PISA 2015: Öğrencilerin İyi Olma Hali
Okullar öğrencilerin yalnızca akademik beceriler elde edeceği yerler değil aynı zamanda sosyal ve duygusal becerilerini geliştirebileceği yerlerdir. Öğrencilerin bütünsel gelişimine odaklanan yaklaşımlara atfedilen önem her geçen gün artarken bu yaklaşımların vurgusu “öğrencilerin iyi olma hali” üzerine yoğunlaşmıştır. Öğrencilerin iyi olma hallerinin ekonomik koşullardan bağımsız bir şekilde, fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı olmalarına; beceri ve yeteneklerini geliştirme olanağı bulmalarına; güvenli ve sorunsuz ortamlarda yaşamalarına; öğrenme, oyun, boş zaman, toplumsal ve kültürel faaliyetler içerisinde kişiliklerini geliştirmelerine; kendilerine sevgi ve özenle yaklaşılmasına; kendi fikirlerini dile getirebilmelerine; yaşamlarını etkileyecek kararlarda söz sahibi olmalarına; şiddet, ihmal, sömürü ve ayrımcılıktan korunmalarına; psikolojik gerginlikler ve riskli davranışlardan uzak kalmalarına; alternatif davranış ve seçimler üretebilmelerine; başa çıkma ve problem çözme becerilerini etkin kullanabilmelerine bağlı olduğu söylenebilir.
Çocukların iyi olma halinin bu çok boyutlu ve dinamik doğası, çocuklarla ilgili sorumluluk taşıyan herkesin konuyu öncelikli hale getirmesini ve işbirliğini gerektirmektedir. İlk defa PISA 2015 uygulamasında performans testlerinin yanı sıra değerlendirmeye alınan 15 yaş grubundaki öğrencilerin iyi olma hallerine ilişkin veriler bu kapsamda önemli bulgular sunmaktadır. Öğrencilerin iyi olma hali bu raporda çocuğun mutlu ve kendini gerçekleştirmiş hissedebilmek için ihtiyacı olan psikolojik, bilişsel, sosyal ve fiziksel özelliklerin bütünü olarak ifade edilmektedir.
PISA 2015 Öğrencilerin İyi Olma Hali Raporunda 72 ülkede 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin iyi olma hali öğrencinin okul performansı ve yaşam doyumu, öğrencinin akranları ve öğretmenleri ile ilişkisi, öğrencinin ev yaşamı ve okul dışı zamanını nasıl değerlendirdiğine ilişkin boyutlarda alt göstergeler ile incelenmiştir. Bu yazı kapsamında raporda Türkiye için öne çıkan bulgulara ve genel bir değerlendirmeye yer verilmiştir.
Öğrencilerin yaşam memnuniyeti düşük
Değerlendirmede öğrencilerden yaşam memnuniyet düzeylerini 0-10 aralığında bir değer ile belirtmeleri istenmiştir. Burada 0 olabilecek en kötü hayata karşılık gelirken, 10 olabilecek en iyi hayatı tanımlamaktadır. Buna göre, Türkiye OECD ülkeleri içinde yaşam memnuniyeti sıralamasında 10 üzerinden 6.12 puanla son sırada yer almıştır. OECD ortalamasında bu değer 7.4’tür.
Şekil 1’de verilen yaşam memnuniyetine ilişkin öğrenci oranlarına göre, Türkiye’de öğrencilerin yaklaşık %29’u hayatından hiç memnun olmadığını belirtirken (4 ve daha düşük değer belirtenler), OECD ortalamasında bu oran yaklaşık %12’dir. Bununla birlikte, Hollanda’da hayatından memnun olmadığını ifade eden öğrenci oranı %4 ile en düşük orana karşılık gelmektedir.
Şekil 1. Öğrencilerin yaşam memnuniyeti puanları (Türkiye-OECD, %)
Öğrenciler yüksek düzeyde okul kaynaklı kaygı taşıyor
Öğrenciler performans göstergeleri üzerinden kendilerine değer atfetmekte ve buna bağlı olarak da stres ve olumsuz duygular yaşamaktadır. Öğrencilerden okulda yaşadıkları kaygıyla ilgili olarak Şekil 2’de yer alan ifadelere ne kadar katıldıklarını işaretlemeleri istenmiştir. Öğrencilerin özellikle ölçme değerlendirme süreçleriyle ilgili kaygılarına vurgu yapıldığı ifadelerde Türkiye’de öğrencilerin kaygı düzeyi OECD ülkeleri ortalamasının üzerindedir. Ders çalışırken çok stresli hissettiğini ifade eden öğrencilerin oranı da OECD ülkeleri içindeki en yüksek oranlardan biridir.
Şekil 2. Çeşitli göstergelere göre öğrencilerin okul kaynaklı kaygı düzeyleri (Türkiye-OECD, %)
Öğrencilerin başarı motivasyonu oldukça yüksek
Öğrencilerin başarı motivasyonunu belirlemek amacıyla öğrencilerin en yüksek notları almak ve en başarılı olmak gibi isteklerini belirten ifadelere ne kadar katıldıklarını işaretlemeleri istenmiştir. Buna göre, Türkiye’de öğrencilerin başarı motivasyonlarının birçok OECD ülkesinin üzerinde olduğunu söylemek mümkündür. Şekil 3’te yer alan ifadelerle ilgili oranlarda görüldüğü üzere, örneğin “sınıfımdaki en iyi öğrencilerden biri olmak isterim” ve “bütün derslerimde ya da çoğunda en iyi notları almak isterim” ifadelerine katılan öğrenci oranlarının OECD ortalamasının oldukça üzerinde olması dikkat çekicidir.
Şekil 3. Çeşitli göstergelere göre öğrencilerin başarı motivasyonu (Türkiye-OECD, %)
Öğrencilerin okul aidiyeti düşük
PISA 2015 kapsamında “kendimi okulda dışlanmış hissediyorum”, “kolayca arkadaşlık kurabiliyorum”, “okula ait hissediyorum”, “okulda diğerlerinden farklı hissediyorum”, “arkadaşlarımın beni sevdiğini hissediyorum”, “yalnız hissediyorum” ifadeleri öğrencilere yöneltilmiştir. Bu ifadelere öğrencilerin katılım oranlarından hareketle okul aidiyeti indeksi oluşturulmuştur. Bu indekse göre pozitif değerlere sahip ülkelerde öğrenciler OECD ortalamasından daha yüksek okul aidiyetine sahip iken negatif değerler tam tersi yönde değerlendirilmektedir (Şekil 4). 2015 yılı okul aidiyeti indeksine göre Türkiye bu indekste en düşük okul aidiyeti değerine (-0.44) sahip ülkelerden biri olarak görülmektedir.
Öğrenci oranları incelendiğinde, Türkiye’de okula ait hissettiğini ifade eden öğrenci oranı yaklaşık %61 iken bu oran OECD ortalamasında %73’tür. Bu oranla Türkiye OECD ülkeleri içinde okul aidiyeti en düşük öğrenci oranlarından birine sahip olmuştur.
Şekil 4. Ülkelerin okul aidiyeti indeksi puanları
Türkiye’nin okul aidiyeti indeksinde düşük bir değer elde etmesindeki en önemli pay kendimi ‘okulda dışlanmış hissediyorum’ ifadesine katılan öğrenci oranının büyüklüğü olarak değerlendirilebilir. Nitekim Türkiye’de kendini okulda dışlanmış hissettiğini belirten öğrenci oranı %40 olarak belirtilmiştir. Söz konusu oran OECD ortalamasında %17 olarak görülmektedir.
Her 5 öğrenciden biri ayda en az birkaç kez okulda akran zorbalığına maruz kalıyor
Öğrencilerin günlerinin önemli bir kısmını geçirdikleri okullarda akranlarıyla olan iletişimlerinin niteliği yaşam memnuniyetlerini etkilemektedir. Türkiye’de “ayda en az birkaç kez akran zorbalığına maruz kaldığını” söyleyen öğrenci oranı %19 olarak belirlenmiştir. Bu oran OECD ülkeleri ortalaması ile yaklaşık olarak aynıdır. Diğer taraftan, bu konuda Letonya %31 ile en çok zorbalığın yaşandığı ülke olurken; Yeni Zelanda, Çek Cumhuriyeti, Avustralya ve İngiltere’de de bu oranın %20’nin üzerinde olduğu görülmektedir.
Şekil 5. Çeşitli göstergelere göre Türkiye’de öğrencilerin ayda en az birkaç kez maruz kaldığı akran zorbalığı oranları (%)
Öğretmenlerinin kendilerine adil davranmadığını söyleyen öğrencilerin oranı yüksek
Sağlıklı bir okul ikliminin sağlanmasındaki önemli faktörlerden biri de güven temelli bir öğretmen öğrenci ilişkisidir. Bu konuda öğrencilere öğretmenlerinin kendilerine ne kadar adil davrandığına yönelik olarak şu ifadeler yöneltilmiştir: “Öğretmenlerim bana diğer öğrencilere göre daha az söz hakkı veriyor”, “ Öğretmenlerim beni diğer öğrencilere göre daha sert değerlendiriyor”, “Öğretmenlerim bana olduğumdan daha az zeki olduğumu hissettiriyor”, “Öğretmenlerim diğer öğrencilere göre bana daha sert davranıyor”, “Öğretmenlerim beni diğer öğrencilerin önünde küçük düşürüyor”, “Öğretmenlerim diğer öğrencilerin önünde bana hakaret ediyor”. Söz konusu ifadelere öğrencilerin katılım oranlarının verildiği Şekil 6’da görüldüğü üzere, Türkiye’de öğretmenlerinin kendilerine adil davranmadığını düşünen öğrenci oranları OECD ortalamasının üzerindedir. Özellikle Türkiye’de “Öğretmenlerim bana diğer öğrencilere göre daha az söz hakkı veriyor” ifadesine katılan öğrenci oranı yaklaşık %25 iken OECD ortalamasında bu oran yaklaşık %15’tir.
Şekil 6. Çeşitli göstergelere göre öğretmenlerinin kendilerine adil davranmadığını ifade eden öğrenci oranları (haftada en az bir kez veya daha fazla; Türkiye-OECD, %)
Ebeveynlerin öğrencilerin okul aktivitelerine olan ilgisi düşük
PISA 2015 değerlendirmesinde “ilgili” anne babaya sahip öğrencilerin yaşam memnuniyetlerinin de daha yüksek olduğu ortaya konmuştur. Ebeveynlerin öğrencilerin eğitim yaşantılarına ilişkin ilgi düzeylerini ölçmek üzere öğrencilere “Ebeveynlerim okul aktivitelerimle ilgilidir”, “Ebeveynlerim çalışmalarımı ve başarılarımı destekler”, “Ebeveynlerim okulda zorlukla karşılaştığımda beni destekler”, “Ebeveynlerim kendime güvenmem konusunda beni cesaretlendirir” ifadeleri yöneltilmiştir. Şekil 7’de görüldüğü üzere, bu ifadelere katılım oranlarına göre Türkiye OECD ortalamasının altında yer almaktadır. OECD ortalaması ve Türkiye ortalaması arasındaki en büyük fark öğrencilerin “Ebeveynlerim okul aktivitelerimle ilgilidir” ifadesine katılım düzeylerinde ortaya çıkmaktadır. Buna göre Türkiye’deki öğrencilerin %78’i ebeveynlerinin okul aktiviteleri ile ilgili olduğunu düşünürken OECD ortalamasında bu oran yaklaşık %94 olarak belirlenmiştir.
Şekil 7. Çeşitli göstergelere göre ebeveynlerin öğrencilerin eğitim yaşantılarına ilgi düzeyi (Türkiye-OECD, %)
Öğrencilerin büyük bir kısmının evinde internet bağlantısı yok
21. yüzyılda hemen her alanda paradigmal değişimler yaratan bilgi ve iletişim teknolojilerinin eğitim ortamları ve öğrenme süreçlerine de önemli etkileri olmuştur. PISA 2015 değerlendirmesinde OECD ülkelerinin çoğunda hemen hemen her öğrencinin (ortalama %95) evde internet erişimine sahip olduğu belirlenmiştir. Ancak bu yüksek oranın arka planında ülkeler arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Danimarka, Estonya, Finlandiya, İzlanda, Norveç, Slovenya ve İsviçre’de neredeyse her öğrenci evinde internet erişimine sahipken; Türkiye, Endonezya, Meksika, Cezayir gibi ülkelerde bu oran %70’in altında kalmaktadır. Türkiye’de evinde internet erişimine sahip öğrenci oranı %63 olmakla birlikte en az üç öğrenciden birinin evinde internet erişimi olmadığı söylenebilmektedir. Bununla birlikte, Şekil 8’de görüldüğü üzere, Türkiye’de yıllar bazında öğrencilerin evlerinde internet erişimi artmaktadır.
Şekil 8. Yıllara göre evde internet erişimi olan öğrenci oranları (Türkiye-OECD, %)
Değerlendirme
PISA 2015 Öğrencilerin İyi Olma Hali Raporunda, Türkiye için öne çıkan bulgular öğrencilerin performanslarıyla ilgili kaygı ve motivasyonları, akranlarıyla ve öğretmenleriyle ilişkileri, ebeveynlerinin ilgili olma düzeyleri ve internet erişimleri gibi göstergeler dikkate alınarak özetlenmiştir. Raporda öne çıkan en temel bulgu, öğrencilerin ev ve okul yaşamlarında iyi ilişkiler geliştirdikçe daha yüksek yaşam memnuniyetine sahip olmalarıdır. Öğrenci, kimlik gelişimi sürecinde olan bir birey olarak yalnızca bilişsel değil sosyal, duygusal ve fiziksel becerilerini de geliştirebilecek ortam ve fırsatlara ihtiyaç duymaktadır. Özetlenen bulgular öğrencileri hazırlamaya çalıştığımız dünyanın onların ilişkili olduğu toplumsal dinamikler ve geliştirdikleri sosyal ve duygusal ilişkilerden bağımsız düşünülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla performans odaklı ve öğrencilerin bilişsel düzeylerinin karşılaştırıldığı PISA gibi geniş ölçekli bir değerlendirmede öğrencilerin “insan” yanlarına da vurgu yapılarak daha bütüncül bir gelişimi destekleme eğilimi oldukça önemlidir. Nitekim bu eğilim ülkelerin de bakış açılarını performanstan başka göstergelere yöneltebilme potansiyeline sahiptir.
Türkiye’de öğrencilerin iyi olma haline ilişkin göstergeler dikkatle değerlendirilmesi gereken bir tablo ortaya koymaktadır. En çarpıcı bulgu olarak, hayatından memnun olmadığını belirten öğrenci oranının %29 ile OECD ülkeleri içindeki en yüksek orana karşılık gelmesi Türkiye’de çocukların önemli bir kısmının “mutlu” bir gelişim süreci geçirmediğine işaret etmektedir. Çocukların neden başarısız olduğuna harcanan düşünme mesaisi yaşam memnuniyetlerinin düşüklüğü göz ardı edilerek tüketildiğinde belki de birbirinin altında yatan temel nedenleri anlamaktan uzaklaşılmaktadır.
Türkiye’de öğrenciler ölçme değerlendirme süreçleriyle ilgili ciddi düzeylerde kaygı taşımaktadır. Özellikle OECD ülkeleri içinde en yüksek oranlardan birine karşılık gelen öğrencilerin %56’sının ders çalışırken çok stresli hissettiğini ifade etmesi, öğrencinin öğrenme zamanını yüksek kaygı ile verimsizleştirdiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan, öğrencilerin başarı motivasyonuyla ilgili oranlarda Türkiye diğer göstergelerden farklı bir görünüm sergilemektedir. Ders ve sınavlarında en iyi ve en başarılı olma isteği oldukça yüksek olan öğrencilerin oranı OECD ortalamasının oldukça üzerindedir. Bu başarı motivasyonunun kaynağı içsel yani “öğrenmek için öğrenme isteği” ile ilişkili olduğunda öğrenciler sınavlar ya da dersler bitse dahi öğrenmek için gayret göstermektedir. Ancak daha iyi not ve okulda ya da evde daha iyi bir konum gibi dışsal motivasyon kaynakları ile ilişkili olduğunda öğrenmenin sürekliliğini ve derinliğini sağlamak zorlaşmaktadır. Türkiye’de öğrencilerin okul kaynaklı yaşadıkları yüksek kaygı düzeyi öğrenme motivasyonlarının daha çok dış motivasyon unsurlarıyla ilişkili olduğuna işaret etmektedir.
Öğrencilerin iyi olma haline ilişkin bir diğer gösterge olan okul aidiyeti indeksinin daha önceki yıllarda da PISA değerlendirmeleri kapsamında ölçülmesi değişimi izleme fırsatı sunmaktadır. Bu konuda Türkiye öğrencilerin en düşük okul aidiyetine sahip olduğu ülkelerden biri olarak sıralamada yerini almıştır. Ancak 2012 yılında gerçekleştirilen PISA değerlendirmesi kapsamında öğrencilerin okul aidiyeti verilerine göre Türkiye, 2003-2012 yılları arasında okul aidiyeti indeksinde en olumlu iyileşmeyi gösteren ülke olarak görülmekteydi (2003’te -0.42 iken, 2012’de 0.12). Bunun yanı sıra, 2012 okul aidiyeti indeksi sonuçlarında Türkiye OECD ortalamasının çok az üzerinde bir konumdaydı. 2003-2012 yılları arasında görülen olumlu değişime rağmen 2012-2015 yılları arasında nasıl sert bir geriye dönüş yaşandığının üzerinde önemle durulmalıdır. Bu bulgu PISA değerlendirmesindeki Türkiye’deki öğrencilerin performans puanlarındaki düşüşle birlikte değerlendirildiğinde, nedenleri ivedilikle araştırılması gereken rahatsız edici bir tablo olarak görülmektedir.
Okullarda öğrencilerin mutluluk düzeylerini en çok etkileyen faktörlerden biri de akranlarıyla olan ilişkileri olarak gösterilmektedir. Akran zorbalığı, OECD ülkelerinde oldukça yüksek oranlarla okul iklimini olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de her 5 öğrenciden birinin ayda en az birkaç kez akran zorbalığına maruz kaldığını belirtmesi yüksek bir oran olmakla birlikte bu oran OECD ortalaması ile aynıdır. Şüphesiz öğrencilerin akranlarıyla yaşadıkları zorbalık boyutundaki ilişki biçimleri öğrencilerin yaşam memnuniyetini düşürmektedir. Bu konuda öğretmenlerin öğrencileri daha yakından gözlemleme ve tanıma yoluyla bu ilişkilerde iyileştirici rol alabileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte, öğretmenler öğrencilerin ilişki içinde olduğu çevre içinde öğrenci psikolojisi üzerinde oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Öğretmenlerin öğrenciler ile güven temelli bir ilişki içinde olması öğrencinin okul kaynaklı kaygılarını azaltabileceği gibi öğrenme motivasyonuna da olumlu katkı sağlayabilecektir. Ancak Türkiye’de öğretmenlerinin kendilerine adil davranmadığını düşünen öğrenci oranının yüksekliği öğretmen öğrenci ilişkilerinin niteliği konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır.
Akran ve öğretmenleriyle olan ilişkilerinin yanı sıra, öğrencilerin ebeveynleriyle olan iyi ilişkilerinin niteliği ve ilgili ebeveynlere sahip olmanın öğrencilerin yaşam memnuniyetine etkisi raporda geniş yer tutmaktadır. Türkiye’de ebeveynlerinin eğitim yaşantılarıyla ilgili konularda ilgili ve destekleyici olduğunu ifade eden öğrenci oranlarının OECD ortalamasının altında olduğuna bulgularda yer verilmişti. Özellikle ebeveynlerinin okul aktiviteleriyle ilgili olduğunu söyleyen öğrenci oranlarının OECD ortalamasının oldukça altında olması dikkat çekmektedir. Bu durumu etkileyen birçok faktörden söz etmek mümkün olduğu gibi ebeveynlerin sosyo-ekonomik statüsünün önemli bir etken olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim farklı bir göstergenin konusu olmasına rağmen Türkiye’nin evinde internet erişimine sahip olmayan öğrenci oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri olmasının da ekonomik olarak dezavantajlı öğrencilerin fazlalığından kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak, öğrencilerin yukarıda sözü edilen geniş bir ekosistemin parçası olduğu göz önünde bulundurularak, sosyal ve duygusal ihtiyaçlarından soyutlanmadan, topluma her yönüyle sağlıklı ve yaşam doyumu yüksek yetişkinler olarak kazandırılması eğitim politikaları belirlenirken birincil amaç olarak ele alınmalıdır. Öyle ki, okullar, ebeveynler ve öğretmenler kendilerini destekleyen bir sistem içinde çocukların mutluluğunda büyük farklar yaratabilecektir.