Birleşmiş Milletler 2013 İnsani Gelişme Raporunda Cinsiyet – Kadınların Durumu ve Fikirlerin Açıklanması
Orjinal Başlık: Human Development Report 2013, The Rise of the South: Human Progress in a Diverse World 1
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan 2013 İnsani Gelişim Raporu, Mart ayında, “Güneyin Yükselişi: Farklılıklar Dünyasında İnsani Gelişim” başlığıyla Meksika’da kamuoyuna duyurulmuştur. Raporda, gelişmekte olan ülkelerin hızlı bir şekilde büyümesinin getirdiği küresel dinamikler, köklü değişimleri ve bu değişimlerin insani gelişmeye etkilerini incelemiştir. Rapor özellikle insani gelişme açısından önemli ilerlemeler kaydeden, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu, gelişmekte olan 40’tan fazla ülkenin, son 10 yıl içinde kat ettiği yolu gözler önüne sermektedir.
Söz konusu Raporunun İnsani Gelişimin Durumu bölümünde eşitlik ve insani gelişim başlığı altında Cinsiyet ve Kadınların Durumu incelenerek dönem içerisindeki gelişmeler istatistiksel bilgiler ile desteklenerek açıklanmıştır.
Raporda son olarak, Güney’de insani gelişimin sürdürülebilir olması yolundaki dört temel alan belirlenmektedir. Bunlar; kadın-erkek eşitliğinin artırılması, fikirlerin açıklanabilmesi ve daha çok demokratik katılımın sağlanması, çevresel baskılarla mücadele ile demografik değişimin yönetilebilmesidir.
Cinsiyet ve Kadınların Durumu
Cinsiyet eşitliği, insani gelişmenin hem en önemli hem de en gerekli unsurlarındandır. Kadınların tamamına yakın büyük bir çoğunluğa, sıklıkla, sağlık, eğitim ve iş gücü alanında özgürlükleri kısıtlanarak ayrımcılığa uğramaktadır. Bu ayrımcılığın boyutu; ana sağlığı, kadına kendi hayatı üzerinde söz hakkının verilmesi ve kadınların iş gücü pazarına katılımından oluşan üç boyutta ele alınmıştır. Cinsiyet eşitsizliğinden dolayı kadınların topluma yapacakları katkıların ne ölçüde kayıplara yol açtığı, Cinsiyet Eşitsizlik İndeksi (Gender Inequality Index-GII) ile ölçülebilir hale gelmiş ve netleşmiştir. Bir ülkede GII değeri ne kadar yüksekse, ayrımcılıkta o kadar büyüktür. 148 ülkedeki 2012 verilerine dayanan bilgilere göre, GII değeri ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir, GII değeri Hollanda da 0,045 iken, Yemen de 0,747 olarak gerçekleşmiş olup, dünya GII ortalama değeri 0,463’tür. Türkiye’de GII değeri ise 0,366 ile ortalamanın altındadır.
Güney Asya’da 0,568, Afrika’da Sahra-altı bölgesinde 0,577 ve Arap ülkelerinde 0,555 olarak gerçekleşen yüksek orandaki cinsiyet eşitsizliği ısrarla sürmektedir. Güney Asya’da, GII’in 0,568 olarak gerçekleşmesini sağlayan üç etkin faktör, kadınların parlamentoda düşük temsil edilmesi (%18,5), (Türkiye’de oran %14,2’dir), eğitim alanındaki başarıda cinsiyet dengesizliği (kadınların %28’i en azından ikinci eğitimi tamamlarken, erkeklerde bu oran %50’dir.-Türkiye’de bu oran kadınlarda %26,7, erkeklerde %42,4) ve düşük iş gücü katılımıdır. (kadınların %31 iş gücüne katılırken, erkeklerde bu oran %81’dir.) (Türkiye’de bu oran kadınlarda %28,1, erkeklerde %71,4’dür.)
2000-2012 yılları arasında, GII’nin düşürülmesine yönelik gelişmeler hemen hemen tüm dünyayı kapsamakla beraber, düzenli bir dağılım göstermemektedir. Bu dönem içerisinde insani gelişim indeksinin çok yüksek olduğu (Very High Human Development) gruptaki ülkeler, diğer gruplardaki ülkelere göre daha iyi gelişme göstermişler ve aynı ülkeler, aynı dönemde eğitim başarısı ve iş gücüne katılım konularında kadınlar ile erkekler arasında daha büyük eşitlik sergilemişlerdir. Bununla birlikte, insani gelişim indeksinin çok yüksek olduğu grupta bile, birçok ülkede parlementoda temsil konusunda çok büyük cinsiyet farklılıkları bulunmaktadır. Örneğin, İtalya kadınların temsili konusunda %50 artış sağlamış olmasına rağmen, kadınlar, parlemontodaki tüm sandalyelerin beşte birine (%20,7) sahip bulunmaktadırlar. Rwanda’da kadınlar 52% ile, parlementoda, erkeklerden (48% ile temsil edilmektedir) daha fazla sayıda temsil edilmekte iken, İrlanda’da hala %20’nin altında bulunmaktadır. (Türkiye’de kadınların parlamentoda temsili %14,2 iken, erkeklerde bu oran % 85’tir.)
Sahra-Altı Afrika ülkeleri 2000-2012 yılları arasında GII konusunda gelişme göstermelerine rağmen, esas olarak anne ölüm oranları, 15-19 yaş arası genç kadınlardaki doğum oranları ve eğitim başarısındaki büyük farklılıklar nedeniyle diğer bölgelerdeki ülkelerden daha kötü bir performans göstermişlerdir.
En rahatsız edici eğilimlerden biride, hızlı büyüyen bazı ülkelerde gittikçe ürkütücü hale gelen doğumdaki cinsiyet oranı dengesizliğidir. 0-4 yaşlar arasındaki çocuklarda doğal cinsiyet oranı 1.05’tir. (yani 105 erkek çocuğa, 100 kız çocuğudur) Ancak 2012 yılında, 175 ülkedeki elde mevcut bilgilere dayanılarak yapılan hesaplamalarda cinsiyet oranı ortalaması 1,07; 13 ülkede ise bu oran 1,08-1,18 arasındadır. (Türkiye’de cinsiyet oranı 1.05’tir)
Bazı ülkelerde, cinsiyet seçimi amacıyla yapılan kürtaj ve çocuk ölümü/öldürülmesi yapay olarak nüfus yapısını değiştirmekte, bu da kadın nüfusunda eksikliğe sebep olmaktadır. Bu durum, sadece cinsiyet adaleti ve eşitliği adına bir sorun değil, aynı zamanda demokrasi için önemli ve sosyal şiddete neden olabilecek bir olumsuzluktur.
Doğumdaki yüksek erkek cinsiyet oranı, kökleşmiş sosyo-kültürel inançlar, kırsal ve kentli toplumların değişen arzuları ve bazı ülkelerdeki kadınların evlenirken kocalarına götürdükleri çeyizler, bir açıdan kadınların toplumdaki yerini, kökleri eskiye dayanan ataerkil gelenekleri ve önyargıları yansıtmaktadır. Son yıllarda, ebeveynlerde uzun yıllardan beri var olan erkek çocuk tercihlerini kullanmalarına imkan sağlayan ultrason gibi teknolojilerin yaygınlaşması ve yanlış kullanılması problemin daha da kötüleşmesine sebep olmuştur. Buradaki en önemli faktör, ataerkil gelenekler ile çeyiz sisteminin varlığında erkek çocukların ekonomik değerlerinin daha fazla olmasının birleşimidir. Bu unsurlar mevcut olmasa da; örneğin Afrika ülkelerinde ataerkil önyargılar, tek başına doğumdaki yüksek erkek cinsiyet oranının sebebini ifade etmemektedir.
Kız çocuklardan çok erkek çocuklara sahip olmanın ekonomik motivasyonu etkileyen pek çok sosyal normların değişmesi, bu dengesizliği ortadan kaldırabilmek için gereklidir. Bu durum, etkin olarak çeyiz sisteminden faydalanmayı sonlandırmayı, kadınlar için daha büyük ekonomik fırsatların yaratılmasını, kadınların kendi hayatları üzerindeki kontrollerinin artmasını, kadınların politikaya katılımlarının desteklenmesi ve ev–aile yaşantısında kararlara katılımı için gerekli şartların yaratılmasını kapsamaktadır.
Kadınların eğitim seviyesinin yükseltilmesinin, kadınların sağlık ve beslenme standardını yükselttiği ve doğurganlık oranını azalttığı, sürekli tartışma konusudur. Böylece, kadınların kendi hayatları ile ilgili seçeneklerinin artırılmasında esas rol oynayan eğitim, aynı zamanda çocuk ve kadınların sağlığı ve ana sağlığını etkileyen önemli bir araçtır. Bu açıdan, düşük ve orta insani gelişime sahip ülkelerinin kat etmesi gereken daha çok yol vardır. 1970-2012 arasında yüksek ve çok yüksek insani gelişim indeksine sahip ülkelerde genç kadın ve kızların okula başlama yaşında tüm eğitim seviyelerinde daha çok cinsiyet dengesi olmasına rağmen, bu ülkelerdeki cinsiyetler arası eşitsizlik de eğitimsiz nüfusta görülebilmektedir.
Kadınlar için iş ve eğitim imkanı yaratmak önemli olmakla beraber tek başına yeterli değildir. Kadınların gelirlerini artırmak için uygulanan ve kültürel normlara göre değişiklik gösteren standart yöntemler, ev halkı içindeki cinsiyet farklılıklarını, kadınların ev içerisindeki ücretsiz yerine getirdikleri sorumlulukları dolayısı ile almış oldukları iş yükünü ve işin cinsiyete göre paylaştırılmasını göz önüne almamaktadır. Bu faktörleri hesaplamayan ekonomik teoriler ve bu teorileri esas alan politika ve uygulamalar, kadınlar için ekonomik refah yaratmasına rağmen, kadınlar üzerinde ters ve olumsuz etkilere sahip olabilmektedir. Cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesinin anahtarı; özgürlük, saygınlık, katılım, kendi kararını kendi alabilme ve ortak faaliyetlerde bulunabilmeleri konusunda destek verecek, kadının insani haklarının geliştirmesini sağlayacak politik ve sosyal reformlardır.
Fikirlerin Açıklanabilmesi ve Daha Çok Katılımın Sağlanması
Mahbub ul Haq 1995 yılındaki insani gelişim raporunda; “İnsanlar kendi hayatlarını şekillendiren olaylar ve faaliyetlere gerektiği şekilde katılamadıkça, ulusal insani gelişim yolu ne arzu edilir olacak, ne de sürdürülebilir olacaktır.” diyerek insanların kendi hayatları ile ilgili konularda söz sahibi olmalarının önemini vurgulamıştır.
Adil ve sürdürülebilir insani gelişim, vatandaşların kendi endişelerini, kendi görüşlerini ifade ederek politik faaliyetlere katılmalarını destekleyen, halkın iletişim içinde olduğu bir sistemi gerektirmektedir. Halk politikaları ve politikaların sonuçlarını etkileyebilmelidir. Genç insanlar daha fazla politik hesap verilebilirliliği ve daha fazla ekonomik fırsat beklentisinde olabilirler. Gençlerin, bu faaliyetlerden uzak tutulması, insanların kendi endişelerini ve ihtiyaçlarını konuşabilme imkanlarını kısıtlayacak ve adaletsizliği sürekli kılacaktır.
Otokratik rejimlerde insani gelişim, halkın zaruri özgürlükleri kısıtlanarak baskı altına alınmaktadır. Hatta bazı demokratik ülkelerde, fakir halk ve gruplar bilgiye ulaşmada, fikirlerini dile getirmede ve politik katılımda kısıtlanmaktadırlar. Fakir halk, politik fikirlerini etkili bir şekilde dile getirme konusunda yardıma ihtiyaç duymaktadır. Hatta birçok ülkede, fakir halkı temsil eden kuruluşlar desteklenmedikleri gibi tam tersine engellenmektedirler. Demokrasilerde hükümeti oluşturanlar, sadece dar elit seçmen gruplarından değil, özellikle günlük hayatta temsil edilmeyen kadın, genç ve gelir düzeyi düşük halkın tamamından da sorumlu olduklarını göstermelidirler.
Vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılayamayan veya vatandaşlarının politik katılımlarını genişletemeyen hükümetler meşruluklarını kaybetme riski ile karşı karşıyadırlar. İnsanlar, istek ve endişelerini dile getirme ve politik olayları etkileme ve özellikle temel sosyal güvenlik konularında daha fazla fırsat verilmesini talep ettiklerinden, kuzey ve güney bölgesindeki ülkelerde memnuniyetsizliğin artış göstermektedir. Uluslararası çalışma örgütünün son raporu, sosyal rahatsızlık indeksine göre hesaplanan memnuniyetsizliğin, 2010 yılından 2011 yılına kadar, 106 ülkenin 57’sinde yükselmiş olduğunu göstermektedir. En büyük artış ise kuzey ülkelerinde olmuştur, bu ülkeleri Arap ve Sahra Altı Afrika ülkeleri takip etmektedirler.
Kuzey’de Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerdeki insanlar, kemer sıkma tedbirlerini ve toplumdaki harcamaların ve iş imkanlarının azaltılmasını protesto etmektedirler. Vatandaşlar, hükümeti, kemer sıkmanın yükünün orantısız bir şekilde fakir ve sosyal olarak mağdur olanlara yüklenmesini gerektiren sosyal politikaların sonuçlarını açıklamaya zorlamaktadırlar. Rahatsızlığın odaklandığı diğer konular ise yiyecek fiyatları, işsizlik ve çevre kirliliğidir.
Protestocuların içinde en aktif olanları gençlerdir; gençlerin protestosu bir taraftan eğitimli gençler için iş fırsatlarının yetersiz oluşuna, diğer taraftan ise kısıtlı iş imkanları konusundadır. Örnek olarak 48 ülkedeki işsizlik oranı 2011 yılında %20’den fazla olarak gerçekleşmiş ve bunun %9,6 olan genel ortalamanın çok üstünde kalmıştır. Artan işsizliğe bir cevap olan bu gençlerin tepkisi, muhtemelen eğitimli insanların tepkileri ile aynı alanlarda buluşmaktadır. Eğitim, insanların devletten beklentilerini değiştirir, insanlara devletin kararlarını sorgulama yeteneği kazanmayı aşılar. Bu eğitimli insanların daha fazla haklara sahip oldukları anlamına gelmez. Ancak, devlet iş alanı yaratmaya öncelik vermedikçe, hükümet yetkilileri, muhtemelen gençlerin artan memnuniyetsizliği ile karşı karşıya kalacaklardır.
Aynı zamanda, geniş bant mobil internet kullanımı ve diğer modern teknolojiler, eşitlik talep eden vatandaşlar, özellikle gençler arasında yeni bir iletişim ağı oluşturmuştur. Söz konusu teknolojiler farklı ülkelerdeki insanların değerlerini ve tecrübelerini paylaşma imkânı sağlarken, aynı zamanda da yakınlaşmalarını sağlamıştır.
Internet ve sosyal medya, düşük maliyetli bir ortam olarak, halkı bir araya toplamış, fikirlerin paylaşımını sağlamış, sonuçta halkın sesi bu yolla güçlenmiştir. Örneğin Çin’de, 1990 sonrası nesil oldukça eğitimli, politik farkındalığı yüksek ve medyada açık sözlüydüler. Temmuz 2011, Wenzhou’daki hızlı tren kazasından sonra bir haftadan daha az sürede, Çin’in en büyük iki iletişim bloğunda, kaza ile ilgili yorum içeren ve güvenlik hakkında endişeleri dile getiren 26 milyon mesaj paylaşılmıştır.
Katılım ve kapsayıcılık, politikalar ve bu politikaların uygulamalarının kalitelerini artırır ve gelecekte olması muhtemel huzursuzlukları azaltır. Güvenilir ve ihtiyaçları karşılayacak bir politika oluşturmadaki başarısızlık ise, hoşnutsuzluğu ve çatışmayı teşvik eder. Bu insani gelişimin rayından çıkmasına neden olabilir. Tarih halkın ihtiyaçlarını karşılayamayan hükümetlere karşı isyanlarla doludur, bu huzursuzluk ve çatışmalar yatırımları azaltır, büyümeyi durdurur ve devletin imkânlarını hukuk ve düzeni sağlamaya yönlendirmesine neden olur.
Son yıllarda, hem güneyde hem de kuzeydeki ülkeler artan meşruluk krizleri ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Arap ülkelerindeki milyonlarca insan, tam bir vatandaş olmanın yanında kendi geleceklerini belirleme, saygı, fırsat eşitliği ve kendilerini yönetenler ile yeni bir sosyal anlaşma yapma talepleri için ayaklandılar. Sonuç olarak, Mısır, Libya ve Tunus’ta otokratik hükümetlerin yönetimden indirildikleri gözlemlenmiş, Yemen’de uluslararası aracılı politik bir geçiş süreci başlamış, Ürdün ve Fas’ta politik reformlar yürürlüğe girmiş ve Suriye sivil savaşın ortasında mücadelesine devam etmektedir.
Barışçıl bir değişimi teşvik etmenin bir yolu da sivil toplumun açık uygulamalar ile olgunlaşması ve gelişmesine izin verilmesidir. Örnek olarak, Mısır ve Tunus’ta otokratik hükümetler bile, ortak bir yapı geliştirmiş ve muhalif görüşlerin disipline olmalarını sağlamışlardır.
Tersine Libya bu tür uygulamalarda yetersiz kalarak tam anlamıyla sivil savaşa katkıda bulunmuştur. Çatışma sonrası politik birliğin kurulması vatandaşların politikaya katılım geleneği olmayan ülkelerde çok zordur. Farklı tecrübeler göstermiştir ki; politik rejimlerdeki değişimler fikirlerin ifade edilmesini, katılımı, kapsanmayı veya hesap verilebilirliği veya devletlerin daha iyi işlemesini otomatik olarak geliştirmemektedir.
Özellikle, eğitimli insanların sürekli arttığı, geniş toplumlarda, iş imkanlarının yaratılması ve sosyal katılımı destekleyerek güvenirlilik ve kapsayıcılık sağlamak, sadece politik açıdan değil ekonomik ve sosyal alanlar açısından da hayati öneme sahiptir. Bu noktada etkili bir şekilde arabulucu kurumları gerekli kılar, aksi takdirde modernleşme istikrarını kaybedebilir. Bu, eğer halk için çalışacak iş varsa, bu durum halkın da eğitimli olması gerektiği anlamına gelmez. İnsani gelişim örneklemesinde bilgi ve eğitime erişim kendi içerisinde bir sonuçtur. Ancak son ayaklanmalar göstermiştir ki, eğitim ve ekonomik fırsatlar arasındaki uyuşmazlık özellikle genç insanlar arasında yabancılaşma ve umutsuzluğa neden olabilmektedir.
Toplumların ne zaman sabrının taşacağını tahmin etmek zordur. Birçok faktör değişimle ilgili taleplerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Eğitimli genç insanlar işsizlik ile karşı karşıya geldiklerinde, bu durum onların haksızlığa uğradıklarını hissetmelerine neden olur. Bütün ülkelerde son otuz yılda bilginin kullanılabilir olmasıyla ortalama okul yılı yükselmektedir. Ancak insanların haksızlığa uğradıkları hissi tek başına huzursuzluğu başlatmaz. Halk kızgın olabilir, ancak, eğer halk politik faaliyetlere katılımın emek ve zaman olarak maliyetin gerçek değişiklik ihtimalinden daha ağır bastığına inanırlarsa, harekete geçmeyebilirler. Ekonomik fırsatlar için umutsuz beklentiler politik faaliyetlere katılımın bedelini düşürdüğü zaman, özellikle eğitimli büyük halk kitleleri tarafından yapılan büyük protestolar ortaya çıkma eğilimindedirler. Bu emek-yoğun politik katılım kitlesel iletişim imkânlarından faydalanılarak kolayca koordine edilebilir.
Dünya genelinde, halk hükümetlere vatandaşlara karşı daha sorumlu olmaları ve politikaların belirlenmesi sürecini etkilemek için halka daha fazla fırsat verilmesi konusunda çağrıda bulunmaktadırlar. Bunun gibi değişimler geçmişte de meydana gelmiştir. Firmaların faaliyetlerini kısıtlayan, çalışma koşullarını geliştiren ve sosyal hizmetleri ve sosyal güvenliği artıran düzenlemeler, halka anlatılmışdır. Hükümetler, büyük boyuttaki ekonomik politikaları ile ilgili sorumluluğu üzerine alarak uluslararası ticaret üzerindeki bazı kısıtlamaları halka anlattılar. Belki zaman yine 21 yüzyılın ilgi ve şartlarına uygun değişim zamanıdır.
Dipnotlar:
- United Nations Development Programme (UNDP), Human Development Report 2013, The Rise of the South: Human Progress in a Diverse World, Mart 2013 ↩