Büyük Veri Ne Kadar Büyük?
Veri, bilgi ve ekonomi; bu üç kavram günümüzün ve geleceğin ana şekillendiricisi olarak toplumsal yaşamımızın tüm dinamiklerini uzun bir süredir etkilemektedir. Bu doğrultuda ortaya çıkan büyük veri ve veri madenciliği gibi kavramlar, farklı alan ve sektörlerde kendilerine geniş bir uygulama sahası açmıştır. Ancak yeni bir kavram olarak açığa çıkan büyük verinin hangi koşullarda ne kadar etkin ve verimli bir kaynak oluşturacağı, problem çözme ve süreç yönetiminde ne derece etkin işlev gösterebileceği konuları da tartışmaya açılmıştır. Bu kapsamda Pasi Sahlberg ve Jonathan Hasak tarafından kaleme alınan makalede, eğitim sistemlerinde büyük verinin etkin hale gelmesiyle küçük verinin önemini kaybetmediğinin altı çizilmektedir. Bu açıdan söz konusu yazı büyük ve küçük verinin Türkiye gibi bilgi yönetiminde atılım başlatma açısından yolun başında sayılabilecek ülkelere önemli öngörüler sunabilir. Zira henüz sürdürülebilir, tutarlı merkezi bir program ya da stratejiye sahip olmayan ülkeler mevcut deneyimleri kısa yollara dönüştürebilecektir.
Bu kapsamda mevcut çalışma, öncelikle Pasi Sahlberg ve Jonathan Hasak’ın yazarlığını yaptığı “Eğitimdeki Bir Sonraki Büyük Gelişme: Küçük Veri” çalışmasını Türkçe olarak paylaşmakta, ardından Türkiye’nin büyük veri/küçük veri tartışmalarındaki konumunu açık veri ve açık devlet kavramlarına referansla tartışmaktadır. Son olarak bu tartışmadan hareketle Türkiye’nin bütüncül bir açık devlet verisi stratejisi oluşturmasına katkı sağlayabilecek politika önerileri sunulmuştur.
Pasi Sahlberg ve Jonathan Hasak:
Eğitimdeki Bir Sonraki Büyük Gelişme: Küçük Veri 1
Birleşik Devletler’deki okulları dünyadaki diğer okullardan ayıran şey, tipik olarak standart test sonuçlarını yansıtan veri duvarlarının koridor ve öğretmen odalarını süslüyor olmasıdır. Yeşil, sarı ve kırmızı renkler öğrencilerin ve sınıfın performans seviyesini göstermektedir. Kararlı reformcular için okul hakkında daha fazla veri ortaya koyan şeffaflık budur ve daha etkin okul iyileştirmelerinin nasıl sağlanacağına dair çözümün de parçası olarak görülmektedir. Fakat bu veri setleri, sınıf içindeki öğretim ve öğrenimi kavramamızı sağlayacak kıvılcımlar oluşturmamaktadır; çünkü bunlar okuldaki öğrenmenin iticisi olan duygu ve ilişkilere değil, analitik ve istatistiğe dayanmaktadır. Bunlar aynı zamanda öğrenmenin öğrenenlerin yaşamındaki ve zihinlerindeki etkilerini değil, çıktı ve ürünlerini raporlamaktadır.
2002’de No Child Left Behind Yasası, okuma ve matematik alanlarında her yıl bir defa ve lisede bir defa olmak üzere 3. Sınıftan 8. Sınıfa kadar tüm öğrencilerin standart dış testlerle ölçülmesini gerektirmektedir. Bunun da ötesinde, okul ve öğretmenlerin hesap verebilirliğini sürdürmek için her eyaletin kendi test gereklilikleri bulunmaktadır. Bunun sonucunda ise bu testlerden elde edilen verilere karşılık çeşitli öğretmen değerlendirme prosedürleri ortaya çıkmıştır. Yine de tüm bu iyi niyetli gelişmelere rağmen, makul ölçüde kullanılabilecek kadar çok veri sağlanmış ancak çıktılarda belirgin bir gelişim kaydedilememiştir. Eğer modern bir eğitim sisteminin lideriyseniz, okulunuz, öğretmenleriniz ve öğrencileriniz hakkında devasa bilgilerin toplanması, analiz edilmesi, depolanması ve bunlar arasında ilişki kurulması üzerinde özellikle durursunuz. Bu bilgi ilk defa 2000 civarında ortaya çıkan, geleneksel veri işleme uygulamaları ile işlenmesi mümkün olmayacak kadar büyük ve kompleks veri setlerine işaret eden “büyük veri”dir. 20 yıl önce, eğitim departmanının istatistik görevlisi tarafından idare edilen öğrenci kayıt oranları, öğretmen karakteristiği veya eğitim harcamaları gibi eğitim yönetim sisteminin işlediği veri tipi eğitim sisteminin girdi faktörüydü. Fakat bugün büyük veri, öğretim ve öğrenimle ilgili bir dizi göstergeyi kapsamakta ve zaman içeresindeki öğrenci başarı eğilimlerini raporlamaktadır.
Buradan çıkan verilerle, uluslararası örgütler bölgesel ve küresel veri bankaları kurmaktadır. İster Birleşmiş Milletler, ister Dünya Bakası, Avrupa Komisyonu ya da Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü olsun, bugünkü uluslararası reformcular insani gelişimle ilgili eskiden olduğundan çok daha fazla veriyi toplamakta ve işlemektedir. Devlet kurumlarının ötesinde, artık büyük veri piyasasındaki ticari fırsatları gören Pearson ve McKinsey gibi küresel eğitim ve danışmanlık şirketleri bulunmaktadır.
Bunların arasında bugün en fazla bilineni, OECD’nin dünya genelinde 15 yaş grubunun okuma, matematik ve fen okuryazarlığını ölçen Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)’dır. OECD artık aynı zamanda politika yapıcılara eğitim sistemlerinin küresel ağ içerisindeki yerini ve istenen yere nasıl gidileceğini söylemeyi hedefleyen Education GPS‘i, diğer bir deyişle küresel konumlama sistemini, yönetmektedir. OECD eğitimde büyük veri hareketinin açık ara lider haline gelmiştir. Tüm bu yeni bilgilere ve bunlarla birlikte gelen faydalara rağmen, büyük verinin eğitim reformlarında nasıl kullanıldığı ile ilgili bariz engeller bulunmaktadır. Aslında, uzmanlar ve politika yapıcılar büyük verinin, nedenselliği değil, en iyi ihtimalle, eğitimdeki değişkenler arasındaki korelasyonu verdiğini sıklıkla unutmaktadır. Oysaki her istatistiğe giriş dersinin de söyleyeceği üzere korelasyonlar nedensellik belirtmemektedir.
PISA’dan elde edilen veriler, örneğin ‘en yüksek performanslı eğitim sistemlerinin nitelikle eşitliği bütünleştirenler olduğunu’ ileri sürmektedir. Aklımızda tutmamız gereken ise bu ifadenin eğitim sistemindeki öğrenci başarısı (nitelik) ve eşitlik (öğrenci başarısı ve aile geçmişi arasındaki ilişkinin gücü) çıktılarının aynı anda ortaya çıktığını belirttiğidir. Ancak bu bir değişkenin diğerine neden olduğu anlamına gelmemektedir. Korelasyon politika yapım sürecindeki kanıtların değerli bir parçasıdır fakat bunların gerçekliğinin onaylanması ve ardından olası tüm nedensellik ilişkilerinin dikkatli bir biçimde incelenmesi gerekmektedir.
Buradaki problem, dünya genelinde politika yapıcıların okullarda fark yaratacak detayları doğru bir şekilde anlamadan, kendi ulusal öğrenci değerlendirme sistemlerindeki ve uluslararası eğitim veri bankalarındaki büyük veriye dayalı korelasyonlar üzerinden reforme etmeleridir. Örneğin Cambridge Üniversitenden bir doktora tezi yakın zamanda PISA’ya katılan OECD ülkelilerinin büyük bir çoğunluğunun gelecekteki PISA performanslarını iyileştirmek amacıyla ve birincil olarak PISA verilerine dayanarak eğitim politikalarında değişiklikler yapmakta olduğunu ortaya koydu. Ancak büyük veri bazlı değişiklikler okul ve dersliklerdeki öğretim ve öğrenmenin iyileştirilmesine gerçekten uygun mu?
İnanıyoruz ki büyük verinin tek başına eğitim sistemlerini düzeltebilir olmadığı açığa çıkmakta. Karar alıcıların iyi bir öğretimin ne olduğu ve okulda nasıl daha iyi bir öğrenme sağladığı konusunda daha ileri bir anlayışa sahip olması gerekiyor. Burası ise tam da detayların, ilişkilerin ve okul hakkındaki anlatıların önemli hale geldiği noktadır. Bunlar Martin Lindstrom’un deyişiyle “küçük veri”; yani devasa trendleri açığa çıkaran küçük ipuçlarıdır. Eğitimde küçük veriler genellikle okul örtüsünün altında gizlidir. Bu örtüyü anlamak eğitimin iyileştirilmesi için bir öncelik haline gelmek zorundadır. Şurası kesin ki eğitimde küçük veri toplamanın tek bir doğru yolu da yoktur. Belki de bir sonraki en önemli aşama büyük veri odaklı politika ve pratiklerin mevcut sınırlılıklarını anlamaktır. Zira harici olarak toplanmış veriye fazla güvenmek politika yapımında yanıltıcı olabiliyor. Küçük verinin pratikteki haline bir örnek ise şu şekildedir;
- Ulusal öğrenci değerlendirmelerini gerekli asgari düzeye indirir ve tasarruf edilen kaynaklar okulların biçimlendirici değerlendirmelerinin ve öğretmen eğitiminin alternatif ölçüm metotlarının niteliğinin geliştirilmesine transfer edilir. Kanıtlar göstermektedir ki geleneksel standart testlerden ziyade, biçimlendirici ve diğer okul temelli ölçümlerin eğitim niteliğini geliştirmesi daha olasıdır.
- Öğretmenlere bürokrasiden daha fazla bağımsızlık vererek ve okullarda takım çalışmasına yatırım yaparak okulların kolektif özerkliğini güçlendirir. Eğitimdeki güvenin inşa edilmesinde ve öğrenci öğrenmesinin artırılmasında kritik bir boyut olduğu kanıtlanan sosyal sermayeyi geliştirir.
- Öğrencileri kendi öğrenmelerini değerlendirme ve yansıtma süreçlerine katarak ve akabinde bu bilgileri (ulusal büyük veri ile desteklenen) öğretim ve öğrenmeyle ilgili kolektif değerlendirmeye dahil ederek güçlendirir. Çünkü öğrenciler okullarda farklı açılardan akıllı olabilir; zira hiçbir öğrenci performansının tek bir biçimde ölçülmesi başarıyı ortaya koymaz. Gelişimleriyle ilgili olarak öğrencilerin kendi kelimeleri bu öğrenmeyi geliştiren önemli trendleri ortaya çıkaran küçücük ipuçlarından olabilir.
- Edwards Deming bir zamanlar “Veri olmadan fikri olan bir başka insansın.” demişti. Fakat Deming’in hayal edemediği şey, bugün sahip olduğumuz veri sistemlerinin boyutu ve hızıydı. Sürekli bir araya toplanan verilere dayalı otomasyon, artık günlük hayatlarımızı değiştirmektedir. Bugün sürücüler en uygun rotaları gösteren akıllı navigatörlere sahipken haritanın nasıl kullanılacağını bilmek zorunda değiller: pilotlar uçağı kendi kontrollerine almaktan daha fazla otomatik pilotta uçmaktadır. Benzeri trendler de okulları olduğu gibi “altüst etmeye” çalışan sayısız reformcularla birlikte eğitim sistemlerinde de ortaya çıkıyor.
Geçmişte ortaya çıkan korelasyonlarla ilgili olarak bizi bilgilendiren büyük verinin küresel eğitim reformları açısından kesinlikle faydalı olduğu kanıtlandı. Fakat öğretim ve öğrenimin iyileştirilmesi için, reformcuların küçük veriyi- her sınıfta olan çeşitlilik ve güzelliği- ve bunun şu anda açığa çıkardığı nedenselliği dikkate alması gerekiyor. Çünkü küçük veriden hareketle yönlendirmeye başlamazsak, kısa bir süre sonra büyük veri ve suni korelasyonlar tarafından yönlendirilmeye başlayabiliriz.
Değerlendirme
Bilgi teknolojilerinin gelişimi sadece bilgiye erişim biçimlerimizin değil, aynı zamanda ulaşılan bu bilgilerin mahiyetini de dönüştürdü. Elbette söz konusu dönüşümler elde edilen bilginin hem niteliğine hem de niceliğine yansıdı. Üretilen ve paylaşılan veri miktarındaki artış, beraberinde anlamlı bilgi bütünlerinin oluşturulmasında etkin araç, yöntem ve stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kıldı. Her türlü iş ve süreç için geri besleme mekanizması olarak işlev görmesi beklenen büyük veri analizi ve büyük veri madenciliği, gelişimi üzerinde çalışılan ve giderek büyüyen yeni bir piyasa haline geldi.
Büyük veri 5v, yani büyük verinin bileşenleri olan veri çeşitliği, hızı, büyüklüğü, doğrulama ve değer (Variety, Velocity, Volume, Verification, Value), sayesinde her an üretilmeye devam edilen verilerin yapılandırılması için gerekli olan basamaklar olarak düşünülebilir. Bu basamaklardan geçerek yapılandırılmış büyük veri, tüm yönetim süreçlerine, karar alımlarına, ilişkilere, risk ve atılımlara kadar her türlü iş ve işlem içerisinde nasıl bir model ve politika izlenebileceğine dair önemli yönlendirme ve çıkarımlar sunabilecek bir kapasite sunmaktadır. Bu, aynı zamanda söz konusu iş ve işlemler için bir kapasite inşasıdır.
Başta ekonomi ve finans olmak üzere, büyük verinin sağlık sektörü, satış ve pazarlama, halkla ilişkiler, telekomünikasyon, bankacılık, güvenlik, trafik kontrolü, yapay zeka gibi pek çok alanda belirleyici bir rol oynamaya başladığı görülmektedir. Ancak büyük veriyi asıl revaçta tutan ekonomik fonksiyon ve faydalarının yanı sıra, kamu politikaları açısından da önemli bir dönüşüme imza atmakta olmasından kaynaklanmaktadır. Zira ekonomideki arz talep zinciri gibi, kamu politikalarında da büyük veri hem toplumsal ihtiyaç ve talepler hem de temsiliyetin, hesap verebilirliğin ve şeffaflığın doğrudan, daha hızlı ve daha katılımcı olmasına aracılık etmektedir. Bu kapsamda açık devlet, açık veri ve var olan verilerin yapılandırılmasıyla ortaya konan büyük ve küçük verinin içerik, kapsam, yöntem ve stratejileri konusunda dünyada önemli iyi uygulama örnekleri bulunmaktadır. Tüm bu iyi örneklerin incelenmesi ebetteki hesap verebilirlik, şeffaflık, sürdürebilirlik, erişim ve eşitlik gibi birçok ilkenin, ülkelerin yönetim/yönetişim anlayışının da doğrudan bir yansımasıdır.
Eğitim alanında sağlanan veriler, bu verilerin açıklığı, küçük veri ve büyük verinin nicel ve nitel özellikleri, eğitim uygulamalarının geliştirilmesi için oluşturulan platformlar ve tüm bunlar doğrultusunda eğitim politikalarının geliştirilmesinde kullanılabilecek birikim açısından değerlendirilebilir. Ancak eğitimde büyük verinin nasıl kullanıldığına ve nasıl daha etkin hale getirilebileceğine odaklanmadan önce, Türkiye’nin veri ve veri paylaşımına ilişkin durumunu ortaya koymak, büyük ve küçük verinin de ne düzeyde bir kullanım alanına sahip olduğuna dair anlayış geliştirebilir ve bu anlayışın prensiplerini açığa çıkartabiliriz. Ülke fotoğrafının bu bağlamda görülmesi, büyük ve küçük verinin aynı zaman ne kadar etkin ve verimli bir biçimde işlevselleştirilebileceğine dair de bir öngörü oluşturmamızı sağlayacaktır ki bu da ileriye dönük politikalara yön verebilecek imler barındıracaktır. Bu sebeple OECD tarafından 2009 yılı itibariyle düzenli olarak yayımlanan ‘Bir Bakışta Devlet 2015’ raporu ülkelerin dijital yönetişimdeki yerine ve bu alandaki uygulamalara ve eğilimlere işaret etmekte, göz önünde bulundurulması gereken önemli bulgular sunmaktadır.
‘Bir Bakışta Devlet 2015’ Raporunda Dijitalleşme, Açık Devlet ve Açık Veri
Sosyal medya, dijitalleşme süreçlerinde ve devlet-vatandaş etkileşiminde yeni bir döneme geçilmesine katkı sağlayan ana girdilerden biri olmuştur. En temel anlamıyla sosyal medya kullanımı çoğu devlet için bir zorunlukla haline gelmiş, hata açılan çok sayıda yerel ve bölgesel sosyal medya hesabının da ötesinde, 2014 Kasım itibari ile başkanlık, başbakanlık ya da hükümet düzeyinde olmak üzere 34 OECD ülkesinin 28’i Twitter, 21’i Facebook sayfası oluşturmuştur. Sosyal medyanın kullanılması elbette çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Bu faktörlerden biri de eğitim seviyesi olarak saptanmıştır. Özellikle Yunanistan, Portekiz, Birleşik Krallık ve Türkiye gibi ülkelerde yüksek eğitim düzeyine sahip olanlar ile olmayanlar arasında sosyal medya kullanım oranlarında uçurum olduğu ortaya konmuştur. Eurostat 2014’e göre BİT kullanımında eğitim seviyesi düşük olan kişilerin %18’i, yüksek olanların ise %69’u sosyal medyayı kullanmaktadır.
Daha kapsayıcı olan, devlet-vatandaş ilişkilerini geliştiren veya güven artıran mecralar olarak sosyal medyanın sahip olduğu potansiyelin amaçlar ve stratejiler bakımından hem ülkeler arasında hem de kullanıcı beklentileri ve dönemsel gereksinimler doğrultusunda değiştiği görülmektedir. Yine de ülkelerin kendi içerisinde bir yandan süreci etkileyen faktörleri hesaba katması diğer yandan da tutarlı ve bütüncül bir sosyal medya stratejisi oluşturması önemsenmektedir. OECD ülkelerinin %50’sinin sosyal medya stratejisi olduğu görülmektedir. Türkiye özelinde bakıldığında ise hükümetin sosyal medya kullanımında strateji veya hedeflere sahip olduğu görülmektedir. Buna karşın hükümet kendi içerisinde sosyal medyayı ve sosyal medya ölçüt ve göstergelerini kullanmamaktadır. Bu iki kriter için OECD ortalaması sırasıyla %46 ve %19’dur. OECD ülkesinde bu üç kritere de sahip yalnızca üç ülke bulunmaktadır; bu ülkeler Avusturya, Kanada ve Meksika’dır. Özellikle ölçüt ve göstergelerin olup olmaması üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Zira ölçüt ve göstergeler kullanılarak geri besleme için verilerin toplanması ve analiz edilmesi, etkin ve verimli sosyal medya kullanımı kadar işlev gelişimine de sebep olacaktır. Ancak bu ölçüt ve göstergeler belirlenmeden ve bunlara göre ölçüm ve bilgi üretimi yapılmadığı takdirde ortaya konan stratejik plan veya hedeflerin oluşturulmuş olmasının ne kadar amaç ve süreç odaklı olduğu sorgulanmaya değerdir. Diğer bir deyişle, hedeflenen sonuca ulaşılıp ulaşılmadığı süreç tasarımının bir parçası değilse, gerçekten bir hedefin var olduğu ve bu hedefin takip edildiği varsayımları sorgulanmak zorundadır.
Açık devlet verileri açısından bakıldığında da kamuda üretilen ve toplanan verinin tüm vatandaşların erişimine açık, ücretsiz, kullanılabilir, dönüştürülebilir ve dağıtılabilir olarak sunulması özellikle hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkesi gereği yerine getirilmesi bakımından günümüzde artık zorunlu bir uygulamadır. Bu sayede başta karar alma süreçleri olmak üzere vatandaş katılımının artırılması, en genel anlamında da bilgi edinme hakkının sürekli ve kesintisiz sağlanmasına yönelik olarak görev, yükümlülük, sorumluluk ve işbirliği bağlamındaki ilişkilerin niteliğini geliştirmektedir. Hukukun üstünlüğü üst başlığına referansla bakıldığında söz konusu ilişkilerdeki nitelik artışı aynı zamanda, özellikle Türkiye gibi ülkelerde, bu süreçlerin standardizasyonun sağlanmasına katkı sağlayacaktır. Süreçlerin kişiden kişiye değişmeksizin düzenlenmesiyle her tür operasyon ve bu operasyonlar sırasında edilen veri ve bilgilerin paylaşılması verimli ve etkin bir yönetimi, bunun yanı sıra açık devlet ve açık veri anlayışını birleştiren ‘açık devlet verisi’ olarak adlandırılan yapılandırılmış bilgi bütünlerinin oluşturulmasına katkı sağlayacaktır.
Açık devlet verisi anlayışla ortaya konan veriler sağlık, eğitim, ulaşım, güvenlik, çevre gibi ulusal veya yerel düzeyde tüm kamu hizmetlerini proaktif olarak dönüştürmektedir. Bu sebeple 2013’te G8 ülkeleri tarafından uygulama stratejileri kapsamında beş ilke belirlenmiştir; bunlar verili durum olarak açık veri (open data by default), nitel ve nicel veri, herkes tarafından kullanılabilir, daha iyi bir yönetişim için veri yayımlama, inovasyon için veri yayımlama olarak belirlendi. Bu stratejilerin ötesinde G8 tarafından Açık Veri Şartı (Open Data Charter) oluşturulmuş ve ilk olarak uygulama seviyesinin tespit edilmesi amacıyla hükümetlerin açık hükümet verisi sağlama doğrultusundaki adımları üç boyutta tanımlanmıştır; ulusal portaldaki veri mevcudiyeti, ulusal portaldaki verinin erişilebilirliği, devletin inovatif yeniden kullanımına ve paydaş katılımına desteği olarak sayılmaktadır. Son yapılan 2014 ölçümlerinde Güney Kore, Fransa, Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada ve İspanya açık devlet verisi sağlama çabalarına yönelik endeksin en üst sıralarında yer alırken, Polonya en bu sıralamanın en altında kalmıştır. İsviçre, Estonya, Hollanda, İsveç ve Finlandiya’nın ise konuya ilişkin dönüşüm sürecinde olduğu ifade edilmiştir. 2016 yılı itibariyle söz konusu ülkeler için veri portallarının oluşturulmuş odluğu görülmektedir.
Türkiye’nin bu bağlamdaki durumuna bakıldığında konunun henüz bir başlangıç aşamasında olduğu ya da bu konuda belirli bir hazırlık aşamasında o0lduğu da görülmemektedir. Açık devlet verisi hakkındaki araştırmaya katılan 30 OECD ülkesinden 25’inin merkezi/federal düzeyde açık devlet verisi stratejisine sahip olduğu bulunmuştur. Bu ülkelerin 29’unun ise ulusal açık veri portalı oluşturduğu görülmektedir. Buradaki tek istisnanın Türkiye olması, üzerinde dikkatle durulması gereken bir diğer konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye henüz tek bir merkezi açık devlet verisi stratejisi belirleyememiş ve açık devlet verisi portalı oluşturmamıştır. Ancak bazı kurumların ya da belirli projeler kapsamında kendi sosyal medya kullanım stratejilerine sahip oldukları veya temel istatistiki verilerini paylaştıkları görülmektedir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak yayımlanacak verilerde kullanıcı ihtiyaçlarının düzenli olarak kaydedilmesi ve her hangi bir görüş alışverişinin gerçekleştirilmediği de ortaya konmuştur. Verilerin yeniden kullanımının desteklenmesi ve teşvik edilmesi kapsamında hackathonlar gibi ortak yaratım etkinliklerinin Türkiye’de aralıklarla düzenlendiği, veri analizi ve yeniden kullanım kapasitesinin arıtılması için memurlara ise hiç eğitim verilmediği de bulgular arasındadır.
Genel bir eğilim olarak bireylerin veri kullanımı ve veri talebi noktasında sınırlılıkların bulunduğu gözlemlenmektedir. Talebin olmaması veya az olması, ebetteki hükümetlerin bu konudaki sorumluluklarını yadsınabilir kılmamaktadır. Ancak bu konuda artan taleplerin daha hızlı bir gelişim kaydedilmesinde payı olacağı da yadsınmamalıdır. Aktivite türüne göre kamu yetkilileriyle etkileşim oluşturmak amacıyla internet kullanan bireylere dair 2014 verileri incelendiğinde, Türkiye’deki bireylerin %26’sının bilgi aldığı, %11’inin ise vergi beyanı gibi idari amaçlarla doldurulmuş formlar gönderdiği görülmektedir. OECD 2014 verilerine göre internet kullanan bireylerin % 49’u interneti kamu yetkililerinden bilgi almak için, %33’ünün ise idari formları elektronik olarak doldurmak için kullandığı tespit edilmiştir. İşletmelerin e-devlet hizmetlerini bireylerden daha fazla kullandığı da dikkat çeken bir diğer bulgudur. Bilgi edinmek için internet kullanan işletmelerin oranı Türkiye’de %85, idari evrak doldurmak için interneti kullananların oranı ise %64,3’tür; bu oranlar OECD ortalamasında sırasıyla %83 ve %77,9’dur.
Tüm bu bulgular değerlendirildiğinde, büyük veri gibi önceden kurgulanması, modellenmesi ve sistematize edilmesi gereken bir süreç için öncelikle açık devlet, açık veri, demokratik ilkelere uygun uygulama ve uygulama stratejilerinin oluşturulmasının önemi daha da belirgin hale gelmektedir. Türkiye’de özellikle nüfus, eğitim ve sağlık verileri en geniş kapsamda bilginin toplandığı alanlar olarak ön plana çıkmaktadır. Örneğin, MEB odağında bakıldığında, e-okul gibi eğitim süreçlerinde yer alan paydaşların yoğun kullanımında olan bir alanda devasa bir veri havuzu bulunmakta ancak yapılandırılmış ve yeniden kullanılarak servis edilebilir, bilgiye dönüştürülebilir veri sistematiğine dayalı bir model oluşturulamamıştır.
Bu noktada böyle bir modelin tasarlanmasında G8 ülkeleri tarafından belirlenen kriterlere dayalı, açık devlet, açık veri anlayışlarını özümseyen bir programın yapılması öncelik olarak ele alınmalıdır. Zira bilginin ekonominin ham maddesi olduğu ve Endüstri 4.0’da rekabetin bilgiye sahip olan ve bu bilgileri değere dönüştürebilen ülkeler arasında olacağı bilinmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin dördüncü sanayi devrimi sürecindeki dönüşüme dahil olabilmesinde söz konusu en temel kriter ve programlar bir başlangıç noktası teşkil edecektir. Bu noktada Dünya Bankası tarafından oluşturulmuş olan Açık Veri Hazırbulunuşluk Değerlendirmesi, ülkelerin mevcut durum ve potansiyel kapasitesi bağlamında yönlendirici olabilecek, Kalkınma Bakanlığı tarafından 2014 yılında kamuoyuyla paylaşılan ve süreç içerisindeki revizelerle son halini alan 2015-2018 Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planı da ortak açık devlet, açık veri bağlamında yol gösterici olabilecektir. Bunların yanı sıra aşağıda özetlenen politika önerileri, genel bir eylem çizelgesi olarak düşünülebilir.
Bir devlet politikası olarak açık veri sisteminin oluşturulması, stratejilerinin ise siyasi idarenin yönlendirmesinde geliştirilmeye hazır standart bir uygulama alanı kılınması ilk adım olacaktır. Bu kapsam içerisinde büyük veri ve küçük verinin kullanım alanları, kullanım kapsamı ve içeriği de dahil edilerek bütüncül bir perspektif yakalanabilecektir. Süreç tasarımında hedef, strateji, eylem ve göstergeler arasında tutarlılık sağlaması kriterine bağlı kalarak verilerin açık, yeniden kullanılabilir, düzenlenebilir kılınması sağlanmalıdır.
Bu aşamada açık veri ve açık devlet anlayışı sadece devlet tarafından iyi bir uygulama olarak sunulmamalıdır. Zira hem vatandaşlarda hem de iş dünyasında ve akademide farkındalık oluşturmak, talepleri artırmak, yönlendirmek, konuya ilişkin teşvikler oluşturmak yönünde çalışmaların da koşut olarak yürütülmesi gerekmektedir. Kişisel Verilerin Otomatik Olarak İşlemesine İlişkin Olarak Bireylerin Korunması Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi doğrultusunda yer alan ilkelerin ve düzenlemelerin de etkin bir şekilde ulusal mevzuata aktarılması, ancak daha da önemlisi fiili olarak uygulamaya konması, öncelenmesi gereken bir diğer önemli basamak olacaktır.
Oluşturulacak geri besleme mekanizmalarıyla politika yapım ve yönetişim süreçlerinin daha etkin bir şekilde sürdürülmesi de olanaklı hale gelecektir. Bu verilerin tutulduğu uygulama ara yüzlerin söz konusu işlevler temelinde tasarlanması beklenmektedir. Tüm bu süreçte talepleri veri toplama sürecine yansıtacak ve elde edilen veriler ve geri bildirimler doğrultusunda eyleme geçecek olan kamu hizmetlilerinin de açık veri ve açık devlet anlayışını özümseyebilmesi ve bu konuda uzmanlık elde edebilmesi için genel eğitimler düzenlenebilir, özel ekipler oluşturulabilir. Dış değerlendirme mekanizmasının kurulması, gösterge ve ölçütlerin oluşturulmasıyla tasarlanan plan ve stratejilerin hayata geçirilip geçirilmediği takip edilerek, iyileştirme ve revizelerin yapılması için kontrol noktaları oluşturulabilir.
Dipnotlar:
- Sahlberg, P. ve Hasak, J. (2016, Mayıs 9). Next Big Thing in Education: Small Data [Web blog içeriği]. http://pasisahlberg.com/next-big-thing-education-small-data/ adresinden erişildi. ↩