Bilişim teknolojilerine tek yönlü bir camdan mı bakıyoruz?
“Bir tıklıyorum bir saniyede dünyanın bilgisi ekranımda! Bilgiye ulaşmak ne kadar kolaylaştı!”
“Teknoloji öyle gelişti ki uzak diye bir şey kalmadı. Artık dünya bir tık uzağımızda!”
“Çocuklarımız bilişimle her türlü bilgiye ulaşabiliyorlar.”
“Zamane çocukları ne kadar zeki! Neredeyse bebekler bile tablet PC’leri kolaylıkla kullanabiliyorlar.”
Benzeri sohbetleri günlük hayatımızda sıklıkla duyuyoruz. Bu tür konuşmaları duymak, özellikle bilim insanı unvanına sahip kişilerin bir de bu ifadeleri panellerde, toplantılarda dile getirmeleri, toplum olarak bilişime tek yönlü bir camdan mı bakıyoruz sorusunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Baktığımız camda kendimizi gördüğümüzde sanki satın aldığımız o teknolojiyi biz üretmişiz gibi mutlu oluyoruz ve hayatımızın ne kadar hızlandığını ve güzelleştiğini düşünüyoruz. Tek yönlü camın diğer tarafından bakanlar ise bizi kolaylıkla görebiliyorlar. Keşfettikleri “problemlere” yönelik ürettikleri teknolojilerin kullanımı kolaylaştıkça bunları satın almaya ve sadece “tüketmeye” bu kadar hevesli olmamız onları daha çok “problem” bulmaya ve bunlara yönelik teknolojik çözümler “üretmeye” teşvik etmektedir.
Bir başka problem ise bilgisayar ve türevi cihazlarla internet üzerinden eriştiğimiz metinleri, dosyaları, resimleri, videoları “bilgiye erişmek” olarak değerlendirmemizdir. Tek yönlü camın aynalı tarafındaki bizler “download” ettiğimiz içeriği “bilgi” olarak adlandırıyoruz, ama bu içeriği üretip internete “upload” edenler aynı içeriği bilgi olarak değil “enformasyon” olarak adlandırmaktadır. Bu sadece bir kavram için kullanılan kelimenin ne olması gerektiği sorunu değildir. Bilgi ve enformasyon kavramları arasında hiyerarşik bir ilişki vardır ve bu kelebekle kozası içindeki tırtılın ilişkisi gibidir. Kozanın içindeki tırtılın, bir kelebek olabilmesi için zamana, olgunlaşmaya ve evrim geçirmeye ihtiyacı vardır. Benzer şekilde, internetten elde edilen enformasyonun işe yarar ve kullanılabilir bilgi olabilmesi için zaman içerisinde “somut deneyimle harmanlanması” gerekmektedir. Enformasyonun, somut deneyimle harmanlamasının ise “bir tıklamayla oluvermesi” pek mümkün görünmüyor.
Halbuki…
Gözlerimizi tek yönlü cama iyice yanaştırıp diğer tarafa bakanlarımız, buğulu da olsa arka tarafta hiçbir şeyin öyle “bir tıklamayla”, “kolaylıkla” ve “bilgiye hemen ulaşıvermekle” olmadığını fark edebiliyor. Bize bir tıklamayla dünyanın işini hızla ve kolaylıkla yapma imkânı sağlayan teknolojilerin üretim süreçlerinin, tam aksine “çok zor”, “problemli” ve “yavaş” olduğunu ancak o teknolojileri üreten toplumlar ve topluluklar bilmektedir. Buna karşılık, o “zorlu”, “problemli” ve “yavaş” sürecin sonunda ortaya çıkan ürünler o topluluk ve toplumlara “zenginlik” ve diğer toplumlar/topluluklar üzerinde “hâkimiyet gücü” getirmektedir.
Bugün bilgisayar ve türevi cihazlarımızda kullandığımız yazılımların veya hızlı internet sayesinde erişebildiğimiz web uygulamalarının geliştirilmesi aylar hatta yıllar sürebilmekte, önemli miktarda zaman ve para harcanabilmektedir. Harcanan bu zaman ve emeğin ardından ortaya çıkan ekonomi ise üretildikleri toplumlara büyük değer katmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin 13 trilyon dolarlık Gayrı Safi Milli Hasılası’nın yaklaşık 2,5 trilyon doları bilişim sektöründen kaynaklanmaktadır.
Biz ne yapıyoruz?
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilgisayar, tablet PC ve akıllı telefon gibi cihazlar ile hızlı interneti kolaylıkla satın alabiliyor ve çocuklarımızın kullanımına açabiliyoruz. Buna karşılık, çocuklarımızın bu teknolojilerle “gerçekte” ne yapabilecekleri yönünde hiçbir imkân sunmaksızın, onları adeta kaderleri ile baş başa bırakıyoruz! Böylesine albenili cihazları ellerine geçiren çocuklar ise bunları sadece eğlence, sosyalleşme(!) ve iletişim amaçlı kullanmaya başlıyorlar. Bir de bunun üzerine, Milli Eğitim Bakanlığımızın klavye tuşlarına vurabilen, fareyi tıklayabilen, internette istediği siteye girebilen öğrencilere bakarak “çocuklarımız zaten bilgisayar kullanabiliyorlar, bir de ayrıca bilişim dersine gerek yok” yaklaşımı yeni nesillerimizi bilişim sektörünün en büyük tüketicisi haline getirmektedir.
Facebook kullanan ülkeler sıralamasında ilk 10’da yer alırken, yakın zamanda Microsoft Türkiye Genel Müdürü Tamer Özmen’in açıkladığı gibi 65 milyar dolarlık uygulama geliştirme pazarından %0 pay alıyor olmamız sadece bir rastlantı mı acaba?
Ne yapmamız gerekiyor?
Dünyanın en büyük bilişim teknolojisi üretim bölgesi Silikon Vadisi’ndeki yüzlerce başarılı firmanın kurucularının hayatını incelediğimizde dikkatimizi ilk çeken özellik, hemen hemen hepsinin bilişimle çok erken yıllarda tanışmış olmasıdır. Bunların arasında en tanınmış olan yakın zamanda dünyaya gözlerini kapatan Apple’ın kurucusu Steve Jobs’un “8 yaşımda komşumuzun hediye ettiği oyuncak elektronik devreler sayesinde elektroniğin çok basit olduğu özgüvenini kazandım ve olayın sadece yaratıcılıkta bittiğini fark ettim. Hayatımın en şanslı dönemiydi” cümlesinden almamız gereken mesajlar var.
Yeni nesillerimize, bilişim teknolojilerinin sadece eğlence ve iletişim için var olmadığını, asıl varlık sebeplerinin “hayatımızda karşılaştığımız problemlere çözüm üretmek ve değer yaratmak” olduğunu göstermek ve benimsetmek zorundayız. Bunu yaparken, kolaylıkla kullandığımız bilişim ürünlerinin tasarlanmasının, geliştirilmesinin, programlanmasının bilgi, beceri, zaman ve emek gerektirdiğini onlara bir şekilde göstermeliyiz. Bunu nasıl yaparız?
Bilişim teknolojileri ile üretim yapabilen nesillerin 1-2 saatlik seçmeli bilişim dersleri ile yetişmesi mümkün değil. Bilişimin bir üretim ve değer yaratma aracı olduğunu yeni nesillerimize göstermek için çok daha kapsamlı derslerin yanında, günlük hayatlarında da üretmelerini ve sergilemelerini, belki birbirleri ile yarışmalarını sağlayacak platformlar oluşturmalıyız. Yeni nesillerin, “bilişimle üretim” iklimi içerisinde yetişmelerini sağlamak için, bu teknolojileri matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilim çalışmalarıyla harmanlamalıyız. Salt kendi içinde bilişim kullanımı yerine, bu teknolojilerin var olan problemlere ve süreçlere ne tür yenilikler getirebileceğiyle ilgili farkındalık seviyesini erken yaşlardan itibaren artırmalıyız. Önce teknolojiyi geliştirip, ardından bu teknolojinin çözüm olacağı problemler arayarak enerjimizi boşa harcamak yerine, disiplinler arası deneyimler içerisinde bulduğumuz problemlere çözüm üretme becerisi ve vizyonunu kazanmak, kısıtlı kaynak ve zamanımızı daha doğru kullanmamıza yardımcı olacaktır.
Rumen heykeltıraş Constantin Brâncuşi’nin “basitlik karmaşıklığın çözümlenmiş biçimidir” ifadesine benzer şekilde, bilişim teknolojileri üretiminin karmaşasını yaşamaksızın sadece üretilmiş basitliği kullanmamızın bireysel ve toplumsal sonuçlarını şimdiden değerlendirmek zorundayız.