacı güden bir eğitim sisteminin oluşturulması gerekmektedir. Böyle bir sistemin inşa edilmesinden sonuçlarının alınmasına kadar olan tüm surecinin, uzun soluklu ve tutarlı bir planlamanın ürünü olması gerektiği ortadadır. Tüm bu ihtiyaçlar düşünülerek, okul standartlarını ve eğitim niteliğini artırmaya yönelik sistemli, orta ve uzun vadeli planlamalar ile dershanelerin oluşum nedenlerine ve etkili dinamiklere müdahaleler üretmek, öğrencilerimize yapılabilecek en büyük iyilik olacaktır.