Bir Bakışta Eğitim 2015

Bir Bakışta Eğitim 2015

TEDMEM tarafından yayımlanan 2015 Eğitim Değerlendirme Raporu’nda yer aldığı haliyle paylaşılmıştır.

Raporun Öne Çıkan Bulguları

Kasım ayında yayımlanan Bir Bakışta Eğitim 2014-2015 raporu, OECD ülkelerinin eğitim sistemlerine dair karşılaştırmalı verilerini ortaya koymuştur. Eğitim sistemlerinin makro bakış açısıyla fotoğrafını çeken ve eğitim sistemlerini etkileyen birçok parametrenin ele alındığı raporda, Türkiye için çarpıcı bulgulara yer verilmiştir. Bu kapsamda öne çıkan konu başlıkları arasında sırasıyla; Eğitim Düzeyleri ve Eğitime Katılım Oranları, Yükseköğretim ve İstihdam, Eğitim Finansmanı ve Öğretmen Profili yer almaktadır.

1. Eğitim Düzeyleri ve Eğitime Katılım Oranları
a. Yetişkin Eğitimi ve Niteliği

Karşılaştırmalı uluslararası eğitim verileri Türkiye’de 25-64 yaş arası yetişkin nüfusun %64’ünün lise altı düzeyde eğitim gördüğü belirtilirken, bu oranın %24 olan OECD ortalamasından yüksek olduğu dikkat çekmektedir (bkz. Tablo 1). Diğer taraftan, Türkiye’de 2000 yılından itibaren ortaokul sonrası eğitim yaşamlarını sonlandıranların sayısında düzenli bir düşüş gözlenmektedir. Sonuç olarak lise ve yükseköğretim düzeyinde eğitim alan yetişkin sayıları artmaktadır. Özellikle üniversite mezunlarının sayısının 2000 yılından 2014 yılına kadar iki kat arttığı belirlenmiştir.

Tablo 1. 25-64 yaş arası eğitime katılım oranları

Lise altı düzeyde Lise ve ön lisans düzeyinde Yükseköğretim düzeyinde
2000 2014 2000 2014 2000 2014
Türkiye 77 64 15 19 8 17
OECD 35 24 44 43 22 34
b. Okul Öncesi Eğitimi

Okul öncesi eğitimle ilgili olarak raporda öncelikle dikkat çeken değerlendirme, Türkiye’nin eğitim kalite göstergelerini geliştirmek için okul öncesi eğitime daha fazla önem vermesi gerektiğine yöneliktir. Özellikle PISA 2012 raporunda detaylarına yer verilen okul öncesi eğitiminin tüm eğitim yaşamının devamındaki belirleyici etkisi vurgulanmıştır.

2013 yılı verilerine göre, Türkiye’de üç yaşındaki çocukların yalnızca %7’si ve dört yaşındaki çocukların ise yalnızca %36’sı okul öncesi eğitime kayıt olmuştur (bkz. Tablo 2). Bu rakamlar OECD ülkeleri ortalamasıyla karşılaştırıldığında, arada oldukça büyük bir fark olduğu görülmektedir. OECD ortalamasında bu oranlar sırasıyla %74 ve %85 olarak kaydedilmiştir. Türkiye’de kaydedilen oranlar, OECD ülkeleri içinde açığa çıkan en düşük oranlardır. Ancak 2005 ve 2013 verileri karşılaştırıldığında, dört yaşında okul öncesi eğitim alan çocuk sayısında %30’dan fazla bir artış gözlenmiştir.

Diğer taraftan, okul öncesi eğitimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, Türkiye için 17 olarak tespit edilmiştir. Bu oran OECD ülkeler genelinde ise 14’tür.

Tablo 2. Türkiye ve OECD’de okul öncesi eğitime katılım oranları(2005-2013)

Yaş 2005 2013
Türkiye 3 yaş 2 7
4 yaş 5 36
5 yaş 32 74
(Isced02:%41, Isced1:%32)
OECD Ortalaması 3 yaş 64 74
4 yaş 79 85
5 yaş* 88 95
(Isced02:%81, Isced1:%14)
OECD’nin ISCED 2011 tanımına göre; Isced02: okul öncesi, Isced1: ilkokul olarak tanımlanmaktadır. 5 yaş, hem ilkokul hem de okul öncesi eğitime katılım oranları içermektedir.
c. 15-29 Yaş Grubunun Eğitime Katılım Oranları

Eğitime katılım oranları ve yaş gruplarına göre dağılımlar kapsamında da Türkiye için anlamlı veriler ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de okul çağındaki çocukların en az % 90’ının eğitime katılım süresinin ortalama dokuz yıl olduğu belirtilmektedir. OECD ülkeleri için ise bu süre 13 yıldır. Türkiye için eğitime katılan %90’lık grubun yaş aralığı en düşük 6, en yüksek 14 olarak hesaplanmıştır. OECD ülkeleri için %90’lık grubun yaş aralığı ise en düşük 4, en yüksek 16’dır.

Diğer taraftan, OECD ülkeleri ortalamasına bakıldığında 15-19 yaş aralığında eğitime katılan öğrenci oranının %84 olduğu görülmektedir. Türkiye’de ise bu oran %69 olarak belirlenmiştir (bkz. Tablo 3). Türkiye bu yaş aralığı kapsamında İsrail ve Meksika’dan sonra eğitime katılım oranı en düşük üçüncü ülke olarak dikkat çekmektedir. Bununla birlikte 1995-2013 yılları arasında 15-19 yaş grubunun Türkiye’de eğitime katılım oranının %40 artış gösterdiği görülürken, hâlihazırda %30’luk bir nüfusun eğitimin dışında kalması, değerlendirilmesi gereken bir veridir.

Tablo 3. Türkiye ve OECD’de 15-19 ve 20-29 yaş grubunda eğitim alanların yıllara göre çağ nüfusuna oranı

Yaş 1995 2000 2005 2010 2011 2012 2013
Türkiye 15-19 30 28 41 56 64 59 69
20-29 7 5 10 20 21 24 31
OECD 15-19 74 76 81 83 84 84 84
20-29 18 22 25 27 28 28 28

Türkiye’de 20-24 yaş arası eğitime katılım oranı %37 olarak açıklanmıştır. Eğitim sürecinin dışında kalan nüfus oranı %40’tan daha az olan iki ülke, Danimarka ve Slovenya’dır. 20-24 yaş grubu içinde olup eğitime katılım göstermeyen nüfus oranının en fazla olduğu ülke ise, %63’lük bir oranla Türkiye’dir. Türkiye’nin diğer ülkeler arasında sonuncu olduğu bir diğer kategori, eğitim ve istihdam dışı kalmış nüfus oranıdır. 2014 yılında Türkiye, Yunanistan ve İtalya’da 20-24 yaş aralığındaki nüfus için bu oran %30’un üzerindedir. 2005-2014 yılları arasındaki farklılaşma incelendiğinde, bu oranın %49,7’den %36,3’e gerilediği gözlenmektedir.

Cinsiyet bazında bir inceleme yapıldığında, OECD ülkeleri genelinde eğitim ve istihdam dışı kalmış kadınların oranı, erkeklere göre daha yüksektir. 2014 yılında 20-24 yaş aralığı için bu oran erkeklerde %16,4 iken, kadınlarda %19,4 olarak kaydedilmiştir. Türkiye verilerine bakıldığında ise 20-24 yaş aralığında eğitim ve istihdam dışı kalmış erkeklerin oranı %20,5, kadınların oranı ise %51 olarak hesaplanmıştır (bkz. Tablo 4). Cinsiyete bağlı farklılığın kadınların aleyhinde olduğu gözlenmektedir. Bu doğrultuda, OECD ülkeleri arasında cinsiyet faktörünün eğitim ve istihdam dışı kalan nüfus oranını en fazla etkilediği ülkeler, Türkiye ve Meksika olmuştur.

Tablo 4. OECD ve Türkiye’de 2014 yılında eğitim ve istihdam dışı kalmış kadın ve erkek oranları (20-24 yaş)

Eğitim ve istihdam dışı kadın Eğitim ve istihdam dışı erkek
Türkiye 51 20,5
OECD 19,4 16,4

Diğer taraftan, 20-29 yaş aralığında eğitime katılım oranları daha olumlu bir tablo sunmaktadır. OECD ülkelerinde 20-29 yaş grubunun eğitime katılım oranı %30 iken, Türkiye %29 ile OECD ortalamasına oldukça yakındır.

Bir bütün olarak 15-29 yaş aralığına bakıldığında, eğitim ve istihdam dışı kalan genç nüfus oranı Türkiye’de %31, OECD ortalamasında ise %15,5 olarak kaydedilmiştir. Türkiye’deki oranın OECD ortalamasının iki katı olması, nitelikli nüfus oranı, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik ve gelişim açısından dikkatle incelenmelidir.

2. Yükseköğretim ve İstihdam
a. Yaşa İlişkin Veriler

Rapor kapsamında yapılan karşılaştırmalardan biri de, yaş aralıklarına ve eğitim düzeylerine göre istihdam oranlarıdır. Ortaya konan verilere göre 55-64 yaş aralığındaki üniversite mezunu olan nüfusun istihdam oranı OECD ülkelerinde %69 iken, Türkiye için bu oran %42 olarak belirtilmiştir. Genç yetişkinler (25-34 yaş) grubunda ise üniversite mezunu gençlerin istihdam edilme oranı Türkiye’de %76’dır. Bu oranın OECD ülkeleri ortalamasında %82 olduğu saptanmıştır.

b. Cinsiyete ilişkin veriler

OECD ülkelerinde lisans düzeyinde cinsiyet dağılımı alan temelli olarak incelendiğinde, anlamlı oransal farklılıkların olduğu görülmektedir. Bilim ve mühendislik benzeri alanlarda cinsiyet dağılımı incelendiğinde, OECD ülkeleri ortalaması %30 iken, Türkiye’de %37’lik bir payla daha yüksek bir kadın oranı vardır. Bunun yanı sıra, lisans programlarından mezun olan kadınların oranı OECD için %58 iken, Türkiye’de bu oran %49 olarak saptanmıştır. Ancak Türkiye’de kadınlar için yüksek lisans ve doktora düzeylerinde eğitime sahip kadın oranı sırasıyla %48 ve %45’tir; bu oranların OECD ortalamasında sırasıyla %56 ve %47 olduğu görülmektedir. Dikkat çeken bir diğer bulgu ise, yüksekokul seviyesindeki farklılığa ilişkindir. 2014 yılında meslek yüksekokulları ön lisans programlarından mezun olan kadınların toplam mezun sayısına oranı Türkiye için %14 iken, OECD ortalaması %3’tür.

OECD ülkeleri arasında kadınların eğitime katılımı fazla olsa da, istihdam açısından bakıldığında önemli bir cinsiyet farkının olduğu gözlenmektedir. OECD ülkelerinde bütün eğitim kademeleri için, mezun kadınların ancak %66’sı istihdam edilirken, erkeklerin %80’i istihdam edilmektedir. Cinsiyet farkının istihdam oranlarına en fazla yansıdığı ülkelerden biri olan Türkiye’de, 2014 yılında üniversite eğitimini tamamlamış kadın nüfusunun %12’si istihdam dışı kalırken, üniversite eğitimi almış erkeklerde bu oran yaklaşık %6 ile yarı yarıyadır. Benzer bir tablo lise altı düzeyde eğitimin yeterli olduğu istihdam alanlarında da geçerlidir. Lise altı düzeydeki istihdam oranlarına bakıldığında, %25’lik cinsiyet farkına sahip Türkiye, bu dengesizliğin en fazla yaşandığı ülkelerden birisi olmasıyla dikkat çekmektedir. Lise mezunu yetişkinlerin içinde %17 işsiz kadın ve %7 işsiz erkek olduğu görülmekte ve cinsiyet farkı daha fazla ortaya çıkmaktadır.

c. İş Piyasasına Katılıma İlişkin Veriler

OECD ülkeleri içinde üniversite mezunu nüfus ele alındığında, işsizlik oranı en yüksek olan dört ülkeden birisi Türkiye’dir. 25-64 yaş arası nüfusa bakıldığında, 2000 yılında %3,9 olan üniversite mezunlarının işsizlik oranı, 2014 yılında %8,2’ye yükselmiştir. OECD için aynı dönemdeki farklılaşma, %3,5’ten %5,1’e artış olarak saptanmıştır. Genç yetişkin olarak kabul edilen 25-34 yaş aralığındaki üniversite mezunu işsizlerin oranı, %11,4 ile daha yüksektir.

3. Eğitim finansmanı
a. Öğrenci Başına Yapılan Yıllık Harcama

Türkiye’nin farklı kademelerde öğrenci başına yaptığı yıllık toplam harcamada, 2005 yılından itibaren düzenli bir yükseliş olduğu görülmektedir. OECD ortalamasına kıyasla bakıldığında, Türkiye’de öğrenci başına yapılan harcamalarda yaşanan artışın oransal olarak da daha yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Türkiye, Brezilya, Polonya ve Rusya ile birlikte 2005-2012 yılları arasında öğrenci başına yapılan yıllık harcama miktarının en fazla arttığı ülkeler arasında yer almaktadır. Ancak bütün kademelerde gözlenen artışa rağmen, Türkiye Güney Afrika, Endonezya ve Meksika ile birlikte toplam harcamanın en düşük olduğu ülkeler ligindedir. Bütün kademeler için öğrenci başına yapılan yıllık harcamalarda, OECD ülkelerinin oldukça gerisinde kalınmaktadır. Türkiye’de örgün öğretim harcamalarındaki en büyük fark ise ilkokul ve lise kademelerinde ortaya çıkmaktadır.

Tablo 5. Türkiye ve OECD’de 2012 yılında öğrenci başına yapılan yıllık harcama (Dolar)

Türkiye OECD
İlköğretim 2,577 8,247
Ortaöğretim 2,904 9,518
Yükseköğretim 7,779 15,028
Toplam Ortalama 3,514 10,220

Bununla birlikte, yükseköğretim kademesinde 2005 ve 2012 yılları arasında yapılan harcama %93 oranında, öğrenci sayısı ise %59 oranında bir artış göstermiş; dolayısıyla öğrenci başına yapılan yıllık harcamanın %22 oranında arttığı belirlenmiştir. Aynı dönem için OECD ülkelerinde ortalama artış %11’e karşılık gelmektedir.

b. Eğitime Yapılan Harcamayı Etkileyen Faktörler

Öğrenci başına düşen öğretmen maaşı maliyetine ilişkin olarak eğitim harcamalarını etkileyen dört faktör bulunmaktadır: öğrencilerin ders saati, öğretmenlerin ders saati, öğretmenlerin maaşı ve tahmini sınıf büyüklüğü. Öğrenci başına düşen öğretmen maaşlarının maliyet, bu dört faktörün farklı kombinasyonları sonucu belirlenmektedir. Birçok ülkede öğrenci başına öğretmen maaşı maliyeti, eğitim kademesiyle birlikte yükselmektedir. Bu maliyet, 2010 ve 2013 yılları arasında OECD ülkelerinin çoğunun ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde artış göstermiştir. Türkiye’nin öğrenci başına öğretmen maaşı maliyeti OECD ortalamasının altında kalmaktadır ancak GSYH’ye oranı Türkiye’de daha yüksektir (bkz. Tablo 6 ve Tablo 7).

Tablo 6. Öğrenci Başına Düşen Öğretmen Maaşı Maliyeti ve GSYİH içindeki oranı

Öğrenci başına düşen öğretmen maaşı maliyeti (Dolar)-2013 Öğrenci başına düşen öğretmen maaşı maliyeti (GSYİH içindeki oranı)-2013
İlkokul Ortaokul Lise İlkokul Ortaokul Lise
Türkiye 1,368 1,459 1,800 8,5 9,1 11,2
OECD 2,677 3,350 3,749 7,9 9,4 10,4

Öğrenci başına düşen öğretmen maaşı maliyetini etkileyen faktörlerden ilk olarak öğretmen maaşlarına bakıldığında, Türkiye ile OECD ortalamasında yarı yarıya bir fark olduğu ortaya çıkmaktadır (bkz. Tablo 7).

Tablo 7. Yıllık öğretmen maaşları-2013 (Dolar)

İlkokul Ortaokul
2005 2010 2013 2005 2010 2013
Türkiye 23,762 27,122 27,139 25,116 28,279 28,110
OECD 41,602 42,112 41,864 43,680 43,795 43,634

Öğrenci başına yapılan yıllık harcamayı etkileyen diğer bir etken ise ders saatleridir. Türkiye’de ilköğretim kademesinde öğrencilerin yıllık ders saati 720 olup, bu sayı yıllar içinde değişmemiştir. OECD ülkelerinin ortalaması 2005-2013 yılları arasında artış göstermiş ve 794 ders saatine ulaşmıştır. Ortaöğretimde ise Türkiye’de öğrencilerin ders saati 2005’da 791, 2010’da 768, 2015’te 840 saat olarak belirlenirken, aynı yıllarda öğretmenlerin ders saati ise 540 olarak sabit kalmıştır.

Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ve sınıf başına düşen öğrenci sayısı, eğitimde öğrenci başına yapılan harcamayı etkileyen diğer bir unsurdur. Türkiye’de ilkokul kademesi incelendiğinde, öğretmen başına düşen öğrenci sayısının kademeli olarak azaldığı görülmektedir. 2013 yılında Türkiye’de öğretmen başına yaklaşık 20 öğrenci düşerken, OECD ortalaması 15’tir; ortaokul içinse bu sayı Türkiye için 19 ve OECD için 13’tür. Sınıf başına düşen öğrenci sayısına bakıldığında ise Türkiye ve OECD arasında 15 öğrencilik bir fark bulunduğu gözlenmektedir. Bu sayı, eğitsel standartlar açısından oldukça yüksek bir farklılıktır.

Tablo 8. İlkokul ve ortaokulda öğretmen ve sınıf başına düşen öğrenci sayıları

Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Sınıf başına düşen öğrenci sayısı
İlkokul Ortaokul İlkokul Ortaokul
2005 2010 2013 2013 2005 2010 2013 2013
Türkiye 25,8 21,7 19,8 19,3 25,8 21,7 19,8 32,1
OECD 16,1 15,6 14,9 13,0 16,2 15,8 15,2 17,3
4. Öğretmen Profili

Öğretmenlik mesleğine ilişkin sayısal veri ve karşılaştırmaların yer aldığı raporda, yaş, cinsiyet ve öğretmen maaşlarına dair veriler paylaşılmıştır. OECD ülkelerindeki farklı yaş aralıklarına göre öğretmen dağılımları incelendiğinde, en genç öğretmen nüfusunun Türkiye’de bulunduğu görülmektedir; buna göre ilköğretim kademesindeki öğretmenlerin %61’i 40 yaş altındadır. 30 yaş ve altı grup için aynı karşılaştırma yapıldığında, benzer bir tablo çıkmaktadır. OECD ülkelerinde öğretmenlerin %13’ü 30 yaş altındayken, Türkiye’de bu oran %24 olarak saptanmıştır. Ortaokulda ise 40 yaşın altındaki öğretmenlerin oranı Türkiye’de %76, OECD ülkelerinde ise %38’dir. Diğer taraftan Türkiye’de öğretmenlik mesleğinde cinsiyet bazında %53 kadın oranıyla dengeli bir dağılım görülmektedir. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2012 yılında yayınlanan rakamlara göre idareci kadrosunda çalışan öğretmen oranı yalnızca %10 ile sınırlı kalmaktadır.

Türkiye’de öğretmen maaşları 2005 yılı itibariyle kademeli olarak artmıştır. Ancak OECD ülkeleri ortalamasıyla kıyaslandığında, aradaki fark oldukça büyüktür. Türkiye’de mesleğe yeni başlayan bir öğretmen ile mesleğin son aşamasına gelmiş bir öğretmenin maaşlarına bakıldığında, küçük bir değişim olduğu görülmektedir (bkz. Tablo 9). OECD ülkeleri ortalamasında mesleğini 15 yıldan fazla icra ederek en üst kıdeme ulaşmış bir öğretmen ile meslekte ilk yıllarını sürmekte olan bir öğretmen arasında yaklaşık 20 bin Dolarlık fark bulunurken, Türkiye’de bu farkın yaklaşık 4 bin Dolar olduğu dikkat çekmektedir.

Tablo 9. Kariyerlerinin farklı basamaklarına göre resmi öğretmen maaşları (2013)

Okul öncesi İlkokul Ortaokul Lise
Başlangıç yılı Meslekteki en üst kıdem Başlangıç yılı Meslekteki en üst kıdem Başlangıç yılı Meslekteki en üst kıdem Başlangıç yılı Meslekteki en üst kıdem
Türkiye 25,295 29,342 25,295 29,342 26,266 30,313 26,266 30,313
OECD 28,730 46,564 29,807 48,706 31,013 50,414 32,260 52,822

Değerlendirme ve Öneriler

OECD tarafından her sene düzenli olarak yayımlanan Bir Bakışta Eğitim raporu, Türkiye’nin yıllar içindeki dönüşümünü ortaya koymakla beraber, kısa, orta ve uzun vadeli politikalarında yol gösterici bir niteliğe de sahiptir. Bu bağlamda uluslararası deneyimlerden yola çıkarak Türk eğitim sisteminin avantaj ve dezavantajları ayrıştırılabilirken, iyi örneklerin sistemin kendine özgü dinamikleri içinde yeniden uyarlanmasıyla birlikte görece hızlı adımların atılması sağlanabilmektedir.

Bir Bakışta Eğitim raporunun bir bütün olarak okunması ve verilerin birbiriyle ilişkileri göz önünde bulundurularak yorumlanması önemli bir gerekliliktir. Her bir parametre sistemin bir dişlisi olup, aksayan bir parça diğerlerini doğrudan etkilemekte veya verimsizleştirmektedir. Bu yazıda ele alınan okul öncesi eğitimin ileriki dönemlerde eğitim performansı üzerinde belirleyici olması, okullaşma oranlarının ve eğitime katılımın istihdam, milli gelir ve öğrenci başına yapılan harcamayı döngüsel olarak etkilemesi, sistemdeki bütüncül yapının bir göstergesidir. TEDMEM’in önceki raporlarında da belirtildiği gibi, Türk eğitim sisteminin bu ilişkileri bütüncül bir bakış açısıyla ele almaya ve parçaları birlikte değerlendirmeye ihtiyacı bulunmaktadır.

Ele alınan başlıklarda, Türkiye’nin yıllar bazında kademeli olarak ilerlediği görülmektedir. Ancak Türkiye birçok başlıkta hâlâ OECD ülkelerinin gerisinde kalmaktadır. 2014-2015 verileri arasında öne çıkan konu başlıklarından ilki, eğitim düzeyleri ve öğrenci sayılarına ilişkindir. Bu başlık altında incelenen ilk veri 24-64 yaş arası yetişkinlerin sahip oldukları eğitim düzeylerine ilişkindir. 2000 yılı itibariyle eğitim seviyesi lise altı olan yetişkin oranı azalırken, lise ve üniversite seviyesinde gözlenen artış bu konudaki ilerlemeyi ortaya koymaktadır. Yapılan raporlamalar çeşitli sınırlılıklar içermekle beraber, eğitim düzeyiyle ekonomik büyüme, siyasal ve toplumsal gelişme arasında doğrusal ilişkiler olduğunu açığa çıkarmaktadır. Bu bağlamda toplumun eğitim düzeyi, ülke kalkınmasında kilit rol oynamaktadır. Ancak raporda eğitim dışı kalmış nüfusa ilişkin verilerin ortaya koyduğu üzere, Türkiye 15 yaşından itibaren eğitim dışına çıkan nüfus oranının en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Dolayısıyla Türkiye’nin bireylerin eğitimlerine devam etmelerini teşvik ederek nüfusun eğitim düzeyini yükseltmesi konusunda politikalar ortaya koymasa gerekmektedir. Bu politikalar aynı zamanda sürdürülebilirlik açısından uzun vadeli bir ülke stratejisi olmalıdır.

Eğitim düzeyleri ve eğitime katılım oranları başlığı altında, OECD ülkelerindeki toplam nüfusun okul öncesi eğitimden yükseköğretime kadar eğitime katılım oranlarına dair veriler karşılaştırılarak genel bir çerçeve sunulmuştur. TEDMEM tarafından yayımlanan PISA 2012: Türkiye Üzerine Değerlendirme ve Öneriler Raporu’nda detaylı olarak ele alındığı üzere, okul öncesi eğitiminin ileriki yaşlardaki okul başarısı üzerinde olumlu etkisi olduğu tespit edilmiştir. Türkiye’nin 2005 ile 2013 yılı arasındaki beş yaş okullaşma oranları karşılaştırıldığında, yaklaşık iki katlık bir artış görülmektedir. Ancak bu durumun temel sebebi, 2012 yılında 4+4+4 eğitim sisteminin uygulamaya konması üzerine beş yaşında ilkokula kayıt olan çocuk oranının %32 olmasıdır. Yani beş yaş için söz konusu yükseliş, okul öncesi eğitime katılımın yükseldiği anlamına gelmemektedir. Üç ve dört yaş okullaşma oranlarında Türkiye’nin OECD ülkeleri içindeki en düşük orana sahip olması, son yıllarda bu alanda atılan adımların ve uygulanan politikaların geliştirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu noktada, okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranlarının istihdama katılan ebeveynler ve bakım hizmetleri, ailenin sosyo-ekonomik düzeyi ve okul öncesi eğitimin öneminin toplumun bütün kesimlerince anlaşılma düzeyi gibi sosyolojik ve ekonomik nedenleriyle birlikte araştırılmasının bu konuda belirlenecek politikalara ışık tutacağı düşünülmektedir.

Nüfusun büyük çoğunluğunun eğitime katıldığı yaş aralığının Türkiye için 6-14, OECD ülkeleri için 4-16 yaş olarak belirlenmesi, Türkiye’de eğitime geç yaşta başlayan, erken yaşta ayrılan nüfusun yoğunluğuna işaret etmektedir. Eğitim düzeyiyle büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu durum Türkiye için bir dezavantaj oluşturmaktadır. Machin ve Vignoles tarafından 2005 yılında eğitimin ekonomik getirisi hakkında yapılan araştırmada, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bir yıl daha fazla eğitim almanın ülke ekonomisi için ortalama %10’luk bir getiri sağladığı tahmin edilmiştir.

Eğitime katılım konusunda Türkiye’deki oranların OECD ülkeleri içinde son sıralarda yer almasının nedenlerinin üzerine gidilerek çözümlerin üretilmesi daha yapıcı olacaktır. Eğitimden erken yaşta ayrılmanın başlıca sebeplerinden ilki, bireylerin ve ailelerin yaşadığı maddi sıkıntılardır. Bir an önce eğitim hayatından istihdama geçiş yaparak kazanç elde etmek isteyen birey, yetersiz donanım sebebiyle daha az kazanç elde ederken, iş piyasasında da değer üretme bakımından sınırlı kalarak ekonomiyi olumsuz etkileyen kısır döngüyü de beslemektedir.

Eğitim sistemi dışına çıkma sebeplerinden bir diğeriyse, bireylerin yükseköğretim programlarına yerleşememesidir. Yükseköğretime devam edemeyen nüfus oranı, yükseköğrenimini tamamlayan ancak sonrasında istihdam dışı kalan nüfus oranıyla birlikte değerlendirildiğinde, istihdam piyasasının etkinliği hakkında ciddi soru işaretleri oluşmaktadır. 2000-2014 yılları arasında yükseköğrenimini tamamlayan ancak istihdama katılamayan nüfus oranının %3,9’dan %8,1’e yükselmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir veridir. Türkiye ekonomisi için üniversite mezunu nüfusun %8,1’inin istihdam dışı kalması önemli bir kayıptır. Özellikle 20-24 yaş aralığında olup eğitim ve istihdam dışı kalmış gençlerin OECD ülkeleri içindeki en yüksek oranı oluşturması, genç nüfusun yarattığı dinamizmden, inovasyon ve ar-ge faaliyetlerinde kolektif zekâdan ve ülke birikiminden yararlanamama gibi birçok dezavantajı doğurmaktadır.

Diğer taraftan, Türkiye’de kadın istihdamı 2000’li yıllardan itibaren canlanmıştır. Ancak yine de, hangi eğitim düzeyine sahip olurlarsa olsunlar, Türkiye’de istihdam alanında kadınlar aleyhinde dengesiz bir dağılım söz konusudur. Kadın istihdamının artırılması sosyolojik ve kültürel dengeyi de sağlayacaktır. Mevcut politikaların geliştirici ve tamamlayıcı destek, teşvik ve düzenlemeler aracılığıyla farklı toplumsal faktörleri içine alacak şekilde iyileştirilmesi sayesinde, orta vadede ilerleme kaydedilmesi mümkün olacaktır.

Raporda yer verilen bir diğer önemli başlık da, eğitim ve ekonomi ilişkisini ortaya koymaktadır. Araştırmalar, kişi başına düşen milli gelir ile kişinin eğitim sürecindeki başarısı arasında bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. PISA 2012 verilerinin ortaya koyduğu üzere, Türkiye gibi kişi başına düşen milli gelirin 20.000 Dolar’ın altında olduğu bir ülkede, milli gelirdeki artışın öğrenci başarısını da artırdığı bilinmektedir. Eğitime yapılan harcamaların niteliğe etkisinin belli bir doyum noktası olsa da, henüz bu doyum noktasına ulaşamayan Türkiye, eğitime fazladan harcama ve kaynak ayırarak, nitelikte ciddi ilerlemeler kaydetme potansiyeline sahiptir. Aslında öğrenci başına yapılan harcamalardaki düşük rakamlar göz önüne alındığında, eğitimin niteliğini doğrudan etkileyen kalemlere aktarılmak üzere ayrılan kaynakların artırılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün öğretim kademelerinde öğrenci başına yapılan toplam harcamaya bakıldığında, OECD ortalaması Türkiye’nin yaklaşık üç katıdır. Türkiye eğitim konusundaki dezavantajlarını giderme noktasında harcama ve eğitimin niteliği arasındaki dengeyi bulduğu takdirde, uluslararası alanda yakaladığı ivmeyi korumakla kalmayıp, gerçek bir sıçrama yapabilecek kapasitedir.

Raporda öğretmen ve sınıf başına düşen öğrenci sayısı, harcamalar üzerinde belirgin bir etkiye sahip olan faktörler olarak ele alınmıştır. Türkiye sınıf ve öğretmen başına düşen öğrenci sayılarına ilişkin verilerde yıllara göre ilerleme kaydetmesine rağmen, OECD ortalamasından oldukça uzaktır. Özellikle ortaokul düzeyinde sınıf başına düşen öğrenci sayısının OECD ortalamasının neredeyse iki katına denk gelmesi, eğitim ortamlarının niteliği açısından sorgulanmaya değerdir.

Raporda öğretmenlerin yaş, cinsiyet ve maaşlarıyla ilgili profilleri tanımlanmış ve bu konuda OECD ülkelerinin karşılaştırmalı analizi yapılmıştır. Bu veriler eğitim sisteminin varlık amacı olan öğrencilerin nitelikli eğitime ulaşması açısından kritiktir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleriyle öğretmen yetiştirmeye verdikleri önem arasında son derece sıkı bir ilişki olduğu görülmektedir. Türkiye’de öğretmen maaşlarının OECD ortalamasının yaklaşık yarısına tekabül etmesi ve bunun yıllar içinde çok az iyileştirilmesi, eğitim sistemi ve öğrenci üzerindeki sonuçları bağlamında olduğu kadar, öğretmenlerin meslekleriyle sınırlandırılmadan bireysel varlıkları üzerinden de ele alınmalıdır. OECD ülkelerindeki rakamlarla karşılaştırıldığında, Türkiye’deki öğretmen maaşlarının yıllar içinde çok az miktarda değişiklik gösterdiği göze çarpmaktadır. Hemen hemen bütün kademelerde OECD ortalamasında bir öğretmenin meslekteki en üst kıdeme geldiğinde aldığı maaş, mesleğe başladığı yılki maaşın iki katına yaklaşmaktadır. Ancak Türkiye’de bu artış, yaklaşık beşte bir düzeyinde kalmaktadır.

Türkiye’de öğretmenlerin kıdemleri ilerledikçe motivasyonlarının maaş ile desteklenmediği görülmektedir. Yaşa ilişkin profil değerlendirildiğinde, Türkiye OECD ülkeleri içindeki en genç öğretmenlere sahip ülke olarak meslekteki dinamizm açısından büyük bir avantajı elinde bulundurmaktadır. Bu iki veri bir arada ele alındığında, öğretmenlerin mesleki doyumları, mesleki ve örgütsel bağlılıkları, mesleklerine yönelik toplumsal algı, mesleki süreçler ve kariyerle ilgili destek sistemlerinin oluşturulması konusunda önemli adımların atılması gerekmektedir.

Öğretmen profiliyle ilgili nicel verilerin, öğretmene dair nitel ve tanımlayıcı verilerle de desteklenmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Bu kapsamda öğretmenlerin mesleki profillerinin anlaşılmasında nicel verilerin altını dolduracak; öğretmenlerin gelişime ne derece açık olduğu, birlikte çalışma becerileri, mesleki yaratıcılık ve yeniliğe açıklık düzeyleri gibi özellikler de belirlenmelidir.

Öğretmenlerle ilgili tüm boyutlarda bugüne kadar atılan adımların sonuçları, yeterli bir etki üretilmesine izin veren sistematik bir yaklaşımın benimsenmesi durumunda daha olumlu olacaktır. Hizmet öncesi ve hizmet içi öğretmen eğitimi, atamalar, yer değiştirmeler, 4+4+4 gibi sistem değişiklikleri, kademeler arası geçişe dayalı olarak değişen roller ve benzeri birçok alanda ortaya konan politikalar, öğrencilerden sonra en çok etkilenen grup olarak öğretmenleri işaret etmektedir. Eğitim süreçlerine ilişkin olumlu uygulamalar, öğretmen ve öğrenci faydasının ön planda tutulduğu yaklaşımlarla daha etkin ve verimli uygulamalara dönüşecektir.